İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Aşırı kaos ve uluslararası stratejik boşluk

En doğusunda batısına jeopolitik haritaya bakıldığında, halihazırda dünyanın durumu nasıl tarif edilebilir?
Bu açıdan bakıldığında, ister düşünceler ve ideolojiler isterse coğrafi hatlar ve demografik kollar aracılığıyla hareketlenmeler açısından olsun bir küresel stratejik kaos olduğu ileri sürülebilir.
İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden Berlin Duvarı’nın yıkılmasına kadar dünyada göreceli bir denge durumu vardı. Özellikle de Batı’da NATO, Doğu’da Varşova Paktı’nın temsil ettiği iki kampın yönetimi altında. Ancak ABD, diğer kutbun çökmesinden sonra dünyanın kaderi üzerinde tek söz sahibi olduğu varsayımına kapıldığında güç dengeleri, dengesizliklere ve sarsıntılara maruz kaldı.
Dünya, bulanık ve görünmeyen çatışmalarla geçen 30 yıl boyunca dengesiz göründü. Ne tek kutupluluk, bocalayan uluslararası diyalog masası üzerinde birikmiş dünya sorunlarını ele alıp kendisine çözüm bulabiliyor ne de gerçek, etkili ve tam bir çoğulculuk Sam Amca’nın karşısına dikilebiliyor. Dünyanın haline baktığımızda bu aşamada Washington’un, bu boşluğun yayılmasındaki neredeyse temel etken olduğunu kabul edebiliriz. Bazıları daha da aşırıya kaçarak onu, uluslararası kaosun yayılmasının ardında durmakla suçluyor. Dünyayı dolduran ve meşgul eden Washington’u tek sığınak ve çare olarak göstermek için alevler içindeki birçok bölgede ve taraflarının çözemediği çatışmalarda diğer ülkeleri çaresiz göstermeye çalışmakla itham ediyor.
21’inci yüzyılın ilk 20 yılına dönecek olursak, Washington’un gerçekten de bir küresel istikrar sağlayıcı olmadığı sonucuna varırız. Göreve gelen 3 başkan döneminde uluslar sarsıldı, halklar doğru ve yanlışı, gücün standartlarını derin derin düşünür oldu.
Oğul Bush’un 8 yıl süren başkanlı döneminde Washington, “New York ve Washington gazveleri“ (el-Kaide’nin tanımıyla) sırasında yaşadıklarından intikam alma arzusuyla önderlik ettiği “önleyici savaşlar” kavramının peşine takıldı. Bu, fikir çatışmalarını ve radikal duyguları körükledi. ABD, Ortadoğu coğrafyası haritasını değiştirmeye çalışırken, bir daha geri gönderemediği cinin lambasından çıkmasını sağladı.
Bush’tan sonra genç, Afro-Amerikan, genel olarak insanlığa ve özelde ABD’lilere ümit vaat eden Demokrat başkanın dönemi geldi. Ne var ki bu ümit, özellikle siyasal İslam gruplarının kucağına atıldığı için sahteydi ve bu çok geçmeden ortaya çıktı.
Uluslararası düzeyde ise Obama, ABD’nin dünyayı kulis arkasından yani acil durumlara bile müdahale etmeden yönetmesi düşüncesine inandığından küresel kaosun artmasına neden oldu. Bu, Washington’un dünya çapında siyasi, ekonomik ve ahlaki açıdan birçok etki alanındaki kayıplarını ikiye katladı.
2016 yılında Beyaz Saray, muhaliflerinin kendisini münzevi olmakla suçladığı ve tek derdi “Önce ABD” olan bir başkanın doğuşuna tanık oldu. Ne var ki, ABD’nin dünyadan birden çekilmesi ve bir kez daha doğuda Atlantik ve batı’da Büyük Okyanus’un arkasına siperlenmesi, ona uluslararası liderliğin gereklerini sağlamayacaktır. Buna bağlı olarak bazıları, bu geri çekilmelerin derin devlet tarafından önceden hesaplanmış ve kararlaştırılmış olup olmadığını sorgulamaktadır. Söz konusu geri çekilme politikası, ünlü Alman filozof George Hegel’in bahsettiği “tarihi aldatmaca”nın bir türü olabilir. Başka bir deyişle, Washington şimdi bir adım geriye atıyor ki böylece dünya kendi kendini yönetmekten aciz kalınca bir kez daha hem yargıcı hem de celladı olması için kendisine başvurmak zorunda kalacak. O zaman ABD, daha kararlı bacaklar ve cesur bir kalple ileri doğru hem de birden fazla adım atacak.
ABD’yi azımsamamak ve hiç kimsenin hakkını yememek adına kesin konuşmak istemiyoruz. Bu nedenle, Atlantik Konseyi’nin en kıdemli araştırmacılarından Ariel Cohen’in ünlü Amerikan The National Interest dergisinin geçen yıl kasım sayısında yayınlanan yazısında yer verdiği ifadeleri hatırlatmakla yetineceğiz. Cohen bu yazısında, bugün içinde yaşadığımız küresel düzenin, dört Amerikan kuşağının fedakarlıklarının, binlerce canın ve trilyonlarca doların ürünü olduğunu kaydediyor. ABD’nin 1945'ten beri güvenliğini ve refahını korumayı başardığı gibi, özellikle Dünya Bankası, IMF, Bretton Woods finans sistemi gibi arkasında durduğu kurumlar aracılığıyla dünya dengelerinin devamını da bir dereceye kadar koruduğunu dile getiriyor. Dünyadaki liberal ve sivil akımları beslemek için oynadığı öncü rollerden ise bahsetmeye gerek bile olmadığını belirtiyor.
Doğrusu Washington bütün bu yıllar boyunca hiçbir hata yapmadı da değil. Kasıtsız ve tabiri caizse ölümcül pek çok hata yaptı. Bununla birlikte, varlığı her düzeyde ve her zaman önemli bir faktördü.
ABD’nin daha fazla uluslararası stratejik boşluk yaratan son geri çekilmeleri, Washington'a geri dönmesi ve boş bıraktığı alanları yeniden doldurması çağrısında bulunacak haykırışların yükselmesini sağlamak için midir?
Bu, mümkündür. Ama bu kez döndüğünde her şey, Washington’un şartlarına göre olacak. Bu şartların başında da Çin'in Rus baskısıyla engellenmesi gelmektedir. Aksi takdirde, durdurulamayacak ve karşı konamayacak bir ABD silahlanma patlaması ve yoğun bir kutupsal çatışma yoldadır.
ABD’nin yokluğu dengesizlik, varlığı ise maliyet üretiyor. Mevcut durum neredeyse geçmiş yüzyılın altmışlı yıllarında Britanya İmparatorluğu’nun çöktüğü ve kendisini uluslararası yapısal dengesizliklerin ve özellikle de Ortadoğu’da iç savaşların takip ettiği yıllara benziyor.
En ünlü organik filozof ve aydın Antonio Gramsci, solmak üzere olan eski ile ışığa ulaşmak için savaşan yeni ikilemine ve ikisi arasında yüzeye çıkan birçok hastalığa değindiğinde haklı mıydı?
Yaklaşan ABD seçimlerinin sonucu belli olmadan ve Başkan Trump’ın önümüzdeki 4 yılda da sözgelimi Ortadoğu gibi bölgelerden çekilme, Çin Denizi’nin güneyi gibi diğer bölgelerde ise dünya savaşlarına yol açabilecek riskler alma karışımı yaklaşımını sürdürüp sürdürmeyeceğini görmeden bu soruya belki de doğru bir yanıt verilemez. O zamana kadar, uluslararası stratejik boşluk duruma hâkim olmaya devam edecek.