Hazım Sağıye
TT

Üç lider ve felaket bir bilinç

Pakistanlı gazeteci Kunwar Khuldune Shahid, İslam dünyasındaki üç lidere; Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Pakistan Başbakanı İmran Han ve eski Malezya başbakanı Mahathir Muhammed’e öfke kustu.
Shahid, İsrailli Haaretz gazetesinin yayınladığı yazısında en çok, bu üç liderin Fransa’daki son terör saldırılarını haklı gösterme çabalarına odaklandı. İslam dünyasında çok kullanılan; Fransa’nın İslam’a hakaret içeren karikatürlerin yayınlanmasına izin verilirken Nazilerin Yahudilere uyguladığı Holokost’un tartışılmasına bile izin vermediği gerekçesi konusunda hemfikir olmalarına yoğunlaştı.
Bu 3 liderin yaptıkları ve ifadeleri farklı olsa da aynı derecede sert eleştiriler, Fransa İslam’a hakaret içeren yayınlara izin verirken Hristiyanlık ya da Yahudiliğe hakaret içeren yayınlara izin vermeseydi doğru olabilirdi. Bunu Holokost ile karşılaştırmalarına gelince, saygımız bizi bunu cehalet olarak tanımlamaktan alıkoyamayacak. Holokost söz konusu olduğunda bir sözden, resimden, fotoğraftan, görüşten ya da tutumdan bahsetmiyoruz. Adları ve fotoğraflarıyla bilinen 6 milyon kurbandan, halen hayatta olan akrabalarından, çok az da olsa bundan kurtulup halen hayatta kalan tanıklarından bahsediyoruz.
Bu tür bahanelerin söz konusu 3 politikacı tarafından daha önce de kullanıldığı, Holokost'u inkâr etme veya kurbanlarının sayısını azaltma saplantısının, kırklı yılların sonlarından beri hem Arap hem de İslami dinsel ve dönemsel yazılarda ve konuşmalarda sürekli gündeme getirilen bir olgu olduğu biliniyor. Ancak, on milyonlarca kişiye önderlik eden bu 3 liderin, bu ayrımın farkında olmamaları felaketin ta kendisidir. Liderlerin bu bilinç düzeyinde olması, halkların bilincine egemen olan bu geri kalmışlığın nedenlerinden birini oluşturuyor. Bunlara uluslararası alanda verilen tepkiler ise, esef, korku ve alay arasında değişiyor.
Her halükârda bu tür karşılaştırmalar da yeni değil; 1962-65 yılları arasında Papa VI. Paulus başkanlığında toplanan İkinci Vatikan Konseyi, Yahudileri, Hz. İsa Mesih’in çarmıha gerilmesi konusunda kolektif sorumluluktan muaf tutan bir karar almıştı. Arap ve İslam dünyasındaki lider sesler bu kararı güçlü bir şekilde reddetmişlerdi. Eleştirenlerin temel aldığı İslami yoruma göre Hz İsa çarmıha gerilmediği için bu kararın bilimsel doğruluğunu sorgulayan açıklamalar yapılmıştı.
Kısacası, liderlere kabul edilemez bir tür bilgisizlik hakimdir. Daha da kötüsü, yukarıda adlarını saydığımız 3 liderin bir “ekonomik rönesans” hatta kimi zaman bir “medeniyet rönesansı” getirmiş olmakla tanımlanmalarıdır.
Gerçekten de Mahathir Muhammed’in kurduğu ilk hükümet (1981) döneminde Malezya, hızlı bir sanayileşmeye ve dikkate değer bir ekonomik büyümeye tanık oldu. Ülkede büyük ve sağlam bir altyapı kurulmasını sağlamak, bu hükümetin bir diğer başarısıydı. Bütün bunlar, Mahathir Muhammed’in sonradan birkaç kez daha başbakan olmasını sağladı.
İmran Han, 2018 seçimlerindeki zaferinden önce “Namal” adında bir teknoloji enstitüsü kurmuştu. 2005 yılında bu enstitü, İngiltere'deki Bradford Üniversitesi ile iş birliği imzalamıştı. Onun döneminde Pakistan, Dünya Bankası’nın tasnifine göre iş dünyası dostu bir ülke olarak büyük bir atılım gerçekleştirdi. Recep Tayyip Erdoğan şu anda bir ekonomik çöküşün başında olsa da, 2003 yılında başbakan olarak başladığı yönetiminin ilk yıllarında böyle değildi. Türkiye 2001’de yaşadığı ekonomik krizden kurtulmuş, AB ile üyelik müzakerelerini hızlandırmış ve altyapıya (yollar, havalimanları ve hızlı trenler) dev yatırımlar yapmıştı. Bu modernizasyon eğilimi yukarıda yer verilen "fikirler" ile nasıl örtüşüyor? Bu şizofrenik durumu nasıl okumalıyız?
Bu soruların yanıtları muhtemelen iki şıktan oluşuyor. Birincisi, bu 3 neoliberalin, toplumu değiştirme ve partilerini rasyonel ve modern temellere bağlayan yeni kanaatler üretme konusunda pek hevesli olmadıklarıdır.
İkincisi, bu 3 liderin neoliberalizm veya başka herhangi bir Batılı ideolojik doktrinden daha önemli ve eski İslamcılığa (aralarında farklar olsa da) bağlı olmalarıdır. Bu durumda onların İslamcılıkları, Batı’nın tekniği ve bilimini alır düşüncelerini reddederiz şeklindeki eski teoriye dayanmaktadır. Bu teorinin devamı şudur; onun gücünün sırrı, bilimi ve teknolojisidir. Onunla savaşabilmek ve yenebilmek için bu sırrı ele geçirmeli, bilim ve teknolojiyle silahlanmalıyız.
Bu iki unsurun birleşiminin meyvelerinden biri, Mahathir Muhammed'in Paris’te işlenen suç hakkında yaptığı yorumdu; “Müslümanlar Fransızları cezalandırma hakkına sahiptir. Müslümanlar, geçmişteki katliamlara tepki olarak öfkelenme ve milyonlarca Fransız'ı öldürme hakkına sahiptir.”
Dünyaya fiziksel olarak yakın ama düşünsel olarak inziva içinde olmak, suça neden olduğu onaylanmış kaynaklardan biridir: Öteki sadece bizi öldürmek için bize yaklaşır, bizde sadece onu öldürmek için ona yaklaşırız.