Mahmud Muhyiddin
Dünya Bankası eski Başkan Yardımcısı. İngiltereWarwickÜniversitesi'nden Finans Ekonomisi alanında doktora ve York Üniversitesi'nden yüksek lisans derecesine sahiptir.
TT

​Çok değişken bir dünyada egemen fonlar

Uluslararası ekonomi arenası, 1950'lerdeki kuruluşundan bu yana egemen servet fonlarının tanık olmadıkları bir biçimde değişti. Güçlü ve zayıf yönleri açığa çıkaran mekanizmalarıyla koronavirüs salgınına eşlik eden krizler, çalışma, üretim ve yatırım yöntemlerinde yerleşmiş verileri değiştirdi. Bu krizlerin yol açtığı şoklar, dünya genelinde ekonomik, sosyal ve politik olgu ve gelişmelerin doğuşunu, bazılarının da toplanmasını hızlandırdı. Söz konusu krizler risk derecesini artırmakla kalmayıp salgın dünyayı vurmadan yıllar önce dünyayı çevreleyen belirsizliği, geleneksel ve yükselen uluslararası güçler arasında ve birbirleri arasındaki güven krizini de büyüttü. Korona öncesi dünya ekonomik açıdan kırılgan, politik açıdan da gergindi. Ani karışıklıklarla başa çıkmaya hazır değildi. Virüsün yol açtığı sağlık krizi ile başa çıkmakta görülen kaos ve kargaşa, toplum ve ekonomi üzerindeki yıkıcı etkileri de bunun ispatıdır.
Mevcut kriz ile mücadele maliyetinin, 2008 yılında patlak veren küresel finansal krizin etkilerinden, ekonomik büyüme oranlarının gerilemesi ve kriz öncesi ortalamalara hiç dönmeyen ticaret ve yatırım ortalamalarının düşmesi gibi sonuçlarından daha iyileşmemiş olan ülkelerin bütçeleri üzerindeki yükü artıkça egemen fonlara acil bir destek kaynağı gözüyle bakılır oldu. Geçen mart ayında yayınlanan Egemen Servet Fonları Enstitüsü verilerine göre, dünyada şu anda 8,5 trilyon doların üzerinde finansal ve yatırım varlığına sahip olan yani yaklaşık küresel GSYİH’nın yüzde10’unu oluşturan 89 küresel egemen fon var.
Egemen servet fonu kavramı ilk kez yatırım uzmanı Andrew Rozanov tarafından 2005 yılında yayınladığı “Ulusların zenginliğini kim elinde tutuyor?” başlıklı yazısında kullanıldı. Rozanov bu yazısında, döviz rezervlerinin yönetiminde egemen servet fonlarının rolünü merkez bankalarının rolünden ayırt etmiştir. Bu fonların amaçları tasarrufları biriktirmek ile yatırımları artırmak arasında değişmektedir. Portföylerini yönetme stratejileri ve bunları uygulama formları, ait oldukları ülkelere ve yönetim sistemlerine göre farklılık gösterir. Bu tür fonların ilki 1953 yılında Kuveyt’te tesis edildi. Sonraki yıllarda gittikçe yaygınlaştı ve 51 ülke tarafından benimsendi. Petrol gibi ham madde ihracatı ile küresel ticaret dengesinde biriken fazlalıklar veya cari ödemeler dengesi bakiyesinde dövizden sağlanan finansal fazlalıklar ile finanse edildi. Her ne kadar onun adını almış olsa da egemen fonlar ile yerel varlık yönetimleri birbirine karıştırılmamalıdır. Her birinin ayrı hedefleri, finansman kaynakları ve çalışma öncelikleri vardır.
Bu fonlar sermayelerini şirket hisseleri ve devlet tahvili gibi çeşitli finansal ve yatırım varlıklarına yatırır. Ayrıca doğrudan yabancı yatırımların ve uzun vadeli kurumsal yatırımların önemli bir kolu haline gelmiştir. Keza BM Kalkınma Programı’nın (UNDP) Haziran 2015’te yayınladığı Sürdürülebilir Kalkınma Belgesi de kendisine güvenmiştir. Portföylerinin belirli bir yüzdesini altyapı projelerinde uzun vadeli finansman için tahsis etmiştir.
Bugün petrol fiyatlarının düşmesiyle emtia fiyatlarında yaşanana benzer dalgalanmaların görüldüğü dönemlerde, ülkeler daha önce de bütçelerinin acil kamu harcamalarının ihtiyaçlarını karşılamasına yardımcı olması için egemen fonlarına başvurmuşlardı. Fortune dergisine göre, mesela Norveç, 1 triyon doları aşan varlıkları ile dünyanın en büyüğü olan egemen servet fonundan 37 milyar dolar çektiğini açıkladı. Bu çekme işlemi, varlıkların nakde çevrilmesi yoluyla gerçekleştirilir. Amacı ise ülkenin nakit akışında yüzde 60’ı aşan ve fonun yatırım getirileri ile vergiler gibi devletin diğer egemen gelirlerinin boşluğunu doldurmakta yetersiz kaldığı bir düşüşe neden olan petrol fiyatlarındaki keskin düşüşe eşlik eden sağlık krizinin yansımaları ile başa çıkmanın gereksinimlerini desteklemektir.
Aynı zamanda diğer bazı egemen fonların, mevcut kriz nedeniyle bazı şirketlerin hisselerinin düşmesi fırsatını kaçırmadıklarını, değerlendirmelerine ve şirketlerin sektörlerindeki potansiyellerinin yanı sıra ürünlerinin özelliklerine, olası değişikliklerin ışığında yönetimlerinin verimliliği, gelecekte büyüme ve genişleme yeteneğine dayanarak bu hisselere yatırım yaptığını görüyoruz. Zira şirketlerin hisseleri sahip oldukları itibara göre değil ileride ne durumda olacaklarına göre satın alınır.
Egemen servet fonlarının çoğundan sorumlu olanların profesyonellik ve yetkinliklerine rağmen kolay bir yol izlediklerini düşünmüyorum. İster ham madde ister başka kaynaklardan olsun sahip oldukları finansman kaynakları şiddetli bir darbeye maruz kaldı. Varlıklarının bir bölümünün pazar değeri düştü. Mevcut krizler nedeniyle fiyatları şiddetli bir biçimde dalgalandı. Bunun yanında, küresel ekonomik büyüme oranlarının düşmesi de sınır ötesi yatırım fırsatlarını engelliyor. Ekonomik aktivitedeki bu keskin düşüş ve koronavirüsün yayılmasının hala kontrol altına alınamaması ile küresel ekonomik büyüme oranları kaçınılmaz olarak yüzde eksi 3'ten az  olacak. Bu, IMF’nin geçen Nisan ayında yayınlanan son raporunda yer verdiği tahminidir.
Kanımca, gelecekte egemen servet fonlarının eylem çizgilerini belirleyecek 5 temel parametre var:
Birincisi; devletin yasa koyucu ve gözlemci rolünün ötesine geçerek ekonomik aktivite içindeki doğrudan rolünün artması. Bu fonlar da devletin kollarından biri olduğundan bu konudaki önemleri artacaktır. Bununla birlikte, mevcut iklim, jeopolitik kaygılar nedeniyle dış yatırımlarda duyarlılık düzeyinin yükseldiğini göstermektedir. Bu, söz konusu fonları, risk ve politik hususların ağırlığını artıracağı parametrelere göre küresel yatırım haritasında yatırımın izlerini takip etmeye zorlayacak.
İkincisi, korona'dan önceki gerilimler ve ticaret savaşları, sonrasında ticari harekette korumacı yönelimlerin artması, popülist eğilimlere kulak verilmesi, maliyet ve verimliliğin aleyhine olsa da içe yönelme, temel maddelerin yerel kaynaklardan veya müttefik ülkelerden temin edilmesi çağrılarının yükselmesi ışığında uluslararası üretim ve tedarik hatlarını yeniden çizme yoluna gidilecektir. Bununla birlikte, yerel olarak tahsis edilen yatırım kaynaklarının göreli ağırlığı, daha yüksek konsantrasyon riski ve daha düşük yabancı para geliri ile artacaktır.
Üçüncüsü, geleneksel maliyet-kazanç kurallarının ötesinde yatırımların sosyal ve çevresel etkilerle ilgili hususlara, yönetişim kurallarına bağlı kalması, sağlık düzenlemeleri ve aynı şekilde iklimsel değişikliklere daha fazla ağırlık vermesi konusunda çok yüksek beklentiler vardır. Yayınlanan şeffaf raporlara göre bu, toplumsal ve düzenleyici olarak bunu kabullenmeleri ölçüde yatırım fonlarını birbirlerinden ayıracaktır.
Dördüncüsü, yüksek işsizlik ve ciddi durgunluk ile bu fonlardan, ekonomik büyümeye yönelik yatırım alanlarında, uygun iş fırsatlarının yaratılmasında, asgari ücrete, güvenli çalışma ortamına, çalışanların sözleşmeden kaynaklanan güvencelerine bağlı kalma konularında gelişimsel etkilerini göstermeleri bekleniyor.
Beşincisi; egemen fonların gerek kredi alan gerekse veren olarak uluslararası borç piyasalarına erişimlerinin giderek artmasıyla ülkelerin veya şirketlerin üstlendiği küresel borcun yönetimi sorunları ve zorlukları dikkate alınmalıdır. Bilhassa, sağlık krizi ve durgunluğun sonuçları ışığında temerrüt ve yeni ödeme planları düzenleme riskinin artacağı göz önüne alınırsa.
Bu 5 parametre ve egemen servet fonlarının kendisi ile başa çıkma yetenekleri, yalnızca ulusların değil servetlerinin benzeri görülmemiş meydan okumalarla karşı karşıya kaldığı bir çağda egemen fonların geleceğini ve yatırım yollarını gösterecektir.