İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Yeni bir uluslararası mücadeleye hoş geldiniz

Halkı ve seçkinleri kendisini Erdoğan’ın ihtiraslarının pençesinden kurtaramazsa, Türkiye çöküş dönemini yaşamaya mı başlayacak?
Geçen hafta perşembe günü Fransa’nın Akdeniz’deki Korsika adasında 7 Güney Avrupa Birliği ülkesinin (Med7) düzenlediği zirve, Türkiye ile kaçınılmaz olarak yaklaşan yüzleşme ve Mısır’ın daha önce batısında açıkladığı kırmızı çizgiye ek olarak Akdeniz’in doğusunda yeni kırımızı çizgilerin çizilmesi için yüzyılın borazanını çaldı. Böylelikle Erdoğan, öngörülebilir bir zamanda herhangi bir manevra yapma kabiliyetini daraltan bir “kıskaç” ile karşı karşıya kaldı.
Korsika Zirvesi’nde (Avrupa’nın atan siyasi kalbi) Fransa’nın, Erdoğan’ın niyetlerini kesin bir şekilde anladığı açıkça görüldü. Bu nedenle, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron gerçeği tanımlamaktan kaçınmadı. O da; özellikle Kıbrıs açıklarında Fransa Cumhurbaşkanı’nın kabul edilemez olarak nitelendirdiği faaliyetlerden sonra Türkiye’nin artık Avrupa Birliği'nin Akdeniz'deki ortağı olmadığıdır. Dışlama çöküşün başlangıcıdır.
Mesele sadece Kıbrıs mı? Tabii ki hayır, buna ilaveten Yunanistan da var. Avrupa Birliği üyesi Yunanistan, Türkiye ile askeri çatışmaya girmeye çok yakın. Bunun nedeni de Türkiye’nin açıkça düşmanlık gösterme ve Yunan karasuları ile tartışmalı bölgelerde sondaj yapmaları için gemilerini göndermek konusundaki ısrarıdır.
Yukarıda yer verdiklerimize ek olarak Macron, Türk donanmasının haziran ayının başında yaptığı şeyi de hiç affetmedi. Türk savaş gemileri, NATO’nun yürüttüğü misyon çerçevesinde görev yapan bir Fransız firkateyninin radarlarını kilitlemişti ki gemiler ateş açma aşamasına geçmeden önce bunu yaparlar.
Fransa, gerek yüzeyde görünen ve Libya’nın petrol ve doğalgaz zenginliklerine el koymak şeklinde somutlaşan, gerekse kimi zaman açıklanan kimi zamanda gizlenen Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden inşa etmek olsun Türkiye’nin Libya’daki niyetlerinden gafil değil. Bu ikisi arasında da Türkiye, ister ekonomik fırsatlar arayışı isterse yeni hilafet fikirlerini yaymak amacıyla olsun kara kıtaya güneyinden sızmayı planlıyor. Bunun anlamı ise Afrika’daki geleneksel nüfuz alanlarında Fransa ile rekabet etmek. Nitekim son zamanlarda Mali’de yaşananlar Fransa’nın rahatsızlıklarının kanıtı olabilir.
Med7 Zirvesi sonuç bildirgesinde, Avrupa’nın “daha birleşik ve keskin bir sesle konuşmasının, Erdoğan hükümetine karşı daha kararlı olmasının” zamanı geldiği ifadesine de yer verdi. Macron bununla neyi kastediyordu?
AB içinde Erdoğan’a yönelik farklı görüşler olduğu ne gizli ne de bir sır değil. Fransa Cumhurbaşkanı’nın bu sözleri de büyük olasılıkla Almanya ve Şansölyesi Merkel’e yönelikti. Çünkü Almanya’nın uzun süredir sunduğu iyi niyete, Türkiye-Yunanistan arasındaki gerginliği hafifletmek için Türkiye ile açtığı diyalog kanallarına, Berlin Konferansı’nda olduğu gibi Libya krizine çözümler sunmaya çalışmasına rağmen Erdoğan’ın, barışçıl tavsiyeleri dinlemediği ve kendi ajandasını uygulamakta ısrarcı olduğu aşikâr.
Almanya’nın Türkiye’ye yönelik tutumu anlaşılabilir zira topraklarında birkaç milyon Türk yaşıyor. Bu kişilerin vatandaş olarak Almanya’ya bağlılıklarından şüphe duymasak da gizli Türk elleri, birçoğuyla ayrılmaz bir şekilde iç içe geçmiş durumda. Bu da Almanya’nın Erdoğan’a karşı kararlı ve cesur adımlar atması halinde iç barışını tehdit eden bir unsur. Yine bunun sonucunda on binlerce mültecinin yeniden Avrupa’ya özellikle de Almanya’ya akabileceğini söylemeye gerek bile yok.
Med7 Zirvesi, NATO’nun durumuna ilişkin yeni ve ilgi çekici işaretler taşıdı mı?
Cumhurbaşkanı Macron'un hamleleri, Türkiye ile çatışma meselesinde artık ABD’li ortağa güvenme konusunda umutsuz olduğu şeklinde okunabilir. Peki, neden?
Lafı dolandırmadan kısaca söyleyecek olursak, bunun nedeni, Washington’un Türkiye’ye yeşil ışık yaktığı ve Başkan Trump’ın örtülü bir şekilde Erdoğan’ın hareketlerini onayladığına dair var olan büyük şüphelerdir. Özellikle Türkiye’nin son hamlelerinin tümünün Beyaz Saray’ın sakininin gözünden kaçması mümkün değil.
Fransa'nın başını çektiği Avrupa sahnesini gözlemleyenler, müttefik olarak ABD'ye sonuna kadar güvenme zamanının geride kaldığını neredeyse kesin bir şekilde söyleyebilir. Dolayısıyla Macron’un geçen yıl Washington’dan uzakta bağımsız bir Avrupa ordusu kurma çağrısı bir tesadüf değildir. Güney Avrupa Birliği ülkelerinin toplantısı, 24-25 Eylül'de Brüksel'de yapılacak, büyük Avrupa toplantısına bir ön hazırlık olabilir mi?
Almanya’nın yaptırımları reddetmesi ve hiçbir şekilde vaz geçmeyen Türkiye’ye son bir uyarı yöneltmeyi önerme manevrasında bulunması olasılığı ve şüphesine karşılık Macron, bir Güney Avrupa ittifakı kurmaya çalışıyor. Bu ittifak sayesinde büyük olasılıkla Brüksel’deki toplantıda Türkiye’ye yönelik sert ve acı verici yaptırım kararının kesin bir şekilde çıkmasını sağlamak istiyor.
21’inci yüzyılın üçüncü on yılının arifesinde parçalanmış ve çatışma içindeki küresel jeopolitik sahne, oldukça ilginç bir durumda. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hatta belki de Berlin Duvarı yıkıldığı zaman dünyanın kabul ettiği ilkeler, değişim ve tadilat ile karşı karşıya bulunuyor.  Ufukta yeni yollar ve rotalar oluşuyor.
Washington'un Türkiye’yi- Erdoğan'ı ne askeri ne de ekonomik sıkıntı denizinde boğmak istemeyişini anlamak mümkün. Çünkü bunu yaparsa Ankara, kendisini Moskova ve Pekin’in kollarına atacak ve NATO bir nüfuz alanı daha kaybedecek. Buna karşılık Avrupa, Erdoğan'a sabır göstermesinde coğrafi ve demografik yapısına yönelik temel tehditler görüyor. Bu da iplerin birbirine dolanmasına ve çizgilerin kesişmesine yol açıyor. Bu, Dünyayı, Sofist Thrasimachus'un Platon'un diyaloglarında söylediği şeye geri getiren çılgın bir ateşli anın kapılarını açar: “Güç haklıdır.” Bu sözün anlamı ise Güç, kişiyi gerçeğin mantığından uzaklaştırır. Yeni bir uluslararası mücadelenin eşiğine hoş geldiniz.