Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Okların gösterdiği

"Düşman okunu takip ediniz, o sizi hak ehline götürür." (İmam-ı Şafi)
İnsanların en çok yaptıkları şeylerden birisi de geldikleri yerleri unutmaktır. Son zamanlarda yaşanan “Yola çıkılanları yolda karşılaşılanlarla değiştirmeyi” de bu unutma türüne dahil etmek mümkündür.
Söz konusu zaaflarla toplumun her kesiminde karşılaşmak mümkün olsa da siyaset alanında bu daha sık rastlanılan bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. Dünü unutmak ve bu güne göre hareket etmek meşhur bir siyasi söylemi akıllara getirmektedir:
“Dün dündür bu gün bu gündür.”
“Dünü unutarak ve yok sayarak veya dün birlikte olunanları yok sayarak ve onları istenmeyen ilan ederek sağlıklı yol almak mümkün müdür?” sorusu mutlaka üzerinde düşünülmesi gereken bir sorudur.
Yapılan uygulamalar veya alınan kararlar nedeniyle birileri siyasetin baş aktörlerini ve yakın çevrelerindekilerini eleştirmeye dursun, hemen aforoz edilir ya da trollere yem edilir.
Bunun en son örneklerinden birisi de baştan beri mevcut yönetimi destekleyen ve hatta savunuculuğunu yapan bir yazarın yönetimin imzaladığı bir sözleşme ve onun savunucuları ile ilgili eleştirilerde bulunması sonucunda karşıya kaldığı durumdur.
Söz konusu yazarın eleştirisini yaparken kullandığı üslup eleştirilebilir ve hatta doğru bulunmayabilir. Daha da ötesi hata yapmış olabilir. Üsluptan dolayı yazarı eleştirebilirsiniz de hepsine eyvallah. Ama bu ve benzeri kişilerin nerede ve ne zamandan beri kiminle yürüdüğünü iyi takip edilmelidir. Dahası söyledikleri daha çok hangi çevreleri rahatsız etmektedir?
Kaldı ki söyledikleriyle neyi ve kimleri kastettiğini açıklamasına rağmen kraldan daha çok kralcı olanlara ne oluyor? Bilemiyorum. Bu satırlarla amacımız yazarı savunmak değildir. –zaten buna ihtiyacı da yoktur.-  Amacımız insanları bir çırpıda harcamanın hem de hak adına değil siyaset ve siyasetin dayattığı değerleri korumak adına bunu yapmanın kabul edilemez olduğunu ortaya koymaktır.
Yazar bir insandır ve insanlar hata yapabilirler. –Kaldı ki yazar karşı çıktığı ve eleştirdiği bu konuda yalnız da değildir. Bu konu, yönetimin tabanını oluşturan geniş toplum kesimlerini haklı olarak rahatsız etmektedir.-
Varsayalım ki hata yapmış olsun, yaptıklarını bütün olarak değerlendirerek bir yargıya varmak gerekmez miydi? Bu konuda en güzel örnek Hz. Peygamber döneminde yaşanan Hatıb b. Ebi Belta olayıdır.
Hâtıb, Mekke’nin fethi için yapılan hazırlıkları görünce orada bulunan akrabalarının hayatından endişe duymuş ve Kureyş’in bazı ileri gelenlerine olayı haber verirse onların bundan memnun kalıp yakınlarını himaye edeceklerini düşünmüştü.
Bu sebeple Mekke’nin fetihi hazırlıklarını içeren bir mektubu bir kadınla Mekke’nin ileri gelenlerine göndermişti. Hz. Peygamber ise yaptığı hazırlıkları karşı tarafın bilmesini istemiyor, Hayber’e doğru sefer yapacağını söylüyordu. Olayı vahiyle öğrenen Resûl-i Ekrem Hatıb’ın savunmasını dinledi ve onu kabul etti. Hâtıb’ın öldürülmesini isteyen Ömer’i (r.a.) yatıştırmak için de onun Bedir Gazvesi’nde bulunduğunu, Allah Teâlâ’nın Bedir’e katılan müminlerin gayretlerini övdüğünü hatırlattı.[1]
Hz. Peygamberin bu davranışı olayları ve şahısları değerlendirirken bütüncül bir bakış açısı ve vefa denilen çok önemli bir değeri dikkate alarak hareket edilmesi gerektiğini, inandığını söyleyen herkese öğretmektedir.
Bu tür hadiselerde hakikat nasıl bulunacak sorusunun cevabı kanaatimizce şudur: Düşman oklarının kime yöneldiğine ve söylenilenlerden kimin rahatsız olduğuna bakılarak elbette.
Zira söylenilenlerden ve eleştiri getirilen konulara baktığımızda bir kısım feminist iktidar siyasetçisini bir kenara bırakırsak helal-haram kaygısı olmayan ve ailenin değerlerini koruma dertleri olmayan güruh oldukları açıkça görülmektedir.
Mesele sadece İstanbul Sözleşmesi değildir; asıl mesele aile kavramına İslam dininin koymuş olduğu birtakım değerlere savaş açmak anlamını taşıyabilecek uygulamaların önünü açmaktır.
İstanbul Sözleşmesi ile olmaz başka sözleşmeler ve yasalar ile olur. Adı önemli değil muhteva ve nitelik önemlidir. Nitekim daha önce 163. maddenin kaldırılmasına sevinen mütedeyyinlerin 141. ve 142. maddelerle nasıl baskı altına alındığını ve heveslerinin kursaklarında bırakıldığını unutmamak gerekir.
Dolayısıyla sadece İstanbul Sözleşmesi’ne değil, sözleşmede problemli olan ne varsa, hangi ad ve şekil ile çıkarsa çıksın buna karşı çıkmaktır esas olan.
Buradan şu çağrıyı yapmak istiyoruz. Ey “SİYASİ ERK SAHİPLERİ” ve “KADEM”ciler nerden geldiğinizi ve kimlerle yola çıktığınızı unutmayın. Günü kurtarmak adına yola birlikte çıktıklarınızı, yolda karşılaştıklarınızla değiştirmeyin!
Sözleşmenin birtakım maddelerinin bizim inanç ve değerlerimize uymadığı ve bunun toplumu rahatsız ettiği açıktır. Başta kadınlar olmak üzere insana her türlü şiddete karşı olunmalıdır. Fakat kadını koruyacağız diye ailenin parçalanmasına neden olabilecek uygulamaların yapılması ve birlikte yola çıkılanlara yapılan bu orantısız karşı çıkışın siyasi aileyi de parçalama potansiyeli taşıdığı ortadadır. Daha önce yaşanan pek çok olayda olduğu gibi yapılan yanlıştan dönmenin yollarının aranması ivedi olarak gerekmektedir. Vesselam…
[1] Olayla ilgili geniş bilgi için bkz: https://islamansiklopedisi.org.tr/hatib-b-ebu-beltea . 13.08.2020.