Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Gelecekte muhtemel bir İran devrimi beklentileri

Sudan’da Müslüman Kardeşler’in bir üyesi, Sudan devrimi olayları sırasında örgütün önde gelen bir dizi lideriyle yapılan toplantı sırasında şaşkınlığını şu sözlerle dile getirdi: “Hartum ve Sudan şehirlerindeki sokakları dolduran bu öğrenciler nasıl olur da rejimimize karşı çıkarlar? Onların okul müfredatlarını biz belirledik ve öğretmenlerini biz seçtik. Son otuz yıl içinde okullarının ve üniversitelerinin yöneticilerini biz atadık. Nasıl oldu da bizim aleyhimize döndüler? Oysa onların bizim şekillendirdiğimiz gibi olmaları gerekiyordu.”
Al Arabiya kanalının birkaç hafta önce ‘Büyük Sırlar’ başlığıyla yayınladığı bir belgesel programında izlediğimiz bu liderin soruları karşısında hayrete düşmek dışında bir cevap bulunamadı.
Bu liderin mantığı düşünmeye değer. Tüm yönlendirme araçlarına sahip olan ve bütün bir nesli görüşleri doğrultusunda şekillendiren bir rejime karşı nasıl olur da karşı çıkılır? Bu sorunun cevabı başka bir yerde ve bir ideolog genellikle bunu itiraf etmek istemez. İnsanların karınlarını ‘ideoloji’ ile doyuramazsınız. En nihayetinde insanların ekmeğe, ilaca, insaniyetlerini sürdürecekleri vazifelere ve bir parça da insanlık onuruna ihtiyaçları vardır.
Sudan halk hareketinin neticesi ve nihayetinde çağdışı efsanevi ve masalsı bir düşünceye yaslanan Ömer el-Beşir rejimini nasıl ortadan kaldırdığı biliniyor. Bugün İran'daki rejimin geleceğinde böyle bir eğilime tanık oluyoruz. İran, sadece gıda ve ilaç sıkıntısıyla birlikte devlet idaresindeki zayıflıktan kaynaklanan sorunlardan mustarip değil. Bütün bunların yanı sıra koronavirüs salgını sebebiyle ciddi bir işsizlik ve fon sıkıntısıyla karşı karşıya kalacak. Bunun sebebi ise sokakları terörize etmek için aşırı güç kullanmak zorunda kaldığı petrol fiyatlarında yaşanan düşüştür.
Irak Cumhurbaşkanı iki hafta önce CNN'e verdiği demeçte, “İran, İranlı hacıların Necef'e girmesine izin verilmesi yönündeki ideolojik sloganıyla Irak-İran sınırının açılması için baskı yapıyor” sözleriyle açık bir şekilde şikayetini dile getirdi.
Irak, vatandaşların hayatlarını korumak için tüm dünya ülkelerinin kapılarını kapattığı bir zamanda sınırı kısmen de olsa açmayı kabul edene kadar üzerindeki baskılar şiddetlendi. Bu baskı, bütünüyle ekonomi kaynaklı olmakla birlikte İran ekonomisinin halihazırda oldukça riskli bir aşamaya vardığını gösteriyor. İran ekonomisinin şu anda insan hayatını riske edecek bir aşamada olduğu söylenebilir.
Bu hafta içerisinde riskli ve tehlikeli bir dosya da denkleme dahil oldu. ABD merkezli Foreign Affairs dergisi, Mayıs-Haziran sayısında uzun bir çalışma yayınladı. Belki de ilk kez güçlü bir yayın ‘İran’da rejimin değiştirilmesi amacıyla çalışmanın gerekliliğine’ değindi. Çalışmada, rejimi değiştirme stratejisi üzerinde düşünmenin gerçekçi bir plan olmasının birçok nedeni listelendi.
Çalışma doğru bir varsayım üzerine dayanıyordu: “Rejim, bunca yıldan sonra uluslararası yasalara saygı duyan ve vatandaşlarına asgari düzeyde iyi bir yaşam standardı sağlayan bir devlet sistemine dönüşme yeteneğine sahip değil.”
Yazarlar, ‘rejim değişikliği’ hakkında konuşmanın, diğer bazı tecrübelerde çeşitli idarelerin karşılaştığı engeller nedeniyle Washington'da hoş karşılanmayan bir ifade olduğunu düşünüyorlar. Ancak çalışma, güç kullanılmaksızın istihdam edilebilecek birtakım ‘esnek araçlardan’ bahsediyor. Ayrıca çalışmada, Jimmy Carter'dan Donald Trump'a kadar olan 40 yıldan uzun bu süreçte, ABD’nin ‘rejimin rasyonalize edilmesi’ fikrine dayandığı ifade ediliyor.
Carter, onunla olan tüm özel ilişkisine rağmen Muhammed Rıza Şah'ın ABD’de tedavi olmasını reddetti. Daha sonra Ronald Reagan geldi. İran rejiminin Beyrut'taki kolu Hizbullah'ın kaçırdığı kişileri serbest bırakması karşılığında silah verdi. Bu olay daha sonra İran-Kontra skandalı olarak anıldı. Sonra Başkan George H.W. Bush geldi ve müzakere için bir arka kapı açtı. Onu, Afganistan'da yaşananlardan dolayı İran rejimini sakinleştirmeyi gerekli gören Bill Clinton takip etti. Başkan George W. Bush ise 11 Eylül 2001 olayları ve onun akabinde yaşananlardan dolayı Irak ve Afganistan'daki yönetimini İran'la uyumlu hale getirdi. Onun bu ateşkesi, ılımlılar olarak adlandırdığı kişiler için sır değildi. Barack Obama, dünyanın sorunlarını diplomasi yoluyla çözme hayali doğrultusunda -bunun sebebi çevresinde çatışmalara maruz kalmış çok sayıda göçmenin bulunmasıydı- siyasi bir tutumla rejimin davranışlarını değiştirebileceğini düşündü. Birkaç yıl sonra nükleer silah üretimine başlaması için rejime zaman tanıyan topal bir anlaşma imzaladı. Görünen pozisyona rağmen Trump, İran rejimi ile herhangi bir önkoşul olmaksızın doğrudan müzakerelerde bulunmak istediğini açıkça ifade eden tek başkan.
Çalışmada tüm bu çabalar gözden geçiriliyor ve ‘İran rejimini kontrol altına almak’ gibi genel bir strateji ortaya konuluyor. Bu ‘kontrol altına alma fikri’ birbirini takip eden ABD yönetimlerini, İranlıların kamu haklarını savunmak da dahil olmak üzere duruma müdahalede bulunmaktan uzaklaştırdı. 2009'da Yeşil Devrim olarak bilinen olayların yaşandığı sırada İran halkının geniş bir kesiminden gelen yüksek sesli yardım çağrılarına rağmen ABD ne maddi ne de manevi olarak herhangi bir yardımda bulunmadı. Daha sonra Hamaney’in de itiraf ettiği gibi o sıra rejim neredeyse düşmek üzereydi.
Çalışma, bir bütün olarak İran halkının ve aydın grubun ABD’ye düşman olmadığını söylüyor. Nitekim Tahran sokaklarındaki vatandaşların yerdeki ABD bayrağına basmaktan kaçındıklarına birçok kez tanık olundu. İran rejiminin, ABD'nin 1953 yılında Muhammed Musaddık hükümetine karşı gerçekleştirilen darbenin arkasında olduğu yönündeki iddiası, aslı olmayan bir söylentiden ibarettir. Nitekim bu darbeyi yapanlar o zamanın muhafazakâr kesimiydi.
Çalışma, İran rejiminin kapalı bir rejim olduğunun, içeriden bile reform yapmaya izin vermediğinin ve komşu ülkelere olan düşmanlığına devam ettiğinin kabulüyle birlikte ABD yönetiminden, İran rejimini memnun etme stratejisini bir kenara bırakarak ‘rejimi değiştirme’ stratejisini benimsemesi yönünde bir talepte bulunuyor. Çalışmada bunun için bir dizi kanıt sunuluyor ve bunu yapmanın yolları gösteriliyor.
Diğer taraftan gözlemciler, komşu Arap toplumlarının bazı kesimlerinin ‘İran sömürgeciliği’ olarak dile getirdikleri olgu karşısında bir ‘halk reddiyesinin’ gelmesini bekliyorlar. Koronavirüs salgınının Bağdat ve Beyrut'taki kalabalıkları geçici olarak sokakları terk etmek zorunda bıraktığı doğrudur. Ancak yakın gelecekte sokaklara yeniden dönüleceği muhtemeldir. Bunun delili, geçen hafta Lübnan’da yaşananlar ve sosyal medyada bu toplumlara zarar veren İran müdahalesi karşısında duyulan sabırsızlık ve öfkenin dile getirilmesidir. Bunun yanı sıra İran içerisinde rejimi reddettiklerini sıklıkla dile getiren öfkeli neslin direniş göstermesi bekleniyor.
Son söz: “Karar mercileri gerçek ve hayal arasındaki farkı ayırt etme yeteneğinden yoksun kaldığında, reform imkânsız bir hale gelir ve bir patlama olur.”