Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

Barış isteyenler, karşılıksız elde edemezler!

ABD’nin İsrail'in yalnızca güvenliğini değil, bölgedeki diğer ülkeler üzerindeki askeri üstünlüğünü de güvence altına almaya bağlılığını sürdürdüğünü açıklamasında yeni bir şey yok.
Daha önce de birçok ABD başkanı, kendilerine ne zaman bu konu sorulsa ülkelerinin buna hazır olduğunu ifade etmekten, fırsat bulduklarında bunu göstermekten kaçınmadılar. Bu, İsrail’in 15 Mayıs 1948 tarihindeki kuruluşundan bugüne Beyaz Saray’da ikamet eden tüm başkanların döneminde defalarca tekrarlandı.
15 Mayıs 1998’de The New York Times gazetesi, İsrail’in kuruluşunun 50’inci yıldönümü vesilesiyle o günkü sayısıyla birlikte özel bir ek hazırlamıştı. Bu ekte, İsrail devletinin kuruluşu deklare edildiğinde yönetimde olan Henry Truman’dan başlayarak özel ekin yayınlandığı tarihte yönetimde olan Bill Clinton’a kadar ABD başkanlarının İsrail’e yönelik bu taahhüde karşı tutumlarını dikkatlice incelemişti.
Bu eki okuyanlar, tüm ABD başkanlarının farklı politikalarına rağmen değişmeyip sabit kalan tek bir şeye bağlı kaldıklarını, her başkanın göreve geldiğinde farklı bir biçimde ve kelimelerle de olsa neredeyse önceki başkanların söylediklerini tekrarladığını fark ettiklerinde ne kadar şaşırmışlardır.
Ne var ki, ciddi bir şekilde dikkatimizi çekmesi gereken asıl nokta, Başkan Donald Trump yönetiminin bu konudaki rolünü fazlasıyla yerine getirdiğidir. Bu yüzden ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da, geçen hafta pazartesi günü İsrail Başbakanı ile düzenlediği basın toplantısı sırasında, ülkesinin İsrail’in askeri üstünlüğünü korumaya bağlı olduğu açıklamasını yaptı.
Şu anda bölgede yaşanan atmosferden önce, herhangi bir ABD yönetimi Dışişleri Bakanı Pompeo’nun yaptığı gibi bu taahhüde bağlı kalmayı sürdürdüğünü açıklayabilirdi. Bu, garip karşılanmaz ve hiç kimseyi şaşırtmazdı. Ancak, Pompeo’nun bölgeyi ziyaret ettiği sırada var olan atmosfer geçmiştekinden çok farklı, dolayısıyla temsil ettiği ve onun adına konuştuğu yönetimin, aynı meselede kendinden önceki yönetimlerin söylemlerinden farklı bir siyasi söylem benimsemesi gerekirdi.
13 Ağustos’ta BAE ile İsrail arasındaki ilişkilerin başlayacağı duyurulduğunda, bunun ABD’nin sponsorluğu ve himayesinde gerçekleştiği de duyurulmuştu. Amaç, hala olduğu gibi bölgede barışı tesis etmekti. 2002’de Beyrut’ta düzenlenen Arap Birliği Zirvesi’nde sunulan, İsrail’e işgal altındaki topraklardan çekilmesi (ki bunun bir alternatifi yok) karşılığında Arap ülkeleriyle barış öneren Arap Barış Girişimi’ni temel alan bir barışı tesis etmek.
Bugünlerde bölgeye hakim olan atmosfer budur. Böyle bir atmosferde, Pompoe’nun ziyareti sırasında bahsettiği ve İsrail’e ülkesinin buna bağlı kalacağını müjdelediği askeri üstünlüğün gündeme getirilmesini haklı gösterecek hiçbir şey yoktur. ABD Dışişleri Bakanı’nın ziyareti, bir tarafın diğer tarafa karşı askeri üstünlüğünü değil barışı müjdeleyen bir ziyaret olmalıydı.
İsrail tarihi boyunca, ABD tarafından verilen bu tür güvence ve taahhütlerin güvenliğini garanti etmediğini, kendisiyle komşuları arasında barış içinde bir yaşamı ve kendisini güvende hissetmesini sağlamadığını açıkça görmüştür. Barış içinde yaşamak için hala bu komşularla anlaşmalar imzalama çabasında olması da bunun en büyük kanıtıdır.
Komşularından askeri olarak üstün olmak kendisine istediği şeyi sağlasaydı, durmadan barış anlaşmaları aracılığıyla bölge ülkeleri ile bir araya gelmeye çabalamazdı. Bu anlaşmaların sonuncusu da şu anda Abu Dabi ile (ve başkasıyla) imzalamaya çalıştığı anlaşmadır.
ABD Başkanı’nın damadı ve danışmanı Jared Kushner’ın 14 Ağustos’ta Fox News kanalına verdiği röportajda belirttiği gibi, önümüzdeki haftalar içinde bir Arap başkenti daha Tel Aviv ile ilişkileri başlatmaya hazırlanıyorsa, Dışişleri Bakanı Pompeo’nun İsrail’in askeri üstünlüğünün devam edeceği açıklaması, ne bu başkenti ne de diğer Arap başkentlerini barış yolunda ilerlemeye teşvik etmeyecektir. Kendi kendilerine eğer Washington ve Tel Aviv için önemli olan buysa, barış için çabalamanın ne anlamı var diye sormalarına neden olacaktır.
ABD - İsrail heyeti bu haftanın ortasında BAE başkentine ulaştığında, Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayed, Filistin davası konusunda yeterince açık olmak istediği için sürekli ülkesinin başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulması konusundaki tutumunun sarsılmaz ve sabit olduğunu vurguladı. Zamanlama açısından kasıtlı bu vurgu, BAE-Filistin Dostluk Kulübü’nün kuruluşu vesilesiyle Veliaht Prens adına yaptığı konuşmada, BAE Dışişleri Bakanı tarafından da yapıldı.
Abu Dabi’ye gelen ABD heyetinin başında Jared Kushner vardı. Kendisine eşlik eden ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O'Brien’ın da duyacağı şekilde söylediği sözlerden biri de şuydu: ABD’den Filistinlilere geleceklerini iyileştirmeleri için bir umut mesajı taşıyoruz. Bu sözündeki “geleceklerini iyileştirmek” ifadesinin: Filistinlilere, Gazze'de veya Batı Şeria'da olsun, sadece hayatlarını iyileştirmek için değil, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir devlet kurmaları için bir umut mesajı taşıyoruz şeklinde değiştirilmesi gerekiyor.
Ülkesinin Abu Dabi’ye gönderdiği heyete başkanlık eden İsrail Ulusal Güvenlik Danışmanı Meir Ben Shabbat’ın havaalanına ulaşır ulaşmaz söylediği ilk şey ise “Selamunaleykum” oldu. Shabbat bunu, birkaç Arapça sözcük ezberleyip ziyaret ettikleri her Arap başkentinde bildikleri bu birkaç sözcükle insanlarla iletişim kurmaya çalışan yabancı turistler gibi söyledi, ama İsrailli yetkili için durum tamamen farklı. O bir Arap ülkesini turizm için değil siyaset konuşmak için ziyaret ediyor. Böyle bir konuşmanın doğası da gerek kendisine gerekse ülkesine, Arapların kullandığı selamlama formatını tekrar etme aşamasından, aynı formatı Arap Girişimi’ne dayanan gerçek bir  barışı tesis edecek bir aşamaya geçmeye zorluyor.
Dolayısıyla, tanık olduğumuz ve takip ettiğimiz bu atmosfer ortasında Washington yönetimi, Dışişleri Bakanı’nı bölgeyi kapsayan bir ziyaret için gönderdiğinde benimsediği söylem, İsrail’in komşularına karşı askeri üstünlüğünü değil halklar arasında bir değer olarak barışı tesis etmelidir.
İsrail tarafına gelince, onun açısından da bu konu ne her fırsatta yinelenecek bir slogan ne de havaalanlarında kırık bir Arapça ile söylenen selamlama ifadelerinden ibaret olmamalıdır. Aksine, İsrail hükümetine toprak karşılığında barış elde etmesi için dayatılması gereken bir zorunluluk olmalıdır.
Barış isteyenler, kendisini karşılıksız elde edemezler. Tel Aviv, Kahire ile arasındaki barışa ödemesi gereken bedeli ödeyerek ulaştı. O bedel, topraktı ve kendisini ödemeseydi hiçbir şey elde edemeyecekti. Mısır devlet başkanı Enver Sedat İsrail’e yaptığı meşhur ziyaretinde denklemin bu iki tarafıyla kurulması konusunda açık ve netti. İsrail meclisi Knesset’te yaptığı konuşmasında, İsrail’in barış istiyorsa bunun karşılığını ödemesi gerektiğini, barışın tek karşılığının da toprak olduğunu ve her halükarda bunun dışında bir karşılığın kabul edilemeyeceğini söylemişti.