Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

Sudan’ın zayıf noktası!

ABD, Sudan’a İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi karşılığında adını Terörü Destekleyen Ülkeler Listesi’nden (hemen) çıkarmayı önermeye geri döndü.
Her ne kadar bir şeyin bedelini başka bir şeyle ödeme zamanı geçmişte kalmış olsa da korona zamanında likidite eksikliği nedeniyle dünyanın bazı yerlerinde bireylerin veya kurumların aralarında bu yöntemi kullandıkları, dolayısıyla çekingen bir şekilde de olsa geri dönmeye başladığı doğru. Ancak bu geri dönüşe mevcut ABD yönetimi ile Sudan hükümeti arasındaki ilişkide bu kadar bariz bir biçimde tanık olmayı beklemiyorduk.
Hartum, 1993’ten bu yana terör listesinde yer alıyor. Geçen yıl Ömer el-Beşir rejimi devrildiğinde adının listeden kaldırılması meselesi, Sudan’ın adını aynı yıl listeye ekleyen Washington ile tartışma hatta pazarlıklar konusu olmuştu. Yapılan ve halen de devam eden pazarlıklardan biri de Hartum’un Tel Aviv ile ilişkilerini normalleştirmeye karar vermesi halinde listeden çıkarılmasını öngörüyordu.
Dolayısıyla ABD yönetiminin Sudan’ı zayıf noktasından yakalamış olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Sudan adı listede yer almayı sürdürdükçe uluslararası düzeyde birçok kapının karşısında kapalı kalacağını ancak adı silindiğinde bu kapıların açılacağını ve normale haline dönebileceğini biliyor. Ayrıca herhangi bir ülkenin adının böyle bir listede yer almasının ülkeler arasında arzu edilen bir şey olmadığını, bunun Sudan’a yardımcı olmayan hususlardan biri olduğunu da biliyor.
Hamduk, ABD Dışişleri Bakanı’nın ülkesine yaptığı son ziyarette Beşir rejiminin devrilmesinden sonra yönetime gelen hükümetinin en nihayetinde bir geçiş hükümeti olduğunu, dolayısıyla ziyaret amacı olan bu konudaki talebini kabul etme ve bu yolda ilerleme yetkisine sahip olmadığını anlatmaya çalışmıştı. Ancak yine de Abdullah Hamduk hükümetinin içinde bulunduğu durumun baskısına boyun eğerek sonunda normalleşmeyi kabul etmesi de mümkün.
Sudan Başbakanı ayrıca ABD Dışişleri Bakanı’ndan daha önemli bir noktayı da göz önünde bulundurmasını talep etti. Bahsettiği önemli nokta, ülkesinin adının terör listesinden çıkarılması ve İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesinin birbirine bağlanmaması gerektiğiydi. Zira her iki meselenin de kendine özgü koşulları var. Bu nedenle iki meseleyi birbirine bağlamak, Sudan’ın ABD ile yeni ilişkiler inşa etme yolunda ilerlemesini kolaylaştırmayacak. Tam aksine daha da zorlaştırarak önüne birçok engel çıkartabilir.
Fakat Washington pes etmemiş ve Hamduk’un bu konudaki net açıklamalarını anlamak istemiyormuş gibi görünüyor ki bir umutla yine Sudan’a pazarlık öneriyor. ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı da daha önce, listede yer alan bir ismi çıkarma sürecinin birçok aşaması olduğu için uzun sürebileceğin işaret eden bir açıklama yapmıştı. Bu sözlerinin gizli anlamı şuydu: Bu prosedürün bir karşılığı olmalı.
ABD’lilerin anlamadığı nokta; Sudan’ın bu şekilde ilişkileri normalleştirme yoluna gitmesinin halklar düzeyinde değil hükümetler düzeyinde bir normalleşmeyi sağlayacağı, normalleşmeyi resmi sınırlar çerçevesine hapsedip onun dışına çıkamamasına yol açacağıdır. Bunun gerçek anlamda bir normalleşme dışında her şeye benzeyeceği, Sudan vatandaşlarının gerçekleşecek herhangi bir normalleşmeye şüphe ile bakmalarına neden olacağıdır.
Siyasette hiçbir şeyin karşılıksız yapılmayacağını, hiçbir ülkenin diğer ülkeye sadece kara kaşı kara gözü için bir şey vermeyeceğini biliyoruz. Özellikle de bu ülke, modern dünyamızın süper gücüyse ve rakipsiz bir şekilde süper güç olarak kalmayı ve eşsiz konumunu korumayı istiyorsa. 
Bunu anlıyor ve idrak ediyoruz ama Washington’ın Hartum’a karşı kullandığı bu karşılılık üslubu, Sudan içinde veya dışında Sudanlı yetkililerin ABD’li yetkililer ile yaptıkları her görüşmede duydukları destek sözleriyle uyuşmuyor.
Sudan Askeri Geçiş Konseyi Başkanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan, bu yılın başında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile Uganda’da görüşmüş olsa da bu görüşmenin atmosferinden şu anlaşılıyordu: Orgeneral Burhan, Uganda’ya iki ülke arasında ilişkileri normalleştirme yolunda ilk adımı atmak için gitmiştir. Ancak bu, sahadaki gerçekleri bir kenara bırakmadan, Sudan’ın bir Arap ülkesi ve bu nedenle bölgenin temel meselesine yönelik yükümlülükleri olduğunu, bu yükümlülüklerinden vazgeçemeyeceğini göz önünde bulundurarak doğal seyrinde ilerleyen bir normalleşme süreci olmalıdır.
Bölgenin temel meselesi ise Filistin davasıdır. Hâlihazırda Filistin davasının da Mart 2002’de Beyrut’ta düzenlenen Arap Birliği Zirvesi’nde dönemin Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın önerdiği Arap Barış Girişimi dışında ilerleyebileceği bir yol kalmamıştır.
Bu girişim, Filistinliler için ne kuş sütü istiyor ne de çözüm için imkansızı talep ediyor. Komşu İsrail devletinin güvenliğine karşılık Filistinliler için sadece toprak talep ediyor.
Başkan Trump’ın damadı ve danışmanı Jared Kushner 14 Ağustos’ta konuk olduğu Fox News kanalında önümüzdeki haftalarda bir Arap ülkesinin daha İsrail ile ilişkilerini normalleştirme sürecini başlatacağını açıklamıştı. Bunun üzerine her yerde Kushner’in adını vermek istemediği bu ülkenin hangisi olabileceğine dair tahminler yürütülmüştü. Trump’ın danışmanının bahsettiği bu ülkenin Sudan olduğu tahmininde bulunanlar da oldu.
Bilmem neden ama Kushner konuşurken aklıma Cuhâ’nın (bir Arap fıkra kahramanı) bir fıkrası geldi: Bir gün Cuhâ pazara gidiyormuş. Yolda nereye gittiğini soranlara da tam bir güvenle pazara, şunu almaya gidiyorum diyormuş. Bunu söylediği herkes ona her şeyin Allah’ın dilemesiyle olacağını söyleyerek “inşallah” demesini öğütlüyorlarmış ama Cuhâ kendisinden emin bir şekilde: Cebimde param, pazarda da alacağım şey mevcutsa neden inşallah diyeyim ki karşılığını veriyormuş.
Ama Allah’ın takdiri işte; parasını kaybetmiş ve pazardan eli boş dönmek zorunda kalmış. Bu nedenle dönüş yolunda “istediğini aldın mı” diye soran herkese ünlü alaycılığıyla “Param kayboldu inşallah” demiş.
Kushner’den de sadece kendinden emin bir şekilde bir sonraki ülke hakkında konuşmadan önce Başkan’ın danışmanı ve damadı olsa da tüm kartların elinde olmadığını göz önünde bulundurmuş olmasını isterdik. Tabii eğer adını vermeden bahsettiği ülkenin Sudan olduğunu varsayarsak.
Washington’ın Sudan’dan ya da onun dışında herhangi bir Arap ülkesinden istediği normalleşme bir düğmeye basarak gerçekleşecek ya da insanların hiçbir ön hazırlık yapmadan öylece bir sabah kalkıp yapmaya karar verecekleri türden bir şey değildir. Taraflardan birinin atacağı ve diğerinin aynı şekilde karşılık vermesi gerektiği bir adımdır. Arapların barış elini uzatmaya istekli olduğunu gösteren bir adımın, karşısında dünyanın kabul ettiği iki devletli çözüm temelinde İsrail devletine komşu bağımsız Filistin devletinin üzerine inşa edileceği toprakları iade etmek için uzatılan bir el bulunmadığında bir anlamı olmayacaktır.
Sel felaketi ile yüzleşen ve suların cumhurbaşkanlığı sarayı ve başbakanlık konutunun bile etrafını sardığı Sudan’ın halinden anlayan, kendisine yardım edecek taraflara ihtiyacı var. Bundan faydalanıp onu kuşatarak baskı yapan taraflara değil. Yine şu anda istediğini elde etmek için terör listesi meselesini öne sürüp bunu kullanan değil kendisine destek olan, zayıf noktasını kullanan değil elinden tutacak taraflara çok ihtiyacı vardır.