Abdulaziz Tantik
TT

Düşünmede ufkun belirleyiciliği…

Düşünmek, bir şeye odaklı olarak fikir yürütmek, değerlendirme yapmak ve analiz ederek, eksik, zaaf taşıyan veya güçlü taraflarını ortaya koymak, onun diğerleri ile farkını, benzeştiği yerleri, işlevini, yeterliliğini tartışmak, çözüme odaklanmak gibi temel özellikleri içinde barındırır.
Ben düşünüyorum derken kişi; “bir mesele hakkında düşünüyorum, o mesele ile ilgili verilerim var. Bu verilerle düşünmeye konu edindiğim şey ile ilgili bazı ipuçlarını bulma arayışım söz konusu, bunu daha iyi izah edecek bir yöntemi keşfettim ve buna göre bu meseleyi rahat ifade edebilirim”  demektedir.
Peki, salt bir refleks ile ‘düşünüyorum’ diyen kişi, gerçekten bir düşünme ameliyesi ortaya koymakta mıdır?
Konuya dair çeşitli okumalar yapmak bir düşünme ameliyesi olmaktan çok düşünmeye hazırlık süreci olarak değerlendirilmelidir.
Düşünmenin birden fazla çeşidi vardır:
Soyut düşünmek; sadece hayal gücüne veya soyutlaştırma kabiliyetine bağlıdır. Birden çok meseleyi daha üst bir şemada zihinde tartarak ona yönelik bir çıkış yolu arayışına imkân tanıyacak kavramsallaştırmalara ulaşmadır. Kuşkusuz bu, düşünme çeşitleri içinde en zor olanıdır. Bu konudaki çabaların sezgisel yetinin devreye girmesi ile ödüllendirildiğini de ayrıca belirtmeliyiz.
Somut düşünme; bir konuda gözlem ve deney üzerinden elde edilen bilgi ile gerçeğe ulaşmaktır. Bu ayrıca düşünme ameliyesi bağlamında en düşüğüne tekabül eder.
Açı’lı düşünme; bir sorun etrafında farklı bakış açılarını dikkate alan bir tefekkür ortaya koymaya çalışmak. Bu da kısmi olarak bir uzmanlık ve bilgi isteyen bir düşünme ameliyesidir.
Yenilikçi bakış; konu ile ilgili kuşatıcı bir bilgiye ulaşmak için farklı bakış açılarını tanımak ve o bakış açıları ile birlikte konuyu sürekli yeniden düşünmek ve aralarındaki farkları ve benzerlikleri ortaya koyarak yeni bir bakışa veya yeni fikre ulaşma çabasıdır. Bu özünde değerli bir çabadır, gayret ve bilgi gerektirdiği kadar bir ufuk da ister.
Analitik düşünme; konuyu ele alırken, parçalarına ayrıştırarak bütün parça ilişkisini kurmak ve böylece parça ile bütün arasındaki sorunu keşfederek çözüme ulaştırmaktır. Bir olguyu ideal ile reel olma bağlamında ele alarak sorunun çözümünün nerede olduğunu keşfetme arayışı ile birlikte olgunun olması gereken açısından değerlendirmeye tabi tutulmasıdır da…
Eleştirel düşünme; bir konunun iç sentezini, ilişkiler ağını kritik etme ile birlikte dış şartlarla uyumunu da dikkate alan, konunun argümanlarının eleştirisidir.
Sistemli düşünme; belirli bir bakış ve yöntem üzerinden meseleleri ele almak ve üzerine tefekkür gerçekleştirmektir.
Sistematik düşünme; bir yönteme bağlı kalmadan yeri ve zamanı geldiğinde farklı yöntemleri ayrı veya birlikte kullanmayı, yöntemin açmazlarını, sorunlarını dikkate alarak, yeni yöntem arayışlarını beraberinde taşıyacak bir bakıştır. Bir meseleyi ele alırken onu belirli bir yöntem üzerinden değil, yöntemler üstü bir yaklaşım ile ele almak ve sorunu çözüme kavuşturacak yöntemi veya disiplini serbest bir şekilde tercih edebilme liyakatidir. Bütünsel yaklaşımın öne çıktığı yegâne düşünme zeminidir.
Sistemli çalışmanın hem artıları hem eksileri vardır. Ama sistematik düşünme ise; sistemli düşünmelerin ortaya çıkardığı sorunları fark etmek ve onlara dair çözüm arayışlarını da düşünmenin konusu yapmasıdır.
Bu yüzden kişi, sistemli düşünmeyi bilmesi gerektiği gibi onunla kendini sınırlamayarak sistematik işleyiş üzerinden birden fazla yöntemi kullanma beceresi elde eder.
Ayrıca yöntemlerin/sistemlerin bir birlerinden farkını ve alan ayrımlarını da öne çıkartır. Bu yüzden en verimli düşünme ameliyesi sistematik düşünme ameliyesidir. Bu şu demek; herhangi bir bakış açısı ile kendisini sınırlamadan, mekân ve zamana takılı kalmadan, sürekli düşünmeye devam edebilme istidadı elde etme becerisi ve çabasıdır…
Düşünürken, insan daha çok düşünceye konu edindiği şeye odaklandığından diğer meselelerle ilişkisini göz ardı eder. Sonra ulaştığı fikri temel bir kategori gibi sunar. Hâlbuki üzerinde tefekkür ettiği konu, sınırlı bir zemin ve zamana aittir. Onun diğer zemin ve zamanlarla bağı ise ancak o meselenin kendisinden bağımsız bir şekilde daha ufku açık düşünmeye başladığı zaman kişinin gündemine girer.
Geniş ufuklu bir bakışa sahip olma bir zorunluluktur. Ancak bugün akademik çevreler uzmanlık tutumu üzerinden her şeye bakma alışkanlığı kazandıkları için tek meseleyi enine boyuna kavrarken, o meselenin diğer meselelerle ilişkisini ise hep göz ardı etmeyi bir refleks haline dönüştürmüşlerdir.
Bu durumu neredeyse her bir meselenin ele alınışında veya her bir makale veya metinde görme imkânımız vardır. Yani konu bilimsel olabilir; aynı konunun sosyal, iktisadi veya siyasi veçhesi olmayacağı anlamına gelmemektedir. Konu etik olabilir, ancak metafizik/kelami bir karşılığı olmayacağı anlamına gelmemelidir.
Özellikle medyadaki tartışma programlarında horoz dövüşü gibi karşılıklı atışmalara düşünme demenin bir karşılığı yoktur. Ayrıca ideolojik bağlılığın vicdanı karartan bir boyutu içinde sürekli aynı şeyleri tekrar etmenin de bir düşünme ameliyesi ile ilişkisi yoktur.
Aynı mezhepte, aynı kampta, aynı partide, aynı fikri akımda bulunmanın verdiği konfor ile sürekli aynı sloganları söylemenin de bir düşünme ameliyesi ile bağı bulunmamaktadır.
Ezcümle; bir konuyu derinliğine ele almak, o konuda ulaşılan bir düşünceye ulaşmak, sadece o konudaki derinliği ve tefekkürü gösterir. Diğer her konuda bir derinlik ve tefekkür sahibi olduğunu göstermez. Ama daha vahim bir yanlış; bir tek konuda elde ettiği derinliği ve tefekkürü diğer bütün alanlardaki meselelere teşmil ettiğinde ortaya çıkıyor.
Düşünme; bir olayı, olguyu ve durumu ele alırken, onların içinde var olma durumunu içerdiği gibi onların varoluş şartlarını ve o var oluş şartlarının varlığını sağlayan kültür evrenini de bilmeyi içerir. Kültür evrenini oluşturan düşünceyi ve o düşüncenin ilkelerini mevcut olay, olgu ve durum ile ilişkisini anlamadan düşünme ameliyesi gerçekleşmez. Bu da bize düşünmenin birden fazla boyutunun olduğunu gösterir.
Örnek verecek olursak; küresel sermayenin para kazanırken aldatmayı bir yöntem olarak kullanması… Aldatma, bugün neredeyse her şeye sirayet etmiş durumdadır: Siyasetten etik’e iktisattan toplumsallığa, bilgiden tekniğe her alandadır. İşe girerken, işe alırken, bir şey satarken veya satın alırken, bir iş sunumunda veya iş vermeye yeltenirken vesaire her alanda geçerli bir aldatma ile yüzleşiyoruz.
‘Aldatmanın bu kadar hayatımızda yer bulmasını sağlayan şey nedir’ sorusuna tek bir cevap veya tek bir bakış açısı ile cevap verilemez. Bu temel bir sorun ve öncelikle metafizik bir zeminde cevaplandırılmalıdır. Sonra bu durumun ahlak zeminindeki karşılığına bakılmalıdır.
Aldatmanın sosyolojik nedenleri ile bireysel psikolojideki karşılıkları üzerine düşünülmelidir. Toplumsal kültürün aldatmaya dönük fonksiyonu hesaba katılmalıdır. En önemlisi, içinde bulunduğumuz kültür evreninin ürettiği ‘dünya görüşünün’ aldatmayı bir öncelik haline getirip getirmediği incelenmelidir.
Aldatma gibi tek bir konunun hayatımızın bütününü nasıl etkilediğini gözlemlemek ve bu sorunu çözerken, öyle salt tek bir olgu çerçevesinde ele alarak çözüme kavuşturmanın imkânsızlığını göstermektedir. Bu, bugün için birçok konu açısından böyledir.
Düşünmede uzmanlığı ele alalım; bir konuda enine boyuna bir mesele hakkında kuşatıcı bir bilgiye sahipsiniz. Hakim olduğunuz konu hakkında görüş belirtebilirsiniz. Ancak o konu dışında, o konuya verdiğiniz emek ve süre yüzünden diğer konularda bir yabancılık çekersiniz.
Kişinin tek bir konu üzerinde uzman olması, diğer konularda söz söyleyeceği anlamına gelmemelidir. Ama uzmansınız ya; çağrıldığınız her konuda sanki o konunun da uzmanı gibi sürekli lafı eveleyip geveliyorsunuz, ya da uzmanı olduğunuz konu üzerinden elde ettiğiniz düşünme refleksi ile diğer konulara da patavatsızca dalıp söz söyleme hakkını kendinize verdiğinizde sorun büyüyerek ortaya çıkıyor.
O zaman tek konuda uzman kişi, her konuda uzman kişi olduğunda sözün bittiği nokta açığa çıkar. Ayrıca uzmanlık, bir konuda yeterlilik sağlasa da genel itibarı ile bir yetersizliği ifade eder.
Düşünmede temel bir yanlış -ki bu tarihsel bir sürekliliğe sahiptir- bir sistem sahibinin; felsefi, kelami, fıkhi, irfani, bilimsel sisteminin sağladığı konfor üzerinden elde ettiği kavramları, diğer sistemlerin ürettiği kavramların yerine ikame ederek onları yargılama hakkı bulmasıdır.
Yani felsefi bakış açısı ile elde ettiği kavramı, din ve dini kavramları belirleme hakkı olduğu yargısı… Fıkhi bir yöntem üzerinden felsefi bir kavramı yargılaması… Kelami bir kavram üzerinden irfani veya felsefi bir olguyu temellendirme girişimi vesaire… Bu temel yaklaşım, kendi içinde birden fazla yanlışı barındırdığı gibi düşünme ameliyesini de yanlış yönlendirmektedir.
Bu noktada fark üzerinden meseleye yaklaşmak ve farkı bir yöntem olarak düşünme ameliyesine temel yaparak her yöntemin bir alanı olduğunu, derinliği ve eni taşıdığını, yani mekân ve zaman sınırlamasına tabi olduğunu belirlemiş oluruz.
O zaman, kullandığımız her kavramın lafız olarak aynı kelime olsa da, farklı sistemlerde farklı anlamlar kazandığını bilerek meseleyi doğru bir zeminde konuşma imkânı kazanırız.
“Ben düşünüyorum” derken artık birkaç kez durup düşünmeye ihtiyaç vardır. Bu bizi düşünmekten alıkoymamalı, bilakis, düşünmeye devam ederken, düşünmeyi belirli bir teknik boyut olarak kavrayarak önemini ve ciddiyetini kavramaya taşımalıdır. Kullandığımız her kelimenin ve kavramın hakkını vermeye çalıştığımız oranda düşünme ameliyemiz değer kazanır.