İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

İki münazara arasında ABD

Bu satırlar gün ışığını gördüğünde, iki ABD başkanlık adayı arasındaki ilk münazaranın etkileri biraz hafiflemiş ve 15 Ekim’de Florida’nın Miami şehrinde düzenlenecek ikinci münazara ile ilgili sorgulamalar başlamış olacak.
Son birkaç gün boyunca, birinci münazarada olup bitenler hakkında çok şey yazılıp çizildi. Dolayısıyla bunları yeniden konuşmak ve tekrarlamak akıl karı değil. Kısaca, iki aday arasındaki atışmaya eşlik eden rekabet sürecinin kişiselleştirilmesi ve siyasi düşüş, ABD’ye dünyanın gözündeki parlaklığını ve ihtişamını kaybettirdi.
Peki, Ohio münazarasının kazananı kimdi?
Elbette adaylardan bahsetmiyoruz, çünkü her ikisi de bir şekilde başarısız oldu. Asıl kaybedenin ise Amerikan demokratik hayali, rekabet mekanizması, net bir vizyon, Cumhuriyetçi, Demokrat ve bağımsız olsun bir bütün olarak Amerikan “yeniden yapılanması” içinde siyasi eylem süreçlerinin olduğu aşikâr.
Salı günü yapılan münazaranın kazananı, ABD’nin Çinli ve Rus ideolojik düşmanlarıydı. Başarı ufuklarına kanat açmalarına olanak tanıyan sosyal dokularına sarılmak ve uyum sağlamak onların birinci ve son hedeflerine haline gelirken, ABD, ideolojik ve etnik, sosyal ve politik olarak bölünüyor. Hatta ne yazık ki sınıfları arasındaki mesafe korkunç bir biçimde genişliyor. Koronavirüs salgını ise Amerikan yaşam modelini kabul edilemez veya akıl ve adalet açısından makul olmayan tutarsızlıkların bir örneği haline getirdi. İlk tartışmanın ardından iki aday, şüphesiz uzmanların değerlendirmelerini ve kampanya yetkililerinin yorumlarını dinlemişlerdir. Bu nedenle, ikinci münazara ve bu münazara sırasında kargaşanın tehdit ettiği, bölünme ve ayrılık eğilimlerinin pusuda beklediği ABD halkının, lehine ve çıkarına olacak değişikliklerin olup olmayacağı merakla bekleniyor.
ABD hakkında az da olsa bilgi sahibi olanlar bir ABD başkanında olması gereken en önemli özelliğin “öğrenmek ve dinlemek” olduğunu bilirler. ABD’liler başkanlarının tavsiye ve öğütleri kabul eden, entelektüel bir meraka, tarih ve anayasal ilkeler hakkında derin bir bilince sahip, sürekli sorular soran birisi ve iyi bir dinleyici olmasını isterler. Kendisine söylenenleri dikkatlice düşünen, dikkatli bir incelemeye tabi tutan, içinde gizlenenleri, satır aralarını keşfetmeye çalışan, diğerlerinin aklından geçenleri en iyi şekilde özetleyen birisi olmasını dilerler.
Şerefli ve aynı zamanda verimli bir siyasi rekabet ile nefret, kin ve kıskançlık duyguları bir yana terimlerle oynanılan, tatmin edici ve net yanıtlar vermekten kaçınılan, kişisel hayatın derinlerine inilen rekabet arasındaki mesafe, yer ile gök arasındaki mesafe kadardır. Bu nedenle Ohio münazarası, ABD’nin siyasi tarih stokundan, ülkenin şahit olduğu ilk münazaradan dokunuşları ve izlenimleri akla getirdi.
1960 yılının yine bu günlerinde, ABD’nin ilk başkanlık münazarası, radyonun ötesine geçerek aynı anda hem görüntü hem de sesi nakleden şaşırtıcı ve ilginç bir icat olan televizyonda yayınlanmıştı. Demokrat aday John Kennedy, konuşması ve görüntüsü zarif, kendine güvenen, kararlı, olimpiyat oyunlarının adına düzenlediği en büyük tanrı Zeus tarafından destekleniyormuş gibi görünen modern bir genç adamdı. Karşısındaki Cumhuriyetçi rakibi ve yaşlı olmasa da ondan daha yaşlı görünen Rchard Nixon ise rahatsız ve rakibine karşı iyi mücadele edemiyormuş gibi görünüyordu. Buna rağmen hiçbiri kamu ahlak ve nezaketinin dışına çıkma girişiminde bulunmamıştı. O zamanlar tabiri caizse ABD’de siyasi verimlilik ve bereketin zamanıydı.
Bu noktada akla şu soru geliyor: “ABD’nin genç siyasi yetenekler damarı mı kurudu?”
ABD’nin çökmek üzere olduğuna bahse girenler, hayallere, daha doğrusu sanrılara batmış kimselerdir. Zira aslında, önümüzdeki yıllardaki başkanlık seçimlerinde büyük bir geleceğe sahip olacak birden fazla Demokrat ve Cumhuriyetçi yüz var. Performanslarına yansıyacak yüksek ve uzman bir bilimsel eğitim almış, kamu alanında çalışarak deneyim kazanmış genç Amerikalı politikacılar var. Bu genç yüzlere 3 örnek gösterilebilir: Cumhuriyetçi Senatör Ted Cruz, Cumhuriyetçi Temsilciler Meclisi üyesi Marco Rubio, Demokrat Temsilciler Meclisi üyesi Alexandria Ocasio-Cortez.
Mevcut kriz durumuna rağmen Amerikan demokratik yaşamının en iyi özelliği, ortam ne kadar çalkantılı olursa olsun, dışına çıkılması mümkün olmayan anayasal boylam ve enlemler yoluyla rotasını düzeltebilme yeteneğidir. Bu noktada insan, sıkıntı ve zorlukların, özellikle de iç cephede çatlakların görüldüğü zamanlarda ABD’liler tarafından bir güvenlik kapısı olarak görülen Yüksek Mahkemeye verilen önemin nedenini anlayabilir.
İlk münazaraya tanık olan Amerikalıların şu kesin sonuca vardıklarına şüphe yok; ABD’nin kendisini yeniden “Tepedeki Şehir” yapacak genç siyasiler ile kanını yenilemeye ihtiyacı vardır. Bilhassa, demokrasi ve özgürlük, adalet ve eşitlik, koşulsuz destek, yaratıcı olmayan kapitalizmin suyuyla yoğrulmamış veya çözülmemiş gerçek liberalizmi yayan Amerikan fenerinin ışıklarının sönmesinden sonra.
İki başkan adayı arasındaki ikinci münazarada ne olacak?
İki aday da birinci raunttaki performansları sonucunda kararsız eyaletlerin oylarını kazanamadıklarını, bunun da eğer bir şeye işaret ediyorsa o da olması gerekenden çok uzakta gerçekleşen ilk münazarada siyasi mesajlar vermekte eksik kaldıklarına işaret ettiğini fark edebilirler. Birçok kişinin bu nedenle, münazaraların ikinci raundunda performanslarını iyileştirmelerini umduklarının ayrımına varabilirler.
İlk münazaranın korku kapılarını ardına kadar açan ve ülkenin yazgısal bir krize maruz kalmaması için özellikle üzerinde durulması gereken bir yönü var mıydı?
Bir önceki münazaranın en tehlikeli sahnesi, posta yoluyla gönderilen oylar ve yeniden güçlü bir şekilde yükselen radikal ABD solu ya da en başından beri ABD bedenine yerleşmiş köktenci sağ olsun şiddete inanan grupların seçimlerden sonraki yönelimlerinden duyulan endişelerle bağlantılı sahneydi.
Çözüme gelince, duvarlar yerine köprüler örmektir.