Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Türkiye ve İran modelini kopyalama

Türkiye 6 yıl içinde İran’a benzer hale geldi. Farklı milletlerden milisleri, aşırılık yanlısı gruplarla güçlü ilişkileri, bölgesel askeri yayılması, iki kıtada yürüttüğü savaşları, radikal siyasi söylemi, bölgedeki muhalif güçleri destekleyen, ideolojik bölgesel eksenler inşa eden, medya tartışmaları yaratan bir tutumu var.
Türkiye değişti mi? Evet, hem de büyük ölçüde. Ankara'da daha ılımlı, çevresiyle ve dünyayla barışık görünen ve ekonomik başarılarıyla övünen bir siyasi kurum vardı. Sonra bir dizi olay meydana geldi ve hepsi bir sonucu ortaya çıkardı; mutlak güce sahip tek lider yönetiminin güçlendirilmesi. Erdoğan, başbakanlık görev süresinin sonuna yaklaştığında Türkiye'yi tamamen değiştiren anayasal projesini gündeme getirdi. Kesintisiz 12 yıllık başbakanlık görev süresini tamamlayıp kısıtlı yetkilere sahip cumhurbaşkanı makamına geçmeye karar verdikten sonra, başbakanlık makamını lağvedecek şekilde hükümet sisteminde bir değişiklik yapılması için baskı yaptı. Yeni sistemde başbakanlık kaldırıldı, meclisin de rolünün kısıtlanmasıyla Erdoğan neredeyse mutlak yetkilere sahip oldu. Darbe girişimi nedeniyle, güvenlik ve yargıda üst düzey değişiklikler yaptı. Mensuplarından ya da sempatizanlarından yüz binden fazlasını hapsederek güçlü müttefiki Fethullah Gülen ve cemaatinden kurtuldu. Daha sonra parti üst yönetimini tasfiye etti. Bunlardan en önemlisi, Cumhurbaşkanı'nın çocukları ve damadının hükümet yönetimindeki rolüne karşı çıktığı için istifaya zorladığı için Ahmet Davutoğlu idi. Böylece Türkiye’nin yönetim piramidi ve dış politikası değişti.
Erdoğan yavaş yavaş İran modelini taklit etmeye yöneldi. Türkiye’nin Suriye’deki savaşa geç de olsa müdahil olması, bu ülkeye komşu olması nedeniyle bir zorunluluk olarak görüldü. Fakat çok geçmeden Türkiye’nin İran gibi farklı bölgelerdeki savaşlarında Suriye’deki militanları paralı asker olarak kullandığına dair haberler ortaya çıkmaya başladı. Uluslararası alanda belgelenene kadar buna inanılmadı ama Türkiye’nin kendisi bu dönüşümü inkâr etmedi. Türkiye’ye bağlı milislerin faaliyetleri Suriye’den sonra Libya, Irak, Somali, Kafkasya ve Dağlık Karabağ’a uzanacak şekilde genişledi. Buna ilaveten, Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve Yunanistan’ı hedef aldı. Avrupa ülkeleri de göçmen topluluklar içindeki Türk güvenlik faaliyetlerinden şikâyet etmeye başladı. Erdoğan ayrıca, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerini mülteciler için ihtiyacı olduğunu iddia ettiği parayı ödemedikleri takdirde ülkesindeki milyonlarca göçmeni göndermekle tehdit etmeyi sürdürüyor.
Ancak Erdoğan, ABD’yi de tehdit edip bir Amerikalı rahibi tutukladığında yanlış hesap yaptı. Zira ABD Başkanı Donald Trump buna Türk Hazinesi'nin en büyük kaybına mal olan cezai tedbirlerle karşılık verdi. Erdoğan'ı rahibi serbest bırakmaya ve Amerikalıların kasıtlı olarak kamuoyuyla paylaştıkları Trump'ın mesajında kendisine ​​karşı hakaretleri görmezden gelmeye zorladı. Erdoğan daha sonra ABD’yi ziyaret ederek Trump ile uzlaşmaya çalıştı. ABD ordusu, Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın almasına karşı olmasaydı bunu başaracaktı da.
“Lider Erdoğan” projesi, Ankara’ya pahalıya mal olan ve 6 yıl önce Türkiye’nin gerçek gücü olan ekonomiyi yok edecek bir proje. İki toplum ve iki sistem arasındaki farklılıklardan dolayı Erdoğan’ın İranlılara olan hayranlığı ve onlara benzeme çabasında çok ileri gitmesi mümkün değil. Tahran’da Dini Lider, Devrim Muhafızları ve Kum’daki din adamları korosunu içeren liderlik, kolektif bir liderliktir. Ankara’da ise sadece Erdoğan ve çocukları var ve büyük olasılıkla yol sona erdiğinde onlar da sona erecekler. Cumhurbaşkanı maceralarına ve Türk ekonomisi de bu şekilde kötüleşmeye devam ederse, bu çok uzun sürmeyebilir.