Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Kadın-erkek eşitliği, kadına karşı şiddet panzehiridir!

Kadına karşı erkeklerin işlediği cinayetlerin sonu gelmemektedir. Pınar Gültekin cinayeti, Ahmet Cemil Aydın isimli bir erkeğin, genç bir kadına karşı giriştiği sistematik bir kırım örneğidir. Femicide denilen kadın kırımı,  artık kontrol edilemez insani bir facia boyutlarına varmış durumdadır. Erkeklerin kadına karşı  niçin  bir  femicide  barbarlığı içine girdiği sorusu, insanlığımızın geleceği açısından birinci sırada önem taşıyan bir sorundur. Kadına karşı işlenen vahşeti, gündemin arka sıralarına itmek, önemsizleştirmek veya sıradanlaştırmak mümkün değildir. Kadına karşı şiddeti arka plana iten, önemsizleştiren veya  sıradanlaştıran her türlü tutum ve davranışı, aslında insanlığın merkezindeki krizin hastalıklı tezahürleri olarak değerlendirebiliriz. Kadın kırımına karşı ‘Önce hayat, önce kadın’ diyen yeni bir yaşam biçimi oluşturmalıyız.
Kadına karşı şiddetin panzehiri, kadın-erkek eşitliği değerinin sahici anlamda yaşam tarzı, değer, inanç ve tutum haline getirilmesidir. Kadın-erkek eşitliği değeri, duygu, düşünce ve davranış haline getirilmediği sürece, erkekler tarafından işlenen kadın kırımı devam edecektir. Kadın-erkek eşitliği ilkesi, kadının özgür ve onurlu insan olarak bütün insan haklarına eksiksiz olarak sahip olmasını gerektirmektedir. Kadın hakları olmadan, insan haklarından bahsetmenin hiçbir anlamı, değeri ve işlevi yoktur. İnsan haklarını var eden ana dinamik, kadın haklarıdır. İnsanın varlığını mümkün kılan kadın olduğu gibi, insan haklarını var eden de kadın haklarıdır.
Kadın-erkek eşitliği ilkesi, kadına karşı şiddetin, nefretin ve ayrımcılığın bütün çeşitleriyle, söylemleriyle ve pratikleriyle reddedilmesini gerektirmektedir. Kadın-erkek eşitliği, bütün hayat alanlarında kadının erkek kadar her türlü faaliyette bulunması demektir. Kadına karşı ayırımcılığın ne olduğu konusunda erkeklerin çok ciddi bir şekilde eğitilmeye ihtiyacı vardır. Erkeklerin ve kadınların, cinsiyet ayırımcılığını anlamaları için Birleşmiş Milletler tarafından 3 Eylül 1981 tarihinde yürürlüğe giren Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin (CEDAW-Bu sözleşmenin 14 Ekim 1985 Tarihinde Türkiye’de yürürlüğe girdiğini belirtelim) 1’nci maddesindeki kadına ayrımcılıkla ilgili yapılan şu tanımı çok iyi kavramaları gerekmektedir:
“Bu Sözleşmenin amacı bakımından ‘kadınlara karşı ayrımcılık’ terimi siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, kişisel veya diğer alanlardaki kadın ve erkek eşitliğine dayanan insan haklarının ve temel özgürlüklerin, medeni durumları ne olursa olsun kadınlara tanınmasını, kadınların bu haklardan yararlanmalarını veya kullanmalarını engelleme veya hükümsüz kılma amacını taşıyan veya bu sonucu doğuran cinsiyete dayalı her hangi bir ayrım, dışlama veya kısıtlama anlamına gelir. “
Kadına karşı şiddet, kadına duyulan nefretin ve  ayrımcılığın bir sonucudur. Kadına karşı şiddetle mücadele edebilmek için, kadının onurunu ve özgürlüğünü ortadan kaldıran ve kadını hayatta etkisizleştiren her türlü tutum, söylem ve uygulamayla mücadele etmek anlamına gelmektedir.
Kadın-erkek eşitliğini ortadan kaldıran, kadına karşı nefreti, şiddeti ve ayrımcılığı meşrulaştıran, normalleştiren ve sıradanlaştıran bir erkekçilik ideolojisi vardır. Erkekçilik ideolojisinin temel doğması, erkek üstünlüğü şeklindeki bir sapkınlığa dayanmaktadır. Çok erken yaşlardan itibaren erkek çocukları, aileden, eğitimden, inançlardan, folklardan, mitolojilerden, kültürden ve daha pek çok kaynaktan erkeğin kadından üstün olduğu şeklindeki ilkel sapkın inancı öğrenmektedirler. Erkek üstünlüğü doğmasının kirinden, karanlığından, ilkelliğinden ve yozlaştırıcılığından arınmak, bütün erkeklerin önünde büyük bir meydan okuma olarak durmaktadır. Erkek üstünlüğü sapkınlığından kurtulmadıkça  akla, ahlaka ve adalete dayalı normal, yapıcı ve yaratıcı bir erkek kimliğinin oluşması mümkün değildir. Erkek üstünlüğü sapkınlığı, erkek ve kadın ilişkilerini bir bütün olarak yozlaştırdığı için insanlık kültüründeki bütün çürümüşlüğün temelini oluşturmaktadır.
Erkek olmanın bizzat kendisinin kadından ve her şeyden üstün olmak için yeterli olduğunu kabul eden  erkekçilik ideolojisi, üstün olan erkeğin ne pahasına olursa olsun kadını fethetmesini gerekli görmektedir.
Erkekçilik ideolojisi, erkeğin her açıdan kadını kullanması ve kadının hayatının her alanının erkeğe her an girebileceği şekilde açık olması tarzında bir fetihçilik sapkınlığını kendisinde birleştirmektedir.
Kadın cinayetlerinde erkekler, kıskançlıktan veya reddedilmekten dolayı cinayete veya şiddete yöneldiklerini söylemektedirler. Bu büyük bir yalandır. Erkekler, kadını fethedemediklerini  düşündükleri andan itibaren şiddet yoluyla kadını fethe kalkmaktadırlar.
Ahmet Cemil Aydın isimli erkek katil, Pınar Gültekin’i boğarak öldürdükten sonra yakmakta ve üstüne beton dökmektedir. Katil, bütün bu vahşet uygulamalarını, kadını hayattayken ve öldükten sonra fethetmek için yapmaktadır.
Kadın, erkeğin fethedeceği bir hedef değildir. Fetihçilik, erkek olmak değildir. Erkekliğin kadını fethetmek demek olmadığını idrak eden yeni bir erkek kimliğine ihtiyaç vardır.
Fethetme sapkınlığı ve saplantısı yerine kadını kendine eşit muhatap kabul eden, kadının onurunu, özgürlüğünü ve hukukunu tanıyan sahici bir insani ilişkiye imkan tanıyan kadın-erkek eşitliğinin erkeklere öğretilmesi, içselleştirilmesi ve hazmettirilmesi için insani bir seferberliğe gereksinim vardır.
Kadın, erkeğin belirlediği sınırlar, kalıplar, normlar, inançlar ve alanlar içinde yaşamak zorunda değildir. Erkekçilik ideolojisi,  erkek üstünlüğüne ve erkek fetihçiliğine dayandığından dolayı kadını tanımlamakta, kadının  hangi kurallara göre nerelerde yaşaması gerektiğini belirlemeye kalkmaktadır.
Başka bir ifadeyle erkekçilik ideolojisi, kadına dair her şeyi belirleyen ve kadını inkar eden otoriter, eril ve müdahaleci bir niteliğe sahiptir. Erkekçilik ideolojisinin sapkınlıklarını erkek olmak sanan kişiler, kendi kadınlık tanımlarıyla özgür ve onurlu bir şekilde varoluşlarını ortaya koyan ve yaşayan kadınlara tahammül edememektedirler.
Farklı olmaya ve kendi olmaya çalışan bütün kadınları, her türlü kötü sıfata ve konuma yerleştiren erkekler, kadın çoğulculuğunu ortadan kaldırabilmek için kadını katletmeyi kendilerine meşru görebilmektedirler.
Kadın-erkek eşitliği, kadının erkek kadar özgür, onurlu ve farklı şekilde yaşamasına imkan vermektedir. Kadın, erkeğin belirlediği sınırlar, tanımlar ve kalıplar içinde yaşamaya mahkum bir nesne değildir.
Kadın, kendi hayatını kadınca ve insanca yaşamasına imkan veren bir akla, onura, özgürlüğe ve ahlaka sahip bireydir.
Kadının özgür, onurlu ve ahlaklı bir şekilde yaşamasının önünde duran şey, erkekçi ideolojinin akıl, ahlak ve adalet dışı  sınırlamaları, yasakları, şiddeti ve müdahaleleridir. Kadın-erkek eşitliği ilkesi, kadına ve erkeğe,  birbirlerinin hayatlarını cehenneme çevirmeden kendilerine uygun bir şekilde insan olabileceklerinin yolunu göstermektedir.