Vahdettin İnce
Yazar
TT

Her derde çare ağrı kesicilerim var

Çoğu insan ezberinin bozulmasını sevmez. Siyasetçiler, aydınlar da öyle. Özellikle Ortadoğu’da. Ezberin sağladığı bir rahatlık vardır çünkü. Ezber ağrı kesici hap gibidir. Başın mı ağrıyor, alırsın bir ağrı kesici, adı üstünde ağrı kesici, ağrıyı şıp diye keser. İşin yok bir de doktora git, muayene ol, röntgen çektir, tahliller yaptır… uzun iş. Böylesi, insanların kolayına gelir.
Damda birileri mi var, çıkıp bakmak zahmetli iş, “kedidir o kedi” de rahatına bakarsın. İşler böyle yürüyor ya da yürütülüyor ya da yürüdüğü sanılıyor.
Türkiye maalesef bu genellemenin dışında değildir. Bizim de sıradan yurttaşımızdan tutun siyasetçilerimize, aydınlarımıza, ekonomistlerimize kadar her birimizin ezberleri var. Emek verilmemiş, üzerinde çalışılmamış, tarlasından harmanına kadar izi sürülmemiş hap mesabesinde ezberler.
Mesela aydınlarımızın elinde bütün sosyal meselelere ilişkin şıp diye meseleyi çözümleyen reçeteler var. Sabah akşam ekranlarda, gazetelerde sallayıp dururlar. Gören de bunları kendileri bulmuşlar sanır. Sakın, kendileri hazırlamış, uzun uğraşılar vererek bu sonuçlara ulaşmış sanmayın siz.
Batılı aydınların, araştırmacıların, felsefecilerin kendi toplumlarını enine boyuna gözlemleyerek, yıllarca düşünerek, deneme yanılma yoluyla bir takım sonuçlara vararak oluşturdukları paradigmaları zahmetsizce alıp kendi toplumlarına uydururlar o kadar. Uyduruyorlar dediysem de gerçekten uyduruyorlar. Çünkü uyup uymadığına, toplumsal bünyenin kaldırıp kaldırmadığına, yan etkilerinin olup olmadığına bakmazlar bile.
Ortadoğu dedikleri coğrafyanın hemen hemen tümünde bu tür ezberler geçerlidir. Yönetim tarzında, siyasette, ekonomide, edebiyatta, sanatta… hayatın her alanında. Anlayacağınız toplumlarımız ezberci ve salt tüketici. Birbirimizden farkımız, bazılarımızın mesela biraz daha pahalı arabalara (yine batıda üretilmiş) binmesi kadardır.
Böyle olunca da tıpkı ağrı kesici hapın etkisinin geçmesi nedeniyle ağrının yeniden başlaması gibi toplumsal sorunlar yeniden baş gösterir doğal olarak. O zaman gelsin bir hap daha. Artık öyle bir hal alır ki hapın müptelası olursun. Bazen sırf hap almak için kendi kendine ağrılar icat edersin. O kadar yani.
Yönetim tarzı açısından Ortadoğu’da çoğu ülke açısından durum bundan ibarettir. Önce diktatörlük, otoriterlik, teokrasi, demokrasi adı altında bir sistem kurulur. Toplum dışarıdan hap gibi alınmış bu sistemleri kendileri bulmuş gibi gaz veren aydınların etkisiyle bunları devrim coşkusuyla kutlar da kutlar. Yıl dönümleri, ay dönümleri, gün dönümleri dön babam dön. Aradan en fazla on sene geçip de insanlar kendilerine gelir ve bir arpa boyu yol gitmediklerini anlarlar. O zaman da doğal olarak huzursuzluk başlar. Bu sefer yeni bir devrim süreci başlamış gibi darbe yapılır ve bir on yıl daha kazanılır. Toplum bunun da işe yaramadığını anlayınca mekanizma zaten hazır. Gelsin darbe, ağrı kesici hap gibi.
Sonra işler iyice zıvanadan çıkınca toplumun bazı kesimleri resmen darbe müptelası olurlar. Yani toplumu zapturapt altına almak için değil, resmen darbe olsun diye darbe isterler, tıpkı müptelası oldukları hapı almak için kendi kendilerine ağrı icat eden hastalık hastaları gibi. Türkiye’de mesela üniversite hocalarının, kerli ferli aydınların, koskoca siyasetçilerin önderliğinde “ordu göreve” pankartları altında gösteriler yapıldığını gün gibi hatırlıyorum.
27 Mayıs darbesi Türkiye’de bu bağımlılığın ilk adımıdır. Bir türlü içeriden bir çözüm üretemeyen, zahmet çekerek topluma, kültürüne, geleneklerine, coğrafyasına uygun bir sistem bulamayan aydınlarımız, siyasetçilerimiz o gün bugündür sıkıştıklarında bu mekanizmayı yardıma çağırırlar adeta. Zaten mekanizmanın canına minnet. Hemen koşar imdada.
Batı da uyanık tabi. Teknoloji ilerledikçe daha uzun süre etkili olan ağrı kesiciler üretti. Şimdi toplumlarımız bu hapların peşinde koşturuyorlar. Kim önce alırsa o yeni bir ezberi edinmiş gibi diğerlerine hava basacak.
Kendimize gelmemiz, kendimiz olmamız zaman alacak ne yazık ki.