Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Bir kez daha: Lübnan-İsrail barışı ne zaman?

Lübnan Parlamentosu Başkanı Nebih Berri’nin, Lübnan ile İsrail arasındaki çerçeve anlaşması ile ilgili açıklamasında kullandığı ‘tarihi’ kelimesi açıkçası beni pek heyecanlandırmıyor. Bizzat kendisi bir yol haritası mesabesinde olan anlaşmaya ulaşmanın on yıl kadar sürdüğünü söyledi. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ise bu anlaşmanın üç yıldır süren yoğun tartışmaların sonucu olduğunu söyledi.
Bu anlaşma iki ülke arasındaki ilişkilerde stratejik bir dönüm noktasının başlangıcı olacak ve iki ülkeyi barış yoluna sokacak. Lübnan’ın, Baas’ın pörsümüş ideolojik kalıplarına ya da Velayet-i Fakih rejiminin hurafelerine bağlanmak yerine çağdaş dünya ve Batı ile bir irtibat kurması kendisi için yeni bir dönemin başlangıcı olabilir. Bunu engelleyecek olan durum, Nebih Berri’nin Hizbullah tarafından Lübnan-İsrail ilişkilerinin geleceğiyle ilgili olarak ‘stratejik bir dosyanın taktiksel kullanımı’ ile görevlendirilmesidir.
Bu, bir politikacının sunduğu en tehlikeli şeydir: Stratejik konuların taktiksel olarak ele alınması. Burada basit bir okuma yapalım. Şii kararı, aslında Hizbullah'ın kararıdır. Hizbullah’ın kapsamlı ve stratejik bir dosyadaki kararı İran’ın kararıdır. İran, Lübnan'daki ‘direniş dükkanını’ kısmen de olsa kapatmaya mı karar verdi? Zamanın böyle bir seçenek için uygun olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Irak’taki milislerin füzeleri bunu gösteriyor.
Fakat dil düzeyinde de olsa yeni bir şeylerin olduğuna şüphe yok. Sorunun ve pragmatizmin belirlediği muhtemel çözümlerin algılanmasında yeni birtakım şeyler var. Berri, “Lübnan ile İsrail hükümetleri” arasındaki anlaşmanın metnini tam bir rahatlıkla okudu ve ‘herkese’ başarılar diledi! Ancak yeni olanla tarihi olan başka şeylerdir. Öyle ki buradaki ‘yeni’ bile aslında bir yenilik gibi görünüyor.
Berri'nin düzenlediği basın toplantısındaki en meşhur karelerden biri, salonda gazetecilerden oluşan bir kalabalığa doğru bir bardak su uzatarak şu ifadeleri kullanmasıydı: “Lübnan'ın hakları konusunda ek bir bardak istemeyeceğim. Aynı şekilde hakkı olandan da hiçbir şekilde taviz vermeyeceğim.”
Lübnan söyleminin ulusal ve politik yönünü Nebih Berri üstleniyor. Hizbullah, çatışma ve ideolojik arka planı omzuna almış durumda. Berri kendi payından fazla bir bardak su bile istemezken; Hizbullah nehri, denizi ve ikisinin arasındakini de istiyor. Hasan Nasrallah, İsrail'i varlık sahnesinden silip ABD’yi bölgeden çıkarmak konusunda başımızın etini yerken; Nebih Berri Lübnan'ın deniz sınırlarının çizilmesi için bir arabulucu olarak çalışmalarını yoğunlaştırması yönündeki talebini teyit etti.
Açıklamayı dikkat dinleyen bir kişi, ABD’nin bulunuşunun bir ortaktan çok daha fazlası olduğunu bilir. Anlaşmanın 7’nci maddesi, müzakerelerin ABD yönetiminde gerçekleştirilmesinden ve ABD’nin de bu müzakereleri mümkün olan en kısa sürede başarılı bir şekilde sonuçlandırma taahhüdünden bahsediyor! Ancak şimdiye kadar bunların hiçbirinde ‘tarihi’ bir durum yok. Yeni olan durumun da bir önemi yok.
Lübnan-İsrail müzakereleri, 2006 Lübnan Savaşı’ndan ve muhtemelen İsrail'in Lübnan'dan 2000 yılında çekilmesinden bu yana devam etti. Bu müzakereler, çekilmenin ardından Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan üç temel noktaya odaklandı.
Bence Nebih Berri'nin çerçeve anlaşmasını duyurmak için gazetecilerin karşısına çıkmasına neden olan üç neden vardı:
1. Yaptırımlar: Parlamento Başkanı Berri, anlaşmanın tarihinin 9 Temmuz'a kadar uzandığını ifade etti. Yani siyasi yardımcısı ve bakan Ali Hasan Halil’e yaptırımların uygulandığı tarihin öncesine. Buradaki tarihlerin bir önemi yoktur. Mesele olayların kronolojik bir şekilde sıralanmasıyla ilgili değil. ABD’nin kapsamlı stratejilerinden biri olan yaptırımlar, onun tarafından büyük bir azim ve dikkatle yönetiliyor. Lübnan'ın çerçeve anlaşmasına varma kararı ile bunu birbirinden ayrı düşünmek büyük bir naiflik olur. Nebih Berri şu anda, kapının önünde olan yaptırımlardan kendisini ve ailesini kurtarmak için bir bahis oynuyor.
2. Tecrit: Hizbullah artık yalnız olduğunu biliyor. 4 Ağustos'taki patlamadan bu yana ülkedeki arenada değişimler yaşandı. Bu değişim, Hizbullah'ın kendi payından olarak gördüğü maliye bakanlığında ısrar etmesiyle Fransız girişimini çökertmesinden bu yana yaşanan değişimden çok daha büyüktür. Devletin kurtarılmasıyla ilgili son şansın elden kaçması hususunda tüm hedefler onu gösteriyor. Hizbullah, Ekim 2019 devriminin patlak vermesinden sonra hedef tahtasından düştü. Siyasi sınıfa yöneltilen saldırılardan kurtuldu. Fakat bir kez daha ‘felaketin sorumluluğu’ kucağına düştü. Bu kez, önemli Hıristiyan müttefiki Mişel Avn’ın başka bir kitap ve sözlük okuduğu bir zamanda geri döndü. Hizbullah’ın İsrail’den başka hiçbir şeyi kalmadı. Bu işin içinden sıyrılmak için elinde kalan tek şey bu. Ancak bu kez mücadeleyle değil, diyalogla bunu yapacak.
3. Refah: Hizbullah Lübnanlılara Nebih Berri'nin diliyle şunu söylemeye çalışıyor:
“Ekonomik çöküşten kurtulma şansınız benim. İsrail ile olan anlaşmamla petrol ve gaz rezervlerini açığa koyacağım. Fransız Total, uzun bir tereddüt ve geri çekilmenin ardından kazmaya başlayacak. Elimdeki silah sizin yağmalanmış olan haklarınızı size geri kazandırdı. Ekonomik çöküşten ben sorumlu değilim. İlk şansınızı kaybettiniz belki ama silahım size aynı anda ikinci bir şans verdi.”
Hizbullah, ulusal ekonomideki çöküşün ve sendeleyen paralel ekonominin bir sonucu olarak ülkedeki genel sıkıntının boyutunu biliyor.
Bu üç neden, ABD’deki seçimlerin zamanlamasıyla çakışıyor. Bu, Başkan Donald Trump'ın bölgedeki barış dinamiğini genişletme arzusunu gösteriyor.
Lübnan-İsrail barışı mümkündür. Bilakis bölgenin geleceği için üzerine pek çok şeyin inşa edilebileceği tek mantıklı seçim budur. Ancak barıştan önce ciddi birtakım adımların atılması gerekiyor. Bu bağlamda deniz sınırlarını çizmek ve tartışmalı bölgeler sorununu ele almak yeterli değildir. Bunun için şu iki şey gereklidir:
1. Lübnan ile İsrail arasında 1949 yılında imzalanan ateşkes anlaşmasının canlandırılması ve ilk kabine oturumunda yeniden kabul edilmesi.
2. Şeba Çiftlikleri'nin sınırlarını belirlemek ve Hizbullah milislerinin ellerindeki silahlar için bu hususu bahane olarak kullanmalarına son vermek.
Hizbullah milislerinin silahlarının önündeki bahaneler kaldırmayan her normalleşme, İsrail ile Hizbullah arasında hizmetlerin sinsi bir şekilde değiş tokuş edilmesinden ibarettir.