Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

BAE – İsrail Barış yapımı

ABD ve Başkanı Donald Trump’ın himayesinde BAE ile İsrail arasında yeni bir barış süreci başladı. Bu barış süreci Filistinlilerin hakkını koruyor ve destekliyor. Filistin ile İsrail arasındaki doğrudan müzakere sürecine müdahale etmeyip konuyu sahiplerine bırakıyor.
Birkaç gün önce, başarısını etkileyebilecek sızıntılar olmadan sürpriz bir şekilde deklare edilen bu anlaşma, herhangi bir ilerleme ya da başarı hatta başarı ya da değişim beklentisi olmadan uzun bir durgunluk süreci geçiren Ortadoğu'daki barış sürecinde önemli bir atılım teşkil ediyor. İsrail bu durgunluğun bir bölümünden sorumlu olabilir ama bu bağlamda suçlanacak tek taraf o değil. Adil Filistin davasında, 70 yıldan fazla bir süre büyük şeyler istemekte direten, gücün hakkını unutup hakkın gücüne güvenen Filistinlileri memnun edecek bir siyasi çözüm olmadı. Hakkın gücü prensip, gücün hakkı da silahtır. Prensip, silah karşısında ayakta duramaz. Filistinlilerin ne yazık ki sonu görünmeyen ölümcül kayıplar zinciri işte burada başladı. Arap ülkelerinin Filistin davasını istismar etmek için benimsedikleri Nasırcı ve Baasçı milliyetçi sloganlar ile hiçbir işe yaramayan solcu sloganlar, İran ve Türkiye liderliğinde Arap olmayan bazı ülkelerin Filistin'e yönelik bölgesel müdahaleleri işleri daha da kötüleştirdi.
Filistin davasının herhangi bir siyasi atılım oluşturamadan yerinde saymaya devam etmesinden ve Filistinlilerin uzun süredir verdikleri tavizlerden sonra BAE’nin kararı doğru yönde alınmış doğru bir karardır. Filistinlilerin verdikleri tavizlerin tek sorunu, her zaman kaçan fırsatlardan ardından verilmeleriydi. Sözgelimi Filistinliler, seksenli yılların başında önerilen “Fahd Barış Projesi” fırsatını kaçırdıktan sonra 1993 yılında Oslo Antlaşması’nı imzaladılar. Bu proje, Oslo öncesi ve sonrasındaki uzun bağlamda kaybedilen fırsatlardan sadece biriydi.
Filistin davasının sorunlarından biri de hedef belirlememekten kaynaklanıyor. Filistin liderliği tam olarak ne istiyor? Hakkın tamamını mı yoksa gerçekçi çözümler mi istiyor? Hakkın tamamı mevcut zaman ve koşullarda hiçbir şekilde elde edilemez. Bunu seçmek, barış sürecini tamamıyla ret etmek, Filistin topraklarındaki Filistin yönetiminden vazgeçmek, yeniden dağılmak ve sadece hakka tutunmak demektir. Fakat Filistinlilerin seçimi kesinlikle bu değil. Çeyrek yüzyıldan uzun bir süredir Oslo sürecini yürütmeleri, rasyonel ve gerçekçi seçeneği sürdürmeleri bunun kanıtıdır. Bugün sorunun temeli, Filistin liderliğinin bu iki seçenek arasında gidip gelmesidir. Bir prensibe bir gerçekliğe meyletmesidir. 70 yıldır Filistinliler, geçim kaynakları, yaşamları, işleri ve güçleri, otoriteleri ve büyükelçilikleri, kısacası hayatlarının her ayrıntısında Arap ülkelerinden, özellikle de zengin Körfez ülkelerinden gelen yardımlara tamamen bağımlı bir durumdalar. Her zaman destekleyici devletlerin müdahalesi olmaksızın, bu ülkelerin çıkarlarına ve karşılaştıkları zorluklara kayıtsız kalarak seçeneklerinin tamamen kendi ellerinde olmasında ısrar ettiler. Kutsal bir davayı tüketmenin ve sadece bir şantaj kaynağından ibaret hale getirmenin, söz konusu davanın kutsallığını kaybetmesine ve destekçilerini uzaklaştırmaya yol açabileceğine dikkat etmediler.
Birçok Arap ülkesinde gençler, Filistin davasına karşı coşkularını kaybetmeye başladılar. Çünkü bu dava uzun bir süre Arap ülkeleri, bölgesel güçler, hatta bazı Filistinli akımlar tarafından istismar edildi. Filistin halkını önemsemeyen, aksine sadece onun arkasına gizlenen siyasi davalarında kullanıldı. Bugün Filistin saflarında görülen çatlağı oluşturan Filistin bölünmesi, İran, Türkiye, Katar, Mısır ve Gazze’deki Müslüman Kardeşler başta olmak üzere siyasal İslam gruplarının tam desteği ile gerçekleşti. Amacı da Filistin’e değil bu taraflara hizmet ediyordu.
Hamas, silah gücüyle İsrail’i değil Filistin halkını öldürüp kanını dökerek Gazze’nin kontrolünü ele geçirdi. Başta Mahmud ez-Zahar olmak üzere Hamas liderleri birçok kez Filistin’in Hamas için bir şey ifade etmediği açıklamalarını yapmışlardı. Mısır’da iktidarda olduğu süre içinde Müslüman Kardeşler, İsrail ile ulaştıkları anlaşma planı kapsamında Sina’nın bir bölümünü Gazze halkına tahsis edecekti. Dönemin cumhurbaşkanı İsrail başbakanına gönderdiği mesajda kendisine “Aziz dostum” şeklinde hitap etmişti.
Mısır, Filistin Ulusal Otoritesi ve Ürdün dahil olmak üzere birkaç Arap ülkesi İsrail ile ilişkiler kurdu. Bu ülkeleri, doksanların ortasından itibaren İsrail ile neredeyse tam bir ilişki ve görünür ittifak kuran, karşılıklı ziyaretler gerçekleştiren Katar takip etti. İsrailli yetkililer Doha’yı ve Al-Jazeera kanalını ziyaret ettiler ve Katar medyasının değişmez yorumcu ve analistleri oldular. Erdoğan Türkiyesi’nin de İsrail ile ordu ve askeri imalat alanında işbirliğine varan müttefik ilişkileri bulunuyor. Buna rağmen, sloganlarıyla bazı saf insanları kandırmaya devam ediyorlar. Ne var ki bunlar sadece siyasal İslam takipçilerinden oluşan bir grubu ikna etmektedir.
BAE, İsrail devleti ile ilişkilerin gelişmesi için doğal bir yol açtı. Arap ve Körfez ülkeleri de kendisini bu yoldan takip edeceklerdir. Nitekim, Umman Sultanlığı ve Bahreyn, BAE’nin attığı bu adımdan duydukları memnuniyeti açıkça dile getirdiler. Bu, 70 yıla hakim olan tüm başarısız engelleri aşan bir Arap hareketi oluşturacaktır. Filistin davasının kutsallığını kullanarak uzun bir süredir kardeşlerine ve komşularına şantaj yapmaktan mahrum kalacak bazı Filistinli liderlerinin kızgınlıklarının nedeni de işte budur.
Araplar minnet yapmadan ve hesap sormadan Filistin’e büyük ve uzun süreli bir destek verdiler. Ancak, Filistinlilerin kararların tekellerinde olması ısrarları, geniş çaplı yolsuzluk, liderlerin yaşlılığı ve herhangi bir atılım gerçekleştirmekten aciz olmaları, kardeş ülke ve halklara önceliklerini gözden geçirmek ve ulusal önceliklerini ilk sıraya yerleştirmekten başka çıkar yol bırakmıyor.
BAE’nin tutumu birçok Arap ülkesi tarafından desteklenmektedir. Geleceği, gelişimi, ilerlemeyi ve yükselme arayışında olan Arap gençleri tarafından daha çok desteklenmektedir. Bunun da ötesinde, İran ve Türkiye'den kaynaklanan bölgesel tehlikelere karşı koyma tarafından desteklenmektedir.   
Bu satırların yazarı ve başkaları, Körfez devletlerinin İsrail tehdidi karşısında Arapların yanında uzun süre durduğuna, şimdi de İran tehdidi karşısında Arapların Körfez devletlerinin yanında durma zamanlarının geldiğine ikna etmek için Arap entelektüelleriyle sürekli tartışmalara girmiştir. Ancak hepsi  boşunaydı çünkü İran ve tehditlerini kınamamakta açıkça direttiler. Hatta bazı Filistinli akımlar, Körfez ülkelerine karşı alenen Tahran ile ittifak kurarken bazıları da İran’ın Körfez ülkelerine yönelik tüm tehditlerine sessiz kaldılar.
Son olarak; ne BAE ne de Körfez ülkeleri ve halkları hiçbir zaman ve kesinlikle verdikleri desteği Filistin halkının başına kakmamışlardır. Gelecekte de bunu yapmayacaklardır. Fakat bölgede ve dünyadaki koşullar 70 yıl içinde büyük ölçüde değişti ve tepe taklak oldu. Zaman, var olan tüm sloganları, imkanları ve dengeleri aştı. Şimdi, ne milliyetçilik ne de enternasyonalizmle ilgilenmeyip öncelikle kendisinin ve halkının çıkarlarıyla ilgilenen modern ulus devletler çağındayız.