Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Ekonomi sınıfı yolcuları

Çoğu kişi uçak seyahatlerinde ekonomi sınıfını tercih eder. Zira first class uçuş için bilet alacak paraları yoktur ya da daha fazla para ödemeyi gereksiz bulurlar. Birisi şöyle diyebilir: Neden first class uçuş için maaşımın yarısını ödeyeyim? Haklı bir tercih.
Ancak mesele bu değil. Uçak yolcusu örneği yanıltıcı olabilir. Bu gazetede yazan meslektaşımız Memun Fendi’nin geçtiğimiz Pazartesi günü yazmış olduğu ‘mediocrity’ örneğini ele alalım. Bu yazısında ciddi bir soru ortaya atıyor. Aslında bu, bir başka sorunun çağdaş bir cevabı olabilir: “Diğer toplumlar ilerlerken Müslümanlar neden geri kaldı?” Bu soru, bundan yüzyıl önce Şekib Arslan tarafından sorulmuştu.
Meslektaşımız Memun’un bu yazısında vardığı sonuç, ikinci sınıf yolcu olmanın bu dünyada bizim için olası bir yer ya da belki de hak ettiğimiz yer olduğuna razı -belki de ikna- olmamızdır.
Bu ne anlama geliyor?
Bazen eğitimimizi geliştirmek için çağrılar yapıldığını duyar ve onlara şöyle cevap veririz: Doğru, ancak bizim müfredatımız falanca ülkenin müfredatından daha iyi bir durumda.
Bilimsel araştırmalara öncelik vermemiz istendiğinde şu cevabı veririz: Evet doğrudur. Ancak eğitimi geliştirmek gibi başka önceliklerimiz var.
Ya da teknolojinin yerelleşmesi ve endüstriyel ekonomiye geçişten söz edersiniz ve alacağınız cevap şu olur: Finansal ve teknoloji krizine yakalanan büyük ülkeler, bir İslam devletinin onlarla rekabet etmesine izin vermeyecek ya da bunlardan vazgeçmeyecektir.
Ya da belki eski bir ihmalkar tüccarın söylediği gibi: Her halkın kaderi ve bilgisi vardır. Bizim kaderimiz ticarete ve buna ilişkin olan bilgimizdir. Oysa mühendislik ve endüstrinin yaygın olduğu Japonya gibi büyük toplumların durumu farklıdır. Muhtemelen bunu söylerken bu görüşe meyilli olanlar İbn-i Haldun’u delil olarak sunar. İbn-i Haldun, Arapların yazı ve zanaat ehli olmadıklarını, hızlı bir şekilde harap olan bir ülkede hüküm sürdüklerini söyler.
Bu hayal kırıklığı gerekçeler toplumlarımızda oldukça yaygındır. Dinleyiciler, asıl yerimizin ikinci sınıf, yani pasif ve etkilenen konum olduğuna ikna edilmiş durumdalar. Burada Malik bin Nebi’nin şu sözünü ödünç alabilirim: Bu, zaman zaman satın almak zorunda kalmamak için zanaat öğrenen bir öğrencinin yeri değil; müşterinin ve tüketicinin yeridir.
Bu gerekçelerin temel bir kaynağı vardır: Atalet hissi ve korku. Bu, macera eğiliminin tam tersidir. Zira insanlık tarihindeki ilerleme deneyimlerinin hepsinin bireysel maceralara dayandığını ve sonra topluma mal olduğunu biliyoruz. Batı'daki eğitim deneyimlerini incelediğinizde, bunun iki tür macerayı teşvik etmeye odaklanmış bir yönünün olduğunu görürsünüz: Zihinsel bir macera (yani hayal gücünün ötesine geçmek) ya da fiziksel macera (insanı ciddi zorluklarla ve bilinmeyen dünyalarla karşılaştıran deneyler yapmak).
Arap toplumlarındaki eğitimin odak noktası öğrenciyi ‘kibar bir genç’ olmaya ikna etmektir. Buradaki kibarlık ile kastedilen, kendinden yaşça büyük olana itaat etmek ve dil, ahlak, bilgi, standartlar, yaşam tarzları ve çalışmalarda ebeveynlerinden miras aldığı gelenekleri sürdürmektir.
İkinci sınıf koltuklara ikna olan sönük karakterin tedavisi için gerekli olan çözüm, hala okul sıralarında olan yeni nesille başlar. Ezber ve tekrar yerine bu gençlerin hayal gücünü ortaya çıkarmalıyız. Onların her türlü maceranın içinden geçmelerine izin vermeliyiz. Elbette bazıları başarısız olacaktır. Fakat çoğu, iddialı, hırslı, geleceğin zorluklarıyla yüzleşebilme yeteneğini kazanacaktır. Yani ne kadar pahalı olursa olsun birinci sınıf koltukta seyahat etmeyi arzulayacaktır.