Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

Gizli güçler ve korona savaşı

Koronavirüs geçen yılın sonunda ortaya çıkmasından bu yana komplo teorileri durmadı. Tedavisi ve kendisine karşı bağışıklık kazandıracak aşı bulunsa da durmayacağını sanıyorum. Dünyanın dört bir yanında çok sayıda ülke, ikinci dalga korkusu ortasında, vaka sayısının gerilemesinden kısa bir süre sonra yeniden artışı kontrol altına almak için mücadele ederken cumartesi günü komplo teorisyenlerinin önderliğinde birkaç Batı başkentinde gösteriler düzenlendi. İnsanlığı kontrol etmeye çalışan, “gizli dünya hükümeti” olarak tanımladıkları gizli güçlerin ve etkili bir azınlığın yönettiği komploları ve planları hayata geçirmek için bir kandırmaca olduğu gerekçesi ile maske takma, tarama testleri, kapatma tedbirleri, sosyal mesafe gibi hükümetlerin aldıkları önlemler protesto edildi.
Bu gösterilerde kullanılan bazı sloganlar ve pankartlar oldukça tuhaftı. Sözgelimi “Maske bağışıklığı zayıflatıyor” veya “Tıbbi despotluğa hayır” gibi. Bunların kimisi de “Özgürlüğe evet, korkuya hayır”, “Yeni normale hayır” ve “Korona bir yalandır” gibi yaygın ve bilindikti. Bazı başkentlerde göstericilerin sayısı yüzleri, bazılarında binleri geçmese de bu komplo teorilerinin internet ve sosyal medya platformlarından popüler olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Keza bazı radikal hareketlerin, 2 yıl süren (1918-1920) ve 50 milyon kişinin öldüğü İspanyol Gribi’nden bu yana dünyayı vuran bu en tehlikeli virüsle yüzleşmek için hükümetlerin benimsediği politikalara karşı korkuları ve duyguları körüklemek, yanlış bilgiler yaymak için komplo teorilerini kullandı. Bu durum, bunların etkisinin hükümetleri endişelendirdiği gerçeğini değiştirmiyor.
Komplo teorileri birinci aşamada, “Kovid-19” salgınının gizli güçlerin ve Batılı hükümetlerin teşvik ettiği bir aldatmaca olduğuna odaklanırken şimdi ikinci aşamada koruma tedbirleri, aşı ve aşılanmaya karşı çıkmayı hedefliyor. Bu bağlamda aşının insanları kontrol etmek ve tüm hareketlerini izlemek için vücutlarına küçük bir çip yerleştirmek, bazı grupları (yaşlılar ve belirli etnik gruplar) ortadan kaldırmak için onlara ölümcül dozlar vermek şeklinde olacağı iddiaları destekleniyor. Sonuç olarak bu tür iddiaların ve diğer olumsuz düşüncelerin insanlar üzerindeki etkisi hakkında ciddi endişeler ortaya çıktı. Zira bu, salgını durdurma çabalarını engelleyebilir ve gelecekte kullanılacak herhangi bir aşı hakkında şüpheler uyandırabilir. Bu nedenle kimi taraflar, sosyal medya platformlarına yalanları ve komplo teorilerini engelleme, hükümetlere ve Dünya Sağlık Örgütü’ne yönelik zararlı iddialara karşı çıkmak ve bunları çürütmek için daha fazla çaba göstermeleri çağrısında bulunmaya başladılar.
Bu kampanyalara paralel olarak ülkeler, büyük ilaç firmaları ve araştırma laboratuvarları arasında ilk olmak için süren çılgın yarış doğrultusunda bilimsel ve tıbbi çabalar yoğunlaşıyor. Şu anda 100’den fazla potansiyel ilaç ve aşı üzerinde deneyler yapılıyor. Bu deneylerden bazıları ileri aşamalara ulaştı ve ümit verici ilk sonuçlar verdi. Aşının bulunması yalnızca bir bilimsel atılım değil, aynı zamanda milyarlarca dolar kâr sağlayacak bir hamle de olacak. İşin komik yanı Amerikan "Atlantic" dergisine göre deneylerin hızlanmasının, ABD’deki laboratuvarlarda denek maymunu sıkıntısına yol açmış olması. Bilindiği gibi herhangi yeni bir aşı, insanlarda kullanılmadan önce genellikle maymunlarda test ediliyor. Ne var ki sorun bundan daha karmaşık ve bu tür deneyler için uygun laboratuvarların sayısının sınırlı olmasıyla ilgili olabilir.
Deney sürecinde ilaç enjekte edilen hayvanlar, ölümcül hastalık mikroplarını yaymamaları için yüksek önlemlerle donatılmış özel odalara yerleştirilirler. İroni şu ki ABD Başkanı Trump’ın “Çin virüsü” adını vererek korona salgınından kendisini sorumlu tuttuğu Pekin yönetimi, ABD’li laboratuvarların en büyük denek maymun ihracatçıları arasında yer alıyor.
Endişe verici olan şey, aşıyı keşfetme yarışının hızlanması nedeniyle bazı laboratuvarların ve şirketlerin maymunlar üzerinde test aşamasını atlayıp doğrudan gönüllü insan grupları üzerinde deney yapmaya başlamalarıdır. Bu, ciddi etik soruları gündeme getiriyor. Aşılar ve ilaçlar insanlarda test edilmeden önce birçok deneye tabi tutulur. Denemeler 12 ila 18 ay veya daha uzun bir zaman boyunca sürer. Bundan sonra pazarlama ve insanların kullanımına sunulması için gerekli onay belgeleri alınabilir. Bu nedenle birçok kişi, bazı şirketlerin acele ederek yeterince test edilmemiş bir aşıyı veya ilacı piyasaya sürmelerinden korkuyor. Bu da aşıların etkinliğinden şüphe duyulmasına yol açıyor. Bu aşıların etkin olup olmamasından daha tehlikeli olanı ise enjekte edildikleri kişilerin sağlığını koronavirüsten daha çok tehdit eden komplikasyonlara neden olmalarıdır. Çünkü bu durum, komplo teorisyenlerinin eline yeni bir gerekçe verecektir.
Aşının onaylanmasından sonra birçok şüpheciyi aşı yaptırmanın gerekliliği konusunda ikna etmek, hükümetlerin karşılaşabileceği bir başka sorun. Özellikle geçmişte denenmiş ve birkaç yıl sonra zararlı oldukları ortaya çıkmış aşıların varlığı nedeniyle bu konuda şüpheleri olan ve aşı olmayı reddeden çok sayıda insan var. Son zamanlarda yapılan bir ankete göre, örneğin, İngiltere’de her altı kişiden biri kullanıma sunulduğunda aşı olmayı reddedecek. Bunun nedeni ya aşının etkinliğine güvenmiyor olmaları ya da komplo teorisyenlerinin aşıların zararları, insanları korkutmanın ve onları kontrol etmenin, yaşlıları öldürmenin, belirli etnik grupları imha etmenin bir yolu, kötü gizli güçlerin planlarının bir parçası olduğu hakkında söylediklerine inanmaları.
Mesela ABD’de bazı çevreler, komplo teorileri ya da geçmişte diğer hastalıklarda kullanılan aşıların olumsuz sonuçlarına dayanarak aşılanmaya karşı çıkan büyük grupların varlığının ışığında, mevcut yönetimin veya başkasının, insanları aşılanmaya zorlayıp zorlayamayacağını sorguluyorlar. Uzmanlar, Kongre ve korona salgını gibi sağlıkla ilgili acil durumlarla başa çıkma yetkisine sahip eyalet valilerinin (neredeyse her eyalet yönetimi salgınla farklı bir şekilde mücadele etti) onayını gerektirdiği için ABD yönetimlerinin aşıyı zorunlu kılamayacağını söylüyorlar. Hiç şüphe yok ki insanları aşı yaptırmaya zorlama girişimleri internet platformlarında, sokaklarda ve mahkemelerde bazı grupların direnişiyle karşılaşacaktır.
Komplo teorilerine inananlar, koronavirüsü kontrol altına alma ve yaygınlaşmasını önleme çabalarının bir parçası olarak birkaç ülke tarafından uygulanan "test ve takip" sistemini de reddediyorlar. Takip sisteminin, hükümetlerin insanlar hakkında kişisel bilgi toplama ve hareketlerini takip etmeye yönelik bir planından başka bir şey olmadığını söylüyorlar. İnsanları “Polis sağlık sistemi” adını verdikleri bu sistemi reddetmemeye teşvik ediyorlar. Komplo teorilerine inananların tamamı, bazılarının tasvir ettiği gibi "cahil ve aptal" değiller. Bu eğilimin arkasında önde gelen ve kültürlü kişiler de var. Bunlar genellikle hükümetlerin baskı ve otoriterliğini kesinlikle reddeden ve özgürlükleri kısıtladığını düşündükleri her harekete karşı çıkan kişilerdir.
Komplo fikirleri ve teorileriyle mücadele ne yenidir ne de korona salgınıyla sınırlıdır. Ancak sosyal medya platformlarının artan etkisi ve burada birçok yanlış bilginin yayılması ışığında karmaşık ve potansiyel boyutları son derece tehlikeli bir konu haline geldi. Komplo teorisinden etkilenenlerin oranı, dünya ekonomilerini yok eden ve insanların hayatlarının parametrelerini değiştiren virüse karşı bir aşının keşfedilmesini sabırsızlıkla bekleyenlerin oranına kıyasla küçük olabilir. Fakat asıl sorun koronavirüsün hızla yayılma kapasitesini sürdürüyor olması. Zira komplo teorileri ve yanıltıcı fikirleri takip eden bu azınlık, vektör (taşıyıcı) olup çoğunluğu tehdit eden odaklara dönüşebilir. İşte bu da felaketin ta kendisidir.