Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Fıtratın ve vahyin sesi

Alexis Carrel, insana “meçhul” derken ne kadar isabet etti bilemem. Lakin bildiğim bir şey var ki, insan kendi fıtratına ve o fıtrata rehberlik edecek vahye sırtını döndükçe “mechuliyetinin” bir kat daha arttığıdır.
Son dönemlerde insan ve onun hayatı ile ilgili birçok uzmanlık alanın ortaya çıktığını ve bunların insanın sorunlarını çözeceklerini iddia ettiklerini söyleyebiliriz. Uzmanlığa ve uzmanlaşmaya karşı değilim. Ancak insan kendi iç sesini (fıtratın sesi) ve ona rehberlik edecek vahyin sesini duymazdan gelecek olursa hiçbir uzman ona yol gösteremeyecek ve onu kurtaramayacaktır.
Anne-babanın ve çevrenin insanın üzerinde etkisinin olduğu göz ardı edilemez. Fakat insanı şekillendiren, onun kişiliğini ve kimliğini oluşturan etkenler sadece bunlar değildir. Kanaatimizce bu konuda en önemli etken anne-baba ve çevreden gördüğü, öğrendiği şeyleri nasıl içselleştirdiğidir. Yani kendisine verilen iradeyi nasıl kullandığıdır.
Fıtrat ve vahiy neyin doğru, neyin yanlış olduğunu belirler, insanın önüne koyar ve ondan iradesini kullanarak bir tercihte bulunmasını ister. Şu ilahi düsturlar buna işaret ederler:
“Gerçek şu ki, Biz ona yolu-yöntemi gösterdik: şükredici ya da nankör olması artık kendisine kalmıştır.”[1] ve “De ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin…”[2]
Bütün bu ilahi düsturlar şunu hissettirmektedir: İnsan fıtratının ve vahyin sesini ve yol göstericiliğini göz ardı ederek sadece iradesiyle hareket edecek olursa doğruyu bulma ihtimalini yitirecektir. Zira tarihe baktığımızda vahyi göz ardı ederek sadece kendi bilgisine ve etrafındaki uzmanların yönlendirmelerine göre hareket edenler Allah’ın salih dediği kullardan olamamışlardır.
Firavun, Nemrut, Ebu Cehil, Velid b. Muğire ve benzerleri ne kendilerini ne de akıl verdiklerini kurtarabilmişlerdir. Bunlar ve bunların izinden gidenler ne fıtratlarının sesini ne de vahyin sesini dinlemişlerdir. Çünkü vahyin sesi kendilerine ulaştırıldığında “kalplerimiz perdelidir, kulaklarımızda ağırlık vardır veyahut da söylediklerinizden bir şey anlamıyoruz” tarzı ifadeler kullanmışlar ve o sese kulaklarını tıkamışlardır.
Günümüzde bazı insanların takındıkları tutum ve tavırlar da öncekilerin tavır ve tutumlarıyla benzerlik arz etmektedir. Daha çok kazanmak için ekonomistlere, ne yiyip içecekleri için diyetisyenlere, çocukları için pedagoglara, ruhi bunalımları için psikologlara… -bu liste daha da uzatılabilir- giderken maalesef bu konularda vahyin bildirdiği tavsiyelere kulak vermemektedirler.
Bunlara gitmeyelim mi? Bunlara gitmekte ne sakınca var? Soru ve itirazları duyar gibiyim. Elbette ki “bunlara gitmeyelim” demiyorum. Demek istediğim şey önceliğin kime verildiği, insan ve onun hayatı konusunda asıl uzmanın kim kabul edildiğidir. Bizim temel iddiamız ve tezimiz şudur: “Yaratıcıyı ve onun kitabi, kevni ve enfüsi ayetlerini göz ardı ederek insanı geçek anlamda tanımanın mümkün olmadığıdır.” Bunları göz ardı eden hiçbir uzman gerçek anlamda insanı tanıma imkânına sahip olamayacağıdır. Çünkü gerçek anlamda insanı tanıyan onu yaratandır.
“Yaratan bilmez mi? Her şeyin iç yüzünü, en ince ayrıntısıyla bilen O’dur.” Mülk 67:14. “Andolsun ki, insanı Biz yarattık; arzu ve ihtirâslarının ona neler fısıldadığını da çok iyi biliriz. Çünkü Biz ona, şah damarından daha yakınız.”[3]
Zikrettiğimiz ilahi düsturların da işaret ettiği üzere, Allah’ın insan ile ilgili söyledikleri ve onun fıtratına yerleştirdikleri görmezden gelinerek insanı mutlu etmek ve huzura kavuşturmak pek olası görünmemektedir.
Fıtratın ve vahyin sesini duymamız gereken ortam ve zamanlarda bunları duymazsak, binlerce uzmanın sesini duysak ne olur?

[1] İnsan 76:3
[2] Kehf 18:29
[3] Kaf 50:16