Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Yoksulluk, müdahaleler ve ‘küçük ordular’

Ortadoğu'nun geleceğine ilişkin en etkileyici görüntü hangisidir? Üzerinde ‘Ben kâfir değilim, kâfir olan açıklıktır’ gibi acı dolu bir sloganla intihar eden Lübnanlı bir adamın görüntüsü mü? Yoksa ülkesinin Libya'daki güçlerini denetleyen ve bu Arap ülkesinde iki askeri üs kurmaya hazırlanan Türkiye Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın görüntüsü mü? Ya da geleceğin görüntüsü, tarihin bağrından gelen çatışmalarda boğulmuş bir bölgenin görüntüsü müdür? Bütün bu çatışmalar füzeler ve dronlar tarafından desteklenen milislerin ve küçük orduların harekete geçmesi için bir bahane görevi görüyor.
Lübnan'dan acı dolu sahnelere tanık oluyoruz. Açlıktan intihara kaçmak, Lübnan’ın tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir hikâyedir. Elbette her şeyden Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ı sorumlu tutmak istemiyorum. Sorumlu olan tek kişi o değildir. Ancak, pozisyonu nedeniyle mutlaka sorumludur ve bu karanlıkta umut ışığı yakmak zorundadır. Avn’ın henüz görev süresinin ortasında olduğunu ve kumaşında istifa etmenin olmadığı kimselerden olduğunu biliyoruz. Ancak Lübnan'dan tanık olduğumuz sahneler, onun görevinin sonuna yaklaştığımızı gösteriyor. Seçimlerden sonra kurulan hükümetin, ‘gerçek bir reform hükümeti’ olmasında kararlı olmamasından dolayı sorumludur. O günlerde yanında Saad Hariri, Velid Canbolat ve Semir Caca vardı. Suiistimal ve kötü niyetler -her ne kadar muhalefet dereceleri farklı olsa da- üç kişinin yanından ayrılmasına yol açtı. Öte taraftan Lübnanlıları, içerisindeki bulundukları girdaptan kurtarmak yerine krizi daha da derinleştiren Hasan Diyab hükümetinin kumaşından olan bir hükümetle Lübnan’ı cezalandırmaya hakkı yoktu. Uluslararası Para Fonu ile müzakerelerde masaya konan rakamlar, Lübnan arabasının uçuruma doğru sürüklendiğini gösteren skandaldan başka bir şey değil.
Lübnan'ın “Mişel Avn’ın hikayesi” olarak adlandırılabilecek bir hikâyenin sonunda elde edeceği hiçbir şey olmayacak. Avn, cumhurbaşkanlığı görevini üstlenmekte ısrar ederek ülkeyi ve halkı tüketti. Oysa açık bir programının ve müttefiki Hizbullah’tan alacağı net bir yetkisinin olmadığını görüyordu. Kendi topluluğunda geniş çaplı kabul gören bir lider olan bu adam, onun döneminin ‘devletin tamamen ortadan kalktığı bir dönem’ değil, ‘devletin prestijini yeniden kazanacağı’ bir dönem olacağını düşünen kişileri hayal kırıklığına uğrattı. Cumhurbaşkanının damadı Cibran Basil’in tek sorumlu olduğunu söyleyerek onu suçlamak istemiyorum. Fakat kendisi Lübnan'ın iç, bölgesel ve uluslararası gerçeklerinden habersiz olduğunu gösterdi. Ayrıca ülkeyi uçuruma sürükleyen ekibin başında bulunan isimlerden olduğu açıktır. Lübnan böyle bir cezayı hak etmiyor.
Lübnan’daki sahneyi sakin bir şekilde okuduğumuz zaman, ‘yolsuzluk, bölünme ve -liyakatten ziyade- sadakat’ gibi faktörlerin ülkeyi uçurumun eşiğine getirdiğini söyleyebiliriz. Tüm bunlar ülkenin çöküşü için eksik kalan koşulları tamamlıyor. Daha da endişe verici olan, Lübnan sahnesinin yoksulluk, işsizlik, dağılma ve başarısızlıkla karakterize karanlık bir görüntüsünün olmasıdır. Zikrettiğim hususlarda abartı yok. Bunun için kamplarda yaşayan Arapların sayısının Lübnan sakinlerinden fazla olduğunu söylemek yeterlidir. Okula gitmeyen Arap çocuklarının sayısı herhangi bir ülkenin nüfusu kadardır. Asıl korkunç olan rakam ise yoksulluk sınırının altındaki sakinlerin sayısıdır. Bu sayı, küçük ya da orta büyüklükteki bir devletin nüfusuyla eşdeğerdir.
Yoksulluk ve yolsuzluk gibi durumlar eğer pervasız politikalarla birleşmeseydi daha az yıkıcı olabilirdi. Bölge halkları milislerden ve ‘küçük ordulardan’ kurtulmak isterken, bir anda bölgeyi paralı askerlerin doldurduğunu gördük. Libyalılarla savaşmaları için binlerce Suriyeli militan gönderen Türkiye oldukça tehlikeli bir emsaldir. Oysa Libyalılar, ülkede daha fazla üs kurma eğilimindeki Erdoğan’ın ordusunun verdiği zararları telafi etmek için savaşıyorlar. Libya'nın garip ordular ve milisler olmaksızın Libyalılara bırakılması gerektiği söylense küstahlık olur mu? Ya da Irak'ı Iraklılara, Suriye'yi Suriyelilere, Yemen'i Yemenlilere ve Lübnan'ı Lübnanlılara bırakmak gerektiği söylense? Bu dosyaları Birleşmiş Milletler’in uhdesine bırakmak çağrısında bulunmak saflık mıdır? Büyük tehlikenin genellikle çıkarlarını garantiye almak isteyen ‘bölgesel kurtlardan’ kaynaklandığı açıktır.
Programının pazarlanmasına ilişkin en tehlikeli bahane Ankara'nın, Tahran'ın yaptıklarını tekrarlamasıdır. Bir programın rejimi devirmek veya güç dengesini değiştirmek gibi geçici başarılar elde etmesi, bunun meşru olduğu ya da mutlak bir çözüm olduğu anlamına gelmez. Haritalarına sızılmış olan ülkelere bakıldığında, bu ülkelerin finansal ve politik sıkıntılarının derinliği ortaya çıkar. Haritaları füze cephanelikleriyle kuşatmak, milis karar merkezleriyle çevrelemek ve askeri üslerle doldurmak korkunç bir Ortadoğu'dan başka bir şey vaat etmiyor. Başkentlerin, üniversitelerin ve ekranların uzak geçmişten gelen güçler tarafından istila edilmesi, yoksulluk, şiddet ve geçmişe yolculuk dışında bir şey vadetmiyor.