Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

‘Gerçekler ve duygular’ arasında Filistin

70’li yaşlarında olan bizler, Filistin'in ruhlarımızda nasıl derinden kök saldığını gerçekten bilmiyoruz. Birkaç gün önce Filistin yönetimi korona salgını dolayısıyla getirilen kısıtlamalar nedeniyle kapatılan Mescid-i Aksa'nın açılacağını duyurdu. Sanırım geçen cumartesi günü öğleden sonra gerçekleşti. Elbette buna sosyal mesafe, maske ve giriş çıkış tedbirleri gibi durumlar da eşlik etti. İnsanların bu yeni duruma alışmasının ve tekrar camide namaz kılmaya başlamaların günler alacağını düşündüm. Diğer camiler de açılmış ve buralarda namaz kılmak daha kolaydı. Ancak sürpriz bir şekilde binlerce genç sabah namazını kılmak üzere ertesi gün camiye geldi. Camideki yaşlılar yer yer ağlıyor ve gülüyorlardı. Gençleri geri dönmeleri için tavsiye ediyor sonra da birlikte gülüyorlardı. Fakat gençler ayrılmadılar. Gurur, çaresizlik ve hüzün dolu bir sahneydi. Ramazan boyunca camide ibadetten mahrum olan Kudüs’ün gençleri, yasak kaldırıldıktan hemen sonra Mescid-i Aksa'ya akın ettiler. Bunun nedeni sadece camide cemaatle kılınan ibadetin fazileti karşısında duydukları istek değildi. Aynı zamanda bu, küçük ya da büyük fark etmeden kendini gösteren ‘kimlik ve aidiyetin’ bir ifadesi ve Filistin topraklarına olan bağlılığın sembolüdür.
Kimse, ünlü konuşmasında Ürdün Kralı 2’nci Abdullah’ın dile getirdiği şekliyle böyle bir anlama işaret etmedi. O sadece Filistin halkının hakları, uluslararası hukuk, Arap ve İslam halklarının mücadelesi ve yerleşim yerleri ile Ürdün Vadisi'ni ilhak etmenin korkunç sonuçları hakkında konuşmadı. Daha ziyade kayıp ve yitik duygulardan, baskı ve zulüm ne raddeye varırsa varsın teslim olmasının hiçbir şekilde söz konusu olmamasından bahsetti.
Ne demek istediğimi netleştirmek için Lübnan'da başımızda bulunan musibete değinip sonra tekrar bu konuya döneceğim. Lübnan parlamentosunun son oturumunda esas olarak üçkesimi içeren genel bir af yasası tartışıldı. Bunlardan ilk grup, terör nedeniyle hapsedilen İslamcı mahkumlardır. Sayıları yaklaşık 800 kadar olan mahkumlar, isyancılara yardım etmek için Suriye'ye gitmekle suçlanıyorlar. Hizbullah'ın binlerce insanı öldürdüğü ve yerinden ederek Suriye'yi işgal ettiği bir zamanda gerçekleşti bu. Hizbullah savaşçıları birer kahraman oldular. Af yasası kapsamında tartışılan ikinci grupta ise uyuşturucu kaçakçıları bulunuyor. Sayıları bini bulan ve Güney Lübnan Ordusu asker ve ailelerinden olan bu kişilerden bazısı 2000 yılında İsrail’e gitti ve burada İsrail vatandaşlığı aldılar. Diğerleri ise Avrupa ülkeleri ya da ABD vatandaşlığı aldı. Genç erkeklerin çoğu İsrail ordusunda görev yaptı.Geriye kalan 6 bin kişi, Hristiyan ve Şiilerden oluşuyor. Cibran Basil altı bin kişi için af istiyor ve onları terörist İslamcılarla karşılaştırmayı reddediyor. Diğer iki Hıristiyan parti olan Ketaib ve Lübnan Güçleri, karşılıklı imtiyazlar içeren dosyaya ilişkin genel bir uzlaşı sağlamışlardı. Partilerin milletvekilleri, Basil'in teklifini ve elde edilebilecekleri popülariteyi gördükten sonra Nebih Berri ve Saad Hariri’nin yanında olmaya cesaretleri kalmadı. Cibran Basil’in tarafına geçtiler ve kanun meclisten geçemedi!
Neden bu uzun hikayeyi anlattım? Çünkü İsrail siyasetinde, özellikle de Netanyahu döneminde durum buydu. İhaleler, yerleşimcilerin onaylanması, yeni İsrail sağı ve tüm Filistin'iyok etse bile Amerika’nın desteğine ve İsrail ordusunun gücüne güven. Şu an hükümette Netahyahu’nun ortağı olan General Gantz ilhak kararını erteleme gerekliliği konusunda ABD tarafından yapılan uyarılara rağmen Netanyahu'nun eylemlerine itiraz etmiyor. Bu durumun onun popülaritesini etkilemesinden korkuyor! Netanyahu, böyle bir konuda ısrar ettiği takdirde yolsuzluk soruşturmasından korunabileceğini düşünüyor. ABD’liler ve dünyanın geri kalanı korona salgını ve ekonomik krizle meşgul. Araplar savaşların ve çatışmaların tam ortasında. Filistinliler bölünmüş durumda. Ebu Mazen'leilişkiler kopmaya yakın. Uzun bir ateşkes için Hamas'la görüşmeler devam ediyor! Filistinliler siyaset bir kenara dinialanda da nefes alamıyorlar. 
Emir Abdülkadir el-Cezairî, Cezayirleri artık ‘Daru’l-İslam’ olmadığı gerekçesiyle Fransızlar tarafından işgal edilenbölgeleri terk etmeye davet ettiği sırada, Fransızlar dini özgürlüklerin tamamen güvenceye alındığını söylüyorlardı. Bu, bugün veya yarın Filistinliler için mevcut olabilecek bir şey değil.
Siyonistler toprağı istila etmeyi ve ibadet yerlerini ele geçirmek istiyorlar: Mescid-i Aksa ve İbrahim Camii. Filistinliler ise en azından liderler düzeyinde çatışmanın dini olmadığı konusunda ısrar ediyorlar. Oysa Siyonistler ibadet yerlerini de ele geçirmek istiyorlar ve bunun, Yahudilik ve İslam arasındaki bir çatışma olduğunu düşünüyorlar!
Son 20 yıl içerisinde Mescid-i Aksa’da namaz kılmak isteyen Filistinli gençlerden binlercesi şehit oldu ve on binlercesi hapsedildi. Asla yorulmadılar ve teslim olmadılar. Uzun süredir devam eden çatışmalara ve yıpranmışlığa rağmen Filistin dışındaki Araplar olarak vazgeçmemeli ve görmezden gelmemeliyiz. Mescid-i Aksa hatibi, sabır ve azim hakkında konuştu. Bence bu, dünya ile aramızda olan onur ve sebat faktörüdür. Her ne olursa olsun mesele yola koyulmaktır!