Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Nimetlerle ve musibetle denenmek

Dinimizde başa gelen birtakım olumsuzluklar belâ kelimesiyle nitelendirilmiştir ki, bunda derin bir hikmet ve incelik vardır. Çünkü belâ terimiyle, Yüce Allah’ın insanları denemek için verdiği maddî ve mânevî sıkıntı, dert ve külfetler kastedilir.
Esasen belâ kelimesi sözlükte deneme, sınama, imtihan anlamındadır. Başa gelen olumsuzluklarla İnsan denenmiş olmaktadır.[1]
Ehlince malum olduğu üzere insanın yaratılış gayelerinden birisi ibadet etmek[2] diğeri yapacağı ameller ve sergileyeceği tavırlarla imtihan edilmektir.[3]
Bu nedenle insanlar hem kendilerine verilen nimetlerle (mal ve evlat)[4] hem de kendilerinden alınanlarla ve başlarına gelen musibetlerle[5] denenmektedirler. Yani hem hayır ile hem de şer ile.[6]
Yeryüzünde var olan güzelliklerin hepsi birer imtihan aracıdır.[7]
Ayrıca bazı kavimler veya insanlar Allah’ın ayetlerine karşı takındıkları tavrın sonucu olarak da denemeye tabi tutulabilirler.[8]
İnsanların kaliteleri bu denenmeler sonucunda ortaya çıkar.[9]
Önemli olan denenme karşısında sergilen tavırdır.[10]
Musibetler sadece zalimlerin başına gelmez.[11]
İnsanlar çoğu zaman iyilikleri kendilerinden musibetleri Allah’tan bilirler.[12]
Kur’an-ı Kerim’de imtihan ve belalarla ilgili bildirilen temel ilkeler ana hatlarıyla yukarıda ifade edildiği gibidir.
Şimdi bu nimetlerin verilmesinde veya geri alınmasında ve yaşanan musibetlerde Allah’ın takdirinin ve insanın davranışlarının ne oranda etkili olduğu meselesi üzerinde duralım.
Öncelikle şu hakikate iman etmek gerekir ki evrenin tek sahibi ve maliki Allah’tır. Mülkünde istediği gibi tasarruf etme hak ve yetkisine sahiptir.
İstediğini istediği şekilde imtihan etme ve istediğini yapma konusunda hiçbir kimse O’nun iradesini kısıtlayamaz.[13]
Ama buna rağmen Allah Teâlâ durup dururken hiç kimseyi helak etmez.[14] Çünkü Allah hiç kimseye zulmetmez.[15] Aksine şükredene nimetlerini arttırır,[16] göğün ve yerin nimet ve rahmet kapılarını açar:
“Eğer o kentlerin ahalisi, inanıp güvenerek Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket etselerdi, onlara, yerin ve göklerin bolluk ve bereketini açardık. Fakat yalana sarıldılar. Biz de onları yapıp ettiklerine karşılık yakalayıverdik.” (A’raf 7/96).
Şükredenin nimetini arttırırken nankörlük edenin de nankörlüğünü yanına bırakmaz.[17] İnsan kendisine yapılan hatırlatma ve uyarıları dikkate almamakla kendi başına iş açar:
“Derken, kendilerine yapılan bu öğüt ve uyarıları unuttular; Biz de ceza olarak, başlarındaki sıkıntı ve belâları kaldırdık ve önlerinde bütün nîmet ve refah kapılarını ardına kadar açtık. Ve nihâyet, kendilerine bahşedilen bu zenginlik ve nîmetler yüzünden küstahlık edip şımardıkları ve Allah’ı, âhireti unutarak zevk ve sefaya daldıkları bir sırada, bir âfet, bir deprem, bir kaza, bir hastalık, bir ölüm ile onları ansızın yakaladık ve işte o anda, bütün ümitleri sönüverdi!” (En’am 6/44)
İnsanın yaptığı güzel davranışlar onun iyiliklerle ve Allah’ın rahmetiyle muhatap olmasına sebep olurken hakikati yalanlaması ve nankörce davranması birtakım sıkıntılara ve Allah’ın azabına maruz kalmasına neden olmaktadır. Zira insan çoğu zaman “güzel şeyler istercesine, kötülükleri isteyip durur”.[18]
İnsan peşin olan şeylere düşkündür. Bu yüzden, ahireti dünyada yaşamak ister; kendisini bekleyen mükâfatı önemsemeden, o acıklı azabı hiç hesaba katmadan, felâketle sonuçlanacak dileklerde bulunur. Kötülükle karşılaşacağını bildiği hâlde, kendisine hâkim olamayıp Rabbine isyan eder.
Bütün bu veriler değerlendirildiğinde anlaşılıyor ki insana verilen nimetlerde de başına gelen musibetlerde de insanın payı vardır. Yani ona verilen nimetlerle denendiği gibi bu nimetlerin geri alınmasıyla da denenmektedir.
Ama maalesef insanlar her iki durumda doğru bir bakış açısıyla hadiseye bakmadıkları için, yanlış değerlendirmeler yapmaktadırlar. İyi ve güzel olan her şeyi sadece kendilerine mal ederlerken sıkıntılı ve kötü olan her şeyi de sadece Allah’a izafe etmektedirler. Hâlbuki insan her hâlükârda kendisine verilen iradeyi ve imkânları nasıl kullandığıyla denenmektedir.
İnsan, Hz. Süleyman’ın sahip olduğu nimetlere sahip olsa bile onun nimetlere karşı gösterdiği tavrı sergileyemezse kaybeder. Zira Hz. Süleyman en büyük nimetler karşısında bile şöyle demişti:
…“Rabbimin bir lütfu bu; şükür mü nankörlük mü edeceğim diye beni sınıyor. Oysaki şükreden kendi iyiliği için şükretmiş olur. Ama kim de nankörlük ederse, iyi bilsin ki Rabbim kendi kendine yetendir, (mahlûkata karşı da) sınırsız cömerttir.” (Neml 27/40)  
Kanaatimce bir musibetle veya afetle karşı karşıya kaldığımızda yaklaşımımız şöyle olmalıdır: Bununla hem ben hem de toplum denenmektedir.
Acaba bu şekilde bir denenmeye tabi tutulmamızda bizim bir hatamız etkili oldu mu diye düşünmemiz ve sorgulamamız gerekir. Zira hata varsa buradan ders alıp bir daha tekrarlamamaya gayret etmeliyiz.
Evimizi dere yatağına yapıp sonra sel veya depremle yıkıldığında “takdiri ilahi” deyip kendi sorumluluğumuzu bir kenara bırakamayız. Ama her hâlükârda başımıza gelene sabretmekle yükümlüyüz. Sabretmek demek; tedbir almamak demek değildir.
Elde ettiğimiz nimetleri Allah’ın bir lütfu ve ihsanı olarak bilmenin yanı sıra Allah Teâlâ’nın hem bu dünya hem de ahiret hayatı için öğrettiği şu ilkeyi de sürekli aklımızda tutmalıyız:
“İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez. Bu gayretinin semeresi de ileride ortaya çıkacaktır.” (Necm 53/39-40)

[1] Süleyman Uludağ, "Belâ", DİA, v, 380
[2] Zariyat 51/56
[3] Mülk 2/67
[4] Enfal 8/28; Taha 20/131; Rum 30/49
[5] Bakara 2/155
[6] Enbiya 21/35
[7] Kehf 18/7
[8] A’raf 7/163
[9] Ankebut 29/2; Muhammed 47/31
[10] Bakara 2/156; Hac 22/11
[11] Enfal 8/25
[12] Kasas 28/78; Zümer 39/49
[13] En’am 6/46; Yunus 10/50; Kasas 28/71-72; Mülk 67/28-30
[14] Nisa 4/147
[15] Al-i İmran 3/182; Enfal 8/51; Hac 22/10; Fussilet 41/46.
[16] İbrahim 14/7
[17] İbrahim 14/7
[18] İsra 17/11