Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Arap dayanışması ve sistemin yeniden inşası

Suudi Arabistan, Libya'daki Mısır girişimini gerek açıklamalarıyla gerekse de fiili olarak destekledikten sonra Mısır ve Sudan’ın su güvenliğiyle ilgilendiği açıkladı. Kamu politikaları konusundaki uzmanlığını ve Arap gündemiyle olan ilgisini takdir ettiğim bir arkadaş, Şarku’l Avsat’taki bir yazımda ele aldığım Mısır'ın Libya'daki barış ve istikrar girişimiyle ilgili yaklaşımıma şöyle bir yorum yaptı:
“Arabulucu veya girişimci Almanlar gibi tarafsız olmalıdır. Ancak bu şekilde başarılı olabilir. Fakat Mısır tarafsız değildir, bilakis taraflardan biridir.”
Onun bu yorumundan sonra yazıdaki maksadımı anlamadığını fark ettim. Hangi Arap Filistin, Libya, Suriye veya Yemen gibi bir Arap meselesinde tarafsız olabilir ki? Benim yazımda anlatmaya çalıştığım şey, Mısır'ın ulusal güvenliğini ve Arap çevresini korumak doğrultusunda bir tutum takındığıydı.
İranlılar, kendilerine bağlı olan milisler ve Devrim Muhafızları aracılığıyla çeşitli Arap ülkelerindeki çıkarları için her daim güç kullanmaya hazırlar. Türkler, yakın ve uzak stratejik çıkarları korumak ya da yeni stratejik çıkarlar elde etmek için milis ve paralı askerler kullanmaya hazırlar. Yıllardır Türk ve İran müdahalelerinin gerek bölgesel gerekse de uluslararası arenada inkar edildiğini görüyoruz. Bu ülkelerin müdahalelerine ve bölgedeki kargaşayı körüklemeye yönelik girişimlerine karşı konulmuyor. Her Arap girişiminin Arap ülkelerinde barışı ve istikrarı sağlamaya yönelik olmasından daha doğal ne olabilir ki! Ancak kuvvet diplomasisinin kullanıldığı Yemen ve Libya bir istisnadır. Bu ülkelere yönelik diplomatik müdahale hiçbir şekilde faydalı olmadı.
2013 baharında Cumhurbaşkanı Fuad Sinyora’nın merhum Suudi Dışişleri Bakanı Prens Suud Faysal’la görüşmesinde ben de bulundum. Cumhurbaşkanı Sinyora Suriye'deki fırtınalı gelişmelerle ilgileniyordu. Ben, siyasal İslam’ın demokratik bir şekilde iktidara gelmesiyle Mısır'da yaşanan gelişmeler karşısında hayret içerisindeydim. Prens Suud Faysal’ın şunu söylediğini hatırlıyorum: “Mısır, Tunus ve Cezayir için korku duymaya gerek yok. Zira burada güçlü ve kuvvetli bir tane ulusal ordu var. Her üç ülkedeki derin devlet de onunla birlikte.”
İran müdahale ettiği sürece Türkiye, Amerikalılar ve Ruslar da müdahale edecek. Arap diplomasisi iki yıldan uzun bir süredir herhangi bir başarı elde edemedi. Çünkü arabuluculuk ve uluslararası kararların baskısından başımızı kaldıramıyoruz. Ufukta Arapların istikrar sağlamak için müdahalede bulunacağına dair bir işaret olsaydı İranlılar ve diğerleri buna cesaret edemezlerdi! Suriye'de yaşananlar diğer bir dizi Arap ülkesinde de yaşandı. Müzakere diplomasisi diğer başka hususlar masaya yatırılmaksızın açgözlü kimseleri yakın veya uzak fark etmeksizin buraya çekiyor. Yemen darbesine karşı yapılan müdahale şu ana kadar meşruiyet lehine olacak şekilde ülkeyi geri alamadı. Yemen'i bilenler, burada bir türlü bitmek bilmeyen savaşların yaşandığını, en az üç farklı oluşumun bulunduğunu, el-Kaide’nin hala burada varlık gösterdiğini, sınır anlaşmazlıklarının yaşandığını, Umman Denizi ve Kızıldeniz’in güvenliğinin ortadan kalktığını ve Körfez ülkeleri için kalıcı tehditlerin ortaya çıktığını bilir. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Yemen'in güvenliği, emniyeti ve birliği ile Körfez ülkelerinin güvenliği için girişimde bulundu.
Çoğu Arap ülkesi ile uluslararası toplum tarafından desteklenen Mısır’ın Libya girişimi, barış ve umut ufuklarını açıyor ve Berlin Konferansı'na dönülmesi için katkıda bulunuyor. Bu girişim, istilaya ve paralı askerlerine bir alternatiftir. Mısır yumruğunu masaya vurmamış olsaydı, savaşlar ve çatışmalar devam etmekle birlikte yakın bir zamandaki bölünme riski de artacaktı.
Arap Birliği'nin son toplantısından beri Arap dayanışmasına, ortak savunmaya ve ortak Arap eylemine geri dönüldüğüne tanık oluyoruz. 2010 yılında Sirte’de gerçekleştirilen Libya Zirvesi'nden bu yana buna şahit olmadık. Kriz zamanlarında dayanışmayı sağlamaya ve ortak çıkarları korumaya yönelik bir Arap tutumunun kristalize olduğunu görüyoruz. Bununla birlikte bu dayanışmanın yeniden inşa edilmesi için aşılması gereken asıl zorluk, bazılarının iddia ettiği gibi Araplar arasındaki anlaşmazlıklar değildir. Asıl sebep, İran ve Türk müdahaleleri ile uluslararası politikalardır.
Bütün bunların yanı sıra Arap ülkelerinin karşı karşıya kaldığı iki büyük tehdit vardır: Dış müdahaleler ve silahlı milisler. Yürütülecek diplomasi, uluslararası toplumla koordineli bir şekilde bu müdahalelerin kademeli olarak azaltılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır. Milislerin karşısına ise tereddüt etmeksizin ulusal ordularla çıkılmalı ve bu orduların yetkinliklerini yeniden kazanmaları adına destek olunmalıdır. Siyasal İslam güçleri hakkındaki analizleri dinlemeyi bırakalım. İslam'da bir sorunu yoktur. Zira İslam gibi evrensel bir din, sahte bayraklarını insanları terörize etmek amacıyla kullanan bir milis ideolojisine dönüşemez. Önümüzde ülkelerin güvenliği, barışı ve toplumların çıkarlarının korunması için bir fırsat var. Irak gibi büyük ve zengin bir Arap ülkesinde hükümetin çalışanlarının maaşlarını ödeyememesinin makul bir tarafı var mı? Burada milislerin kendilerinden hiçbir şekilde hesap sorulmaksızın sokaklarda boy göstermeleri mantıklı mı? Yüzyıllardır zengin olan Lübnan gibi bir Arap ülkesinde halkın açlıktan kırılması nasıl açıklanabilir? Çünkü silahlı milisler ve müttefikleri bunu istiyorlar. Lübnan ve Irak için söylenenlerin aynısı ve belki de daha fazlası Libya için de söylenebilir.
Arap dayanışması ve Arap inisiyatifi dışında bir çıkış yolu yok.