Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

İlim ve hayret

Bu yazıda kaleme alacağım fikirler -bana göre- eğitim kavramının özünü ve ilmin gizemini oluşturuyor. Bundan dolayı, kabulünün veya reddinin ‘öğretmen ve öğrenci arasındaki varsayılan ilişkinin doğasını belirlediğini’ iddia etme riskini göze alıyorum. İzninizle bu duruma ‘itminan ve hayret’ diyeceğim.
İtminan, basit bir şekilde tarif etmek gerekirse, zihnini meşgul eden bir soruyu cevapladığında veyahut bir problemi çözdüğünde kişinin ruhunda oluşan duyguyu ifade eder. Hayret ise sorunun önünde duran, çözemeyen ve onu cevaba götüren yolu bilmeyen kişinin durumudur. Bu durumda soru kişinin zihnini meşgul eder ve onu her şeyden uzaklaştırır. Herhangi bir kişiden ‘zihnini meşgul eden bir durumun onu uyumaktan alıkoyduğunu’ söylediğini duymuşsunuzdur. Çevrelerinde olup biten her şeyle meşgul olan birini görebilirsiniz. Bedeniyle sizin yanınızdadır, fakat aklı ve kalbi çok uzaklardadır. İşte bütün bunlar hayretin örnekleridir.
Eğitim hakkında konuşmaya başladığımızda zihinler artık şu soruyla meşgul olur: Eğitim öğrencide bir itminan duygusu mu yoksa bir hayret mi yaratmayı amaçlıyor?
Cevap vermeden önce, insanların bilimin kendisiyle karıştırdığı basit teknikleri dışarıda bırakmaya özen göstereceğim. Örneğin buzdolabı satın aldığınızda, üreticisi sizden temel teknik bilgileri içeren kullanım kılavuzunu okumanızı ister. Fakat bu kılavuz size soğutma mühendisliği veya buzdolabının üzerine inşa edildiği bilimsel kavramlar hakkında bilgi vermez. Şayet bu detaylar da size söylenmiş olsaydı ciddi bir kafa karışıklığına sürüklenmiş olurdunuz. Bundan dolayıdır ki genellikle kılavuzların ‘çok sayıda şekil, renk ve biraz da açıklama’ içeren bir tarzda olmasını önerirler. Bu şekilde basit bir kılavuz hazırlanır ve kullanıcı için kafa karışıklığına yol açmaz.
Üniversitede soğutma mühendisliği okuyan bir öğrenci ise buzdolabının kullanım kılavuzunu okumaz, bilakis daha çok ayrıntılarla, doğru teknik açıklamalarla ve denklemlerle meşgul olur. Diğer bir deyişle, mühendis bilgiyi aramaktadır. Bununla birlikte fazla detay, aslında bilginin peşinde olmayan buzdolabı kullanıcısının aksine kafa karışıklığına yol açabilir. Öyleyse amaç, bir kullanım kılavuzu veyahut temel teknikler değildir.
Bilim, itminan yahut kesinlik duygusu vermez. Bilim soru ve şüphelerden üretilir. Daha fazla bilgi, daha fazla hayret ve şüphe demektir. Ayrıca bilim, nihai bir cevap vermez. Aksine sizi ilk sorudan daha ileri bir soruya veya şüphelere götürür. İtminan ve kesinlik duygusu arayan bir kimse bunu bilimde bulamaz. Burada, amacı yeni cevaplara veya gerçeklere ulaşmak ya da mevcut cevapları eleştirmek olan bilimsel araştırmadan bahsediyorum.
Bunu çocukların ve gençlerin eğitiminde bir ilke haline getirmeli miyiz? Cevap: Evet.
Pek çok kimsenin şöyle dediğini biliyorum: İlkokul ve ortaokulda öğrencilerin zihnini hazır bilgilerle dolduralım. Lise ve üniversiteye girdiklerinde ise onları araştırma ve düşünme aşamasına taşırız. Çünkü o zaman olgunlaşır, şüphe ve kafa karışıklığına katlanırlar.
Fakat bu gerçekleştirilmesi imkansız olan bir vaattir. İlkokul öğrencisi soruların arkasında koştuğunda sonraki aşamalara geçebilecek ve olgunlaşacaktır. Eğer ‘kasada veri biriktirme’ sistemiyle, yani telkin ve endoktrinasyon sistemiyle başlarsa, hiçbir bir alternatif yöntem işe yaramayacaktır. Ben şahsen adli bilim çevrelerinde olağan yöntemi, yani ‘itminan duygusu oluşturmaya çalışmakla yeni fikirler aramayı bir araya getirmeyi amaçlayan’ yöntemi denedim. Ancak nadir birtakım durumlar dışında ilk yöntemin sürece hakim olduğunu gördüm. Bu nedenle ortak yöntemler ya da ortak çözümler hakkında düşünmenin bir faydası olmayacaktır.