Bekir Uveyda
TT

Kendisini esir edenden daha güçlü esir

Ne esirlik aynıdır ne de tüm esirler. Nitekim direnişçi esirin davasının haklılığına olan inancının kaynağından, kendisini esir edenin kibrine karşı sabır ve direnç pınarı doğar. Göğsüne özgürlük ışığı dolar ve hücresinin karanlığını aydınlatır. Sadist gardiyanının kendisine yaşattığı eziyetleri hafifletir. Bir hapishanenin girişine ayak basar basmaz onun işgalci ve istilacı bir esirler mezarı olduğunu düşünür. Esir ise, onu halkının işgalin esaretinden kurtuluş yolculuğunun bir aşaması olarak görür. Böylece direnişçi bir esir, hiçbir şantaja boyun eğmez, uluslararası sözleşmelerle belirlenen, savaş esirlerine tüm insani ihtiyaçlarıyla onurlu bir şekilde davranılma hakkını garanti eden insan haklarının temellerinin ihlal edilmesinden korkmaz. İşkencecisi teslim olmak üzere olduğunu sandığı anda, alaycı bir şekilde çektiği işkence ve acıların tüm ağırlıklarını omuzlarından silkeleyip atar.
Ne var ki, ölüme meydan okuyarak savaş ve mücadele alanına atılmasına, kendisini inandığı dava uğruna fedakârlık yapmaya hazırlamış olmasına rağmen, bir esirin kendisini esir edenin zulmünden korkması da muhtemeldir. Zira bir askerin ya da işgale direnen direnişçinin savaş alanında hemen ölmeye hazır olması ile işkence altında yavaşça ölmeye tahammül etme gücü ayrıdır. Bu nedenle, aniden zayıflık gösterenler mazur görülebilir. Gün boyu işkenceye maruz kalıp, gardiyanın başkaları üzerindeki düşünebileceğinden daha zalim ve sadistçe uygulamalarına şahit olmak. Gece olunca da komşu hücrelerdeki arkadaşlarının gecenin karanlığını yırtan acı ve ıstırap dolu inlemelerini, feryatlarını dinlemek. Her gün tekrarlanan aynı senaryo.
Bu şartlar altındayken esir, bir anda yaşama arzusunun damarlarında dolaştığını hissedebilir. Arzu onun daha fazla acıya katlanma gücünü uyuşturabilir. Direnişçi ruhunu dondurabilir. Kulaklarına insan ruhunun zayıflığıyla fısıldayabilir: Yeter, ölmek istemiyorum. Daha değil. Neden yaşamayayım ki? Sabah olduğunda, hüzünle ağırlaşmış bir yürekle, işkencecisinin çektiği acıyı hafifletecek bir itirafın altına imza atmak gibi taleplerini kabul eder. Bu zayıflık bu noktada durursa, kabul edilebilir. Ancak daha tehlikelisi, bu zayıflık anının gelişmesi ve gardiyan ile iş birliği yapmaya hazır olma kertesine ulaşmasıdır. Esirin esaretin sağladığı şeref ve onurdan, tüm vatandaşlarını esir eden işgalci ile iş birliği yapma onursuzluğuna düşmesidir.
Bu, travmatik bir etkisi olan ve yankıları uzun yıllar devam edecek olan bir durumdur. İnsan gerçekliği, her zaman ve farklı kültürlerde bu ikisinin de var olduğunu kanıtlamaktadır. Savaşın yaşandığı, çatışmaların patlak verdiği herhangi bir yerde askerler esir düşmüş, kimisi son nefesine kadar sebat edip esaretten kurtulmanın cazibesine rağmen ilkelerinden bir nebze olsun vazgeçmeyi reddetmiştir. Kimisi de acısız bir tutukluluk yılları umuduyla zayıflığa boyun eğmekle yetinmiştir. Zayıflığa boyun eğip daha da ileri gidenlere ve ruhunu düşmanına satanlara gelince, onlar kendilerini kaybetmiş ve alıcı olduklarını sandıklarının bile saygısını kazanmamışlardır.
İsrail kurulmadan önce ve sonra atalarının topraklarını ellerinden alma girişimlerine karşı Filistinli nesiller yıllarca direndiler. İngiliz manda yönetiminin hapishaneleri ya da daha sonra İsrail cezaevlerinde olsun erkek, kadın ve çocuk Filistinli esirler, sayısız direniş örneği sergilediler. Karşılığı ne kadar büyük ve cazip, sıkıntıları ne kadar büyük ve uzun sürerse sürsün hiçbir şekilde taviz vermediler. Bu bağlamda, geçtiğimiz Pazartesi günü “Lilsicni Mazakun Ahar” (Hapishanenin tadı bir başkadır) adlı kitap için düzenlenen tanıtım etkinliği dikkatimi çekti. Kitabın yazarı, 8 kez müebbet hapis cezasına çarptırılmış Filistinli esir Usame el-Aşkar’dı. Kitabının tanıtımının yanı sıra internet üzerinden gerçekleşen bu etkinlik sırasında Filistinli ve uluslararası şahsiyetlerin katılımıyla Filistinli esirin nişanlısı Manar Halava ile nikahları da kıyıldı. Bu, parmaklıklar arkasındaki bir esirin umutlarını ve dileklerini hapsetmeyi başaramayan bir gardiyanın esaretinden kurtularak insanlığın semasında özgürce uçmaktı.
Usame Aşkar sadece bir direniş örneği olarak değil, aynı zamanda yaratıcılık yayan bir sanatçı olarak da parladı. Londra’dan Ramallah’taki bu etkinliğin hazırlıklarına katılan Filistinli şair ve yazar Lina Ebu Bekr’e, bu gerçekten özel etkinliğe dikkatimi çektiği için çok teşekkür ediyorum. Bu onun için beklendik bir ilgi, zira kendisi çabalarının ve zamanının önemli bir bölümünü esirlerin sorunlarına ayırmış bulunuyor. Bu amaçla “Esrana” adlı elektronik siteyi kurdu. Gerçekten de, Nail el-Bergusi, Kerim Yunus ve Mahir Yunus gibi eski esirlerden, Mervan el-Bergusi, Samer el-İsavi, Mahir el-Ahras, Usame el-Aşkar gibi gençlere pek çok Filistinli esir, esirin daha özgür ve iradesinin daha güçlü olabileceğini kanıtladılar.