Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
TT

Sirte savaşı, Türkiye’nin Libya’ya müdahalesinin kaderini belirleyecek

Libya 2011'den beri devlet kurumlarını yeniden inşa etmek, düzeni ve istikrarı korumak için mücadele ediyor. Geçici hükümet 2012’de Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) lehine iktidardan çekildi, ancak UMH iki yıl boyunca birçok zorlukla karşı karşıya kaldı ve gittikçe ülkede düzeni koruyamaz hale geldi. 2014 yılına gelindiğinde UMH’ye destek en düşük seviyedeydi. Bu yüzden General Halife Hafter’in Libya Ulusal Ordusu (LUO) aynı yılın Mayıs ayında “el-Kerame” Operasyonunu başlattı. Libya’nın doğusundaki tüm İslamcı grupları hedef aldı ve UMH’nin feshedilmesini talep etti. Buna karşılık İslamcı gruplar Libya Şafağı (Fecr-i Libya) adı altında bir araya geldiler. Böylece, Libya’nın doğusu ve batısı boyunca LUO ile Libya Şafağı arasında savaş başladı. Bu şiddet ve savaşın ortasında krizi çözmek için yeni parlamento seçimleri düzenlendi. Parlamentoya İslamcı gruplar karşıtı ve gevşek bir biçimde Hafter’e bağlı güçler egemen oldu. Parlamento da temel meseleleri çözmekte başarısız oldu. UMH üyeleri de geçişi reddedip kendilerini Libya’nın meşru hükümeti olarak sunmaya devam ettiler. 2015 yılında çatışmalar çıkmaz bir noktaya ulaştı ve Libya iki rakip hükümet tarafından paylaşılamayan bir ülke haline geldi.
Çatışmayı durdurmayı amaçlayan uluslararası arabuluculuk girişimleri aynı yılın Aralık ayında Fas’ın Suheyrat kentinde imzalanan siyasi anlaşma ile zirveye ulaştı. Anlaşma gereğince yeni bir birlik hükümeti kurmakla görevlendirilen Fayez es-Sarrac liderliğinde bir başkanlık konseyi kuruldu. Ancak 2016’da barış anlaşması da başarısız olmaya başladı. Zira es-Serrac’ın İslamcı milis güçlerine güvenmesi doğudaki korkuları artırdı. Anlaşma aynı şekilde UMH üyeleri tarafından desteklenen aşırılık yanlısı milis güçlerin rolünü ele almakta da başarısız oldu ve Hafter gibi bazı askeri liderlere birlik hükümeti içinde bir rol vermedi. Böylece Libya, biri doğuda diğeri batıda yer alan iki rakip hükümet arasında yeniden coğrafi olarak bölündü.
Bu süreçte, Libya petrolünün üretimini ve ihracatını kolaylaştıran ana organ Libya Ulusal Petrol Kurumu, başkent Trablus’taki UMH’yi desteklemeyi sürdürdü. Keza Merkez Bankası da. UMH’yi bu finansmandan mahrum bırakmak için Hafter, Eylül 2016’dan itibaren petrol sahalarını ve limanları ele geçirmek amacıyla bir dizi saldırı başlattı. Petrol hilali ve güneydeki petrol sahalarını ele geçirmesi, UMH’yi finansal olarak kısıtladı. Bunun üzerine UMH, kendisine bağlı kuzey petrol şirketini ve Merkez Bankası’nın doğu şubesini açmaya çalıştı. LUO’nun önemli petrol altyapısı üzerindeki kontrolünün sürmesi kendisine büyük bir siyasi pazarlık kartı sundu. Son askeri zaferinin desteği ile Hafter, başkent Trablus’u UMH’den geri alabileceğini düşünmeye başladı.
Bütün bu gelişmeler Libya’yı mevcut duruma ulaştırdı. Temsilciler Meclisi’nin desteklediği LUO, 2014 yılında “el-Kerame” operasyonunu başlattı. Bu operasyon İslamcı nüfuzu sınırlamakta başarılı oldu ve eski Kaddafi destekçileri ile laiklerden, çeşitli bölgesel ve küresel etkin taraflardan büyük destek gördü. Bu noktadan itibaren başlangıçta UMH’yi destekleyen Fransa’nın Hafter’i desteklemeye başlaması dikkat çekiciydi.
2011 yılındaki Arap devrimlerinden sonra Fransız karar yapıcılarına hakim olan algı, sadece güçlü bir askeri figürün İslamcı isyanı ve toplu göçü kontrol altına alabileceği şeklindeydi. Bu nedenle Paris’teki karar alıcılar, Libya’da devlet kontrolünün olmadığı bölgelerde faaliyet gösteren sayısız İslamcı gruba düzeni dayatabilecek tek aktörün Hafter olduğuna inanıyorlar. Fransa bu bölgesel mücadeleyi, Sahel bölgesinde Mali (halihazırda devlet başkanının istifası isteniyor), Çad ve Nijer’deki zayıf hükümetleri tehdit eden İslamcı ayaklanmaya karşı yürütülen daha büyük savaşla ilişkilendiriyor. Bütün bu ülkeler Fransa’nın söz konusu isyana karşı başlattığı “Barkhane” Operasyonu’na katılıyor.
Her ne kadar uluslararası toplum genel olarak uluslararası tanınırlığa sahip bir hükümet olarak UMH’yi desteklese de kendisinin en temel iki destekçisi Türkiye ve Katar’dır. UMH’de Müslüman Kardeşler ile Türkiye yanlısı unsurların varlığı, Türkiye ve Katar’ın Trablus hükümetini kabul etmelerinde ve desteklemelerinde öncelikli bir rol oynamaktadır. 2013 yılında eski Mısır devlet başkanı Muhammed Mursi’nin devrilmesinden beri Katar, daha az düşman bir bölgesel rol oynuyor ama Ortadoğu’nun her yerinde siyasal İslamcıları finansal olarak desteklemeyi sürdürmektedir. Türkiye ise Libya'yı büyük bölgesel stratejisinin kritik bir bileşeni olarak görmektedir. Dahası, Türkiye’nin müttefiki UMH, yine Türkiye’nin en önemli rakibi olan Mısır’ın komşusu. Buna ek olarak Libya, Türkiye'nin Yunanistan ile devam etmekte olan çatışmasında faydalanmaya çalıştığı doğalgaz rezervlerine de sahip. Bu nedenle, Türkiye UMH ile askeri yardım (hatta belki de es-Serrac’ın Türkçeyi öğrenmesi) karşılığında sondaj çalışmaları dahil birçok alanda işbirliğini öngören bir ikili anlaşma imzaladı. Türkiye’nin Trablus hükümetine yönelik artan desteği, Ankara'nın enerji arzını sağlama ve Doğu Akdeniz’deki doğalgaz yataklarına ulaşım kapasitesini genişletme arzusundan kaynaklanıyor.
4 Nisan 2019’da Hafter ve LUO, Trablus’u ele geçirmek ve UMH’yi kovmak için Batı Libya’yı hedef alan operasyonunu başlattı. Müttefiklerinin desteği ile LUO Libya’nın batısına saldırdı ve Trablus’un eteklerine ulaştı. Ne var ki Türkiye 2020’nin Nisan ayında, UMH’ye verdiği desteği yoğunlaştırıp Libya’da deniz ve hava kuvvetlerini, birliklerini ve paralı askerlerini konuşlandırmaya karar verdiğinde, hızlı ilerleyen başkenti geri alma operasyonu aniden durdu. Bu müdahale Hafter'in Trablus'a ulaşmasını ve stratejik girişimini engelleme konusunda belirleyici oldu. 18 Mayıs’ta el-Vatiyye Hava Üssü’nün ele geçirilmesi Hafter’in batıdaki stratejik varlığına güçlü bir darbe indirdi.
2014 yılından beri Hafter’in kontrolünde olan Vatiyye Üssü, Trablus çevresindeki UMH’ye ait mevzilere hava saldırıları düzenlemek için elzemdi. Hava üssünün düşmesinden sonra UMH, Zintan, Zuvare, Trablus Uluslararası Havaalanı dahil LUO’nun kalelerini ele geçirdi. 5 Haziran’da ise Hafter’in Libya’nın batısındaki son kalesi Tarhuna kentini ele geçirdi. LUO geri çekildi ve Akdeniz kıyılarında bulunan, daha önce UMH’nin kontrolünde olan Sirte şehrine çekildi. Bunun üzerine Libya petrol ihracatının kapısı sayılan Sirte’yi geri almak için Türkiye’nin desteğiyle UMH, saldırılar düzenlemeye başladı. Halihazırda savaş hattı Sirte çevresinde düğümlenmiş bulunuyor. UMH kuvvetleri ile Türkiye’nin göndermiş olduğu paralı askerler, şehrin merkezinin 25 km batısında konuşlandı.
Bütün Arap dünyası gibi elbette Mısır da Türkiye’nin hareketlerini yakından takip ediyor. Mısır, Araplar ve Avrupa, Türkiye’nin Sirte şehrini ve petrol hilalini ele geçirmeyi istediğini biliyorlar.
Bu askeri gelişmeler ve dış Libya hamleleri elbette yalnızca bu ülkedeki istikrarsızlığın uzamasına neden olacak.
15 Temmuz’da Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi, Mısır’ın Libya’ya askeri müdahalede bulunmasına izin veren teklifi onayladı. BAE, Libyalı taraflar arasında derhal ateşkes ve diyalog çağrısında bulundu. BAE’nin bu açıklaması, Türkiye Savunma Bakanının “Sirte, LUO’nun kontrolü altında oldukça hiçbir ateşkesi kabul etmeyecekleri” açıklamasından sonra geldi. 20 Temmuz’da Mısır parlamentosu, Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi’ye gerekli gördüğünde Libya’ya müdahale yetkisi verdi.
Dünya, Libya iç savaşının olası bir dönüm noktasına ulaşmasını izliyor. Çatışmalardaki ilerleme Sirte'nin kontrolüne bağlı. Mısır ve Türkiye arasındaki bölgesel gerilimler daha önce hiç bu kadar yüksek olmamıştı. İki bölgesel güç arasındaki doğrudan çatışma, insani bir kriz yaratabilir ve bu çatışmada siyasi çözüme yönelik tüm olasılıkları sona erdirebilir. Ancak akla kötü niyetli sayılabilecek şu soru da gelmiyor değil: Türkiye, Mısır’ın geçmişteki Yemen müdahalesi gibi Libya’ya müdahale ederek güçsüzleşmesini mi istiyor yoksa İran’ın Suudi Arabistan’ı Yemen’de meşgul etmesi gibi o da Mısır’ı Libya’da meşgul etmek mi istiyor? Bu iki Arap olmayan ülke Arap ülkelerinden ne istiyor?