Hazım Sağıye
TT

​Hassan Diyab’ın Sünni Emil Lahud olduğuna dair

Lübnan’da uzlaşıya dayalı demokrasi bozulmadan önce neredeyse yasa mesabesinde bir gelenek vardı: Dini grupların tek bir liderlik altında birleşmemeleri. Örneğin ellili yıllarda, Hamid ve ondan sonra kardeşi Süleyman Frenciye, Hristiyanların geri kalanının ya da çoğunun üzerinde uzlaştıkları Kamil Şamun’un karşısında yer almışlardı. Keza Sami el-Sulh Şamun’a muhalif olan Sünni uzlaşının karşısında yer almıştı. Hem Frenciye hem de el-Sulh kendi grupları içinde bilinen  isimlerdi.
Bu, daha geniş bir durumun ifadesiydi. Şii liderlik de Güney ve Bekaa olmak üzere ikiye ayrılmıştı ve her birinin kendi bölgesinde rakipleri vardı. Aynı şekilde Dürzi liderliği Canbolat ve Arslan arasında bölünmüştü. Ortodoks Rumların liderliği, Eşrefiyye, Kuzey Matn ve Kora arasında dağılmıştı.
Bu veri, devletin yükselmesine ve aralarındaki oyunu yönetmek için mezheplerden nispeten bağımsız olmasına olanak tanıyordu. Her ne kadar bu denkleme yönelik darbe daha önce başlamış olsa da Emil Lahud’un 1998 yılında cumhurbaşkanı olması ile bu denklem tamamen yıkıldı. O zamanlar Suriye vesayetinin sembolleri olan gerçek karar yapıcılara anayasal bir örtü sağlamak bir gereklilik oldu. Bu nedenle, hiçbir şekilde yerel ortamdan etkilenmeyen en zayıf şahsiyet cumhurbaşkanlığı için en uygun isim haline geldi.
Lahud en uygunuydu çünkü hiç kimseyi temsil etmiyordu. Ordunun komutanlığına 1989 yılında, Hafız Esed’in Mişel Avn’ı tasfiye etme hesapları kapsamında getirilmişti. Lübnan Deniz Kuvvetleri komutanı olarak bu görevi üstlenmişti. O gün gazeteler, Lübnan donanmasına ait olduğu söylenen birkaç teknenin bir yada iki fotoğrafını yayınlamışlardı. Kısacası, Lübnanlı Nelson bizi bekliyordu.
Kendisine bazı üstün nitelikler atfedilmesi bir gereklilik olduğu için Lahud; iyi bir yüzücü ve dalgıç, iyi bir koşucu, hava çok soğuk olsa bile spor yapmaktan vazgeçmeyen biri olarak ünlendi. Ne var ki yaptığı konuşmalar kendisine hazırlanan ama az olan bu birikimi daha da eksiltti. Kendisine birbirleriyle çelişen cümleler hatta kendi içinde çelişen cümleler kurma yeteneğinden başka bir şey eklemedi.
Bu cumhurbaşkanının görev süresi 2004 yılında sona erdiğinde uzatılmak istendi. Neden? Çünkü ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgal etmesinden sonra bölgede olup biten değişimlerin kendisini ilgilendirmediği tek Maruni’ydi. Onu savunanlar: “Komploya karşı koyduğunu söylüyorlardı. Lübnanlıların çoğunun buna verdiği karşılık ise: O komplonun kendisi.”
Birkaç ay önce Lahud örneği, Başbakan Hassan Diyab ile bir kez daha tekrarlandı. İkisi arasında iki fark var: Lahud, Maruniler içinde bilinmeyen bir isimdi Diyab ise Sünniler içinde. Ne Lahud bir Hamid Frenciye idi ne de Diyab, Sami el-Sulh gibi. Ancak Lahud bile ailesinin siyasi geçmişi sayesinde en azından yeni yükselen yüzün sahip olmadığı bir şeye sahipti.
Hizbullah ve Avn akımının son derece zor ve kritik koşullar altında bir başbakana ihtiyaçları vardı ve onu da hazır buldular. Kendisine bir tarih ve kültür hazırlanmıştı: 2011-2014 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığını üstlenmişti. Amerikan Üniversitesi rektör yardımcısıydı. Kendisine uygun bir “CV” hazırlamak için yüksek lisanlar, uluslararası dergiler ve konferanslar, kurulan fakülteler gibi birçok etiket yakıştırıldı. Sosyal medya ve bazı makaleler, imajını düzeltmek için harekete geçti. Bu övgü kampanyasının eksik kaldığı yerlerde birçok öğrencisi devreye girdi. Milli Eğitim bakanlığındaki bazı memurlar, onu öğrencilerinin övdüğü sıfatlarla övdüler. Onun döneminde bakanlığın gerçekleştirdiği en önemli başarı, şişkin benliğini ve başarılarını ele alan ve ciltleri ile oldukça maliyetli olan kitabı yayınlamaktı. Bir keresinde kendisini “Lübnan’ın bağımsızlığından bu yana ender teknokrat bakanlardan biri” olarak nitelemişti. Yine bir okulun adını değiştirerek annesinin adını vermişti.
Amerikan Üniversitesi “rektör yardımcısı” unvanı da gerçek durumu örten bir maske. Evet, gerçekten de rektör yardımcısıydı ama “Harici ve Bölgesel Programları”nın başındaki rektör yardımcısıydı. Bu geniş ifade, rektörün kendisine yardımcı olarak seçtiği kişilere verdiği belirli görevlerden daha fazlasını ifade etmiyor. Nitekim bir keresinde Amerikan Üniversitesi rektörünün tam yedi yardımcısı vardı.
 Her halükarda, bazı haberlerde Diyab’ın son olarak Amerikan Üniversitesinden “maaşını” ödemesini ve yurtdışına aktarmasını talep ettiğine yer verildi. Üniversite kaynaklarından, sunulmayan hizmetler karşılığında kendilerinden ücret ödenmesinin talep edilmesi nedeniyle şaşkın oldukları nakledildi. Kısacası, başbakan işinin başında olmadığı yılların ücretini talep ediyor. Buna “depozito” denir. Yani bir yıl sonra profesör olarak işine dönebilir.
Diyab’ın genel ve az sayıdaki görüşü önemsenmeye değmez. Sözgelimi şöyle diyor:  “Ekonomik, sosyal ve finansal hatta politik ve işsizlik sorunlarımızın çoğunun çözümünün her şekli ile eğitimde gizli olduğundan eminim.” Son olarak, “devlet fikrini somutlaştıran “derin devlet” diye bir şeyimiz yok” diye hayıflanmıştı. Görünüşe göre terimin geleneksel anlamı dışında bir derin devleti kastediyordu. Neyse ki, genel görüşleri çok az.
Hassan Diyab sonuçta itaatkar bir şahsiyet. Elindeki hastalıklı metni harf harf okuyor ve başını elindeki kağıttan zar zor kaldırıyor. Öğrenci, yüzünden bir şey anlaşılmasından korktuğu için adeta mimiklerini dondurmuş bir durumda. Öğrenci için en önemlisi başarılı olmak. O büyük profesör ise başka bir yerde.