Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Arap ‘Vestfalyan Sistemi’ kurma çağrısı

Türkiye ve İran’ın Arap bölgesine dönüşlerini meşrulaştırmak için geçmişe başvurarak attıkları adımlarla mücadelede neden Arap Vestfalyan Sistemi’nin benimsenmesine ihtiyaç duyuluyor? Bazı Arap başkentlerini egemenlik altına almaları, Arap ülkelerinin artık kararlarının efendisi olmadığı anlamına mı geliyor? Vestfalyan Sistemi ile kastedilen nedir? Avrupa'da başarılı olan, Arap bölgesinde de başarılı olabilir mi? Yoksa Arap toplumlarının kırılganlığı başarıyı engeller mi? ABD’ye yeni bir yönetimin gelmesi geçmişte olduğu gibi tek bir adamın tavrının ayakta kalması için birbirlerine karşı tutumları gözden geçirmeye itecek mi? Yoksa bu yine gerçekçi olmayan bir hayal mi?
‘Vestfalyan’ isimlendirmesi, 24 Ekim 1648 tarihinde Almanya’da ‘Barış Konferansı’nın yapıldığı bölge olan Vestfalya’ya (Westphalia) dayanıyor. Vestfalya Anlaşması olarak isimlendirilen bu konferans ile 1618-1648 yılları boyunca Katolikler ve Protestanlar arasında devam eden Otuz Yıl Savaşları sona erdirilmişti. Bazı tarihçilere göre bu, Avrupa’da türünün ilk örneği olan bir barış anlaşmasıydı. Bu anlaşmada göre her iki mezhepten hiçbirinin diğerinin işlerine karışmayacağı kabul edilmişti. Zira din temelli savaşlara neden olan şey inançların savunulmasıydı. Diğer yandan Vestfalyan Sistemi’nin özü, diğer milletlerin dini inançlarına müdahale etmeninin yasaklanmasına dayanıyor. Egemen ulus-devlet kavramı ve modern devlet kavramının yöneticilerinden bağımsız bir tüzel oluşum olarak ortaya çıkışı da bu fikirden filizlendi.
Vestfalya Barış Anlaşması aslında, Avrupa'nın yıkılmasına yol açan dini bir karaktere bürünmüş ülkeler arasındaki anlaşmazlık ve çatışmaları engellemez. Daha ziyade ulus-devlet çıkarlarına ulaşmak için çatışmaların sınırlı savaşlar halini alması anlamına gelir.
Vestfalyan Sistemi’ndeki diğer önemli faktör, bazı Avrupa ülkeleri müttefikleri ile karşıt ittifaklar arasındaki güç dengesidir.
Vestfalya Anlaşması, Avrupa’nın kanlı tarihinin; aynı zamanda bazı Avrupalı ​​düşünürlerin ‘kılıç’ ve ‘kalem’ olarak iki kelimeyle özetlenen fikirlerinin bir sonucudur. 1618'den 1648'e kadar Avrupa arenasını inleten top ve kılıç gürültüsüne, savaş meydanlarına paralel olarak gündeme getirilen düşünür fikir ve görüşleri eşlik etti. ‘Doğal hak’ temelinde uluslararası hukukun temellerini atanlardan biri olan ünlü Hollandalı uluslararası hukuk adamı Grotius Hugo da bu düşünürlerden biriydi. Eserleri arasından ‘savaş ve barış yasası’ hakkında kaleme alınmış bir kitap bulunuyor. Diğer bir isim de parlak politikacı Fransız Kardinal Richelieu idi. Bu iki önemli isim, 17’inci yüzyılın ilk yarısında, barış ve güvenlik bağlamında Otuz Yıl Savaşları’ndan sonra Avrupa’nın yapısal geleceğini tasavvur etmede önemli rol oynadılar. Ancak her ikisi de en önemli üç ilkeyi belirleyen Vestfalya Antlaşması'nın imzalandığı tarih olan 1648 yılından önce öldü. Söz konusu üç ilke ise şunlardı: Devlet egemenliği ilkesi, devletlerin içişlerine karışmama ilkesi, milliyetçilik ve devletlerin ulusal güvenliği ilkesi.
İlk iki ilke (devlet egemenliği ilkesi ve devletlerin içişlerine karışmama ilkesi), üye devletlerin en azından teoride uyması gereken Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın temel prensibidir. Bir terim olarak ‘ulusal güvenlik’ kavramı ise hem yorumsal açıdan hem de ulusal düzeyde uygulanması açısından devletin savunma politikaları ve ülkeyi karşılaştığı tehditlerden koruma kabiliyeti ve sağlık, eğitim, ulaşım gibi temel hizmetler gibi yaşam ihtiyaçlarını sağlayarak vatandaşlarını koruma kabiliyetleri ile ulus-devlet kavramına bitişiktir.
Bir diğer kavram olan ‘ulusal güvenlik’, devlet veya devletlerin dış güçlerden karşı karşıya kaldıkları zorluklarla yüzleşebilme kabiliyetiyle ilgilidir. Bu tehdidin kaynakları ulusal düzeyle mi sınırlı yoksa Arap ulusal güvenliğini tehdit edecek kadar mı aşıyor?
Burada, İngiltere, Fransa ve İsrail'in 1956'da Mısır'a yönelik üçlü saldırısıyla ilgili bazı örneklere dikkat çekiyoruz. Ayrıca Arap ülkeleri ve Arap halklarının, Yemen'in güneyindeki Aden'de sendikaların İngiliz gemilerine yakıt sağlamayı bıraktığı ve liman hizmetlerinin geri kalanı İngiliz işgali altındayken olduğu gibi henüz bağımsızlıklarını elde etmemiş Arap bölgelerinde bile Mısır ile nasıl bir dayanışma içinde olduğuna atıfta bulunuyoruz. Bunun bir benzeri 1967’deki savaşta alınan yenilgide Suudi Arabistan’ın Mısır’la Yemen savaşı nedeniyle arasında mevcut olan anlaşmazlığı bir kenara bırakıp dayanışmaya girmesiyle yaşanmıştı. Hartum Konferansı’nda yalnızca Mısır’a değil, 1967 yılının haziran ayında gerçekleştirilen savaşta hasar gören ve yenilgiye uğrayan diğer ülkelere de mali ve siyasi destek sağlamıştı. Çünkü Arap devletlerinin yaşadığı bu yenilginin yansımalarında Arap ulusal güvenliğinin tehdit edildiği hissedilmişti.
Belki de bunun en etkili örneği 1973 yılının ekim ayında meydana gelen askeri harekat ve petrol ambargosunu birleştiren savaştır. Bu savaş söz konusu dönemde birçok ülkeyi çok sayıda girişim başlatmaya itmişti. Bunlar arasında ‘Arap-Avrupa Diyalogu’ adında bir Arap-Avrupa, Kuzey ve Güney, sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında diyaloglar kurma çağrıları da bulunuyordu.  Sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında bir diyalog kurma çağrısı daha sonra Cezayir Cumhuriyeti'nin talebi üzerine 1974 yılının nisan ve mayıs aylarında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun olağanüstü toplantılarında Suudi Arabistan tarafından yapılmıştı. Ayrıca aynı çağrı, hammadde üreten Afrika ülkelerinin petrol ambargosu tecrübesinden yararlanarak Arap petrol üreten ülkelerin küresel piyasalarda fiyatlarını yükselterek elde ettikleri avantajları kazanma ve üretici ülkelerin doğal kaynakları üzerindeki kontrolünü sağlama arayışıyla da yapıldı. Çağrı bu doğrultuda, 1973 yılının kasım ayında Arap-Afrika ilişkilerini güçlendirmek amacıyla olağanüstü bir toplantı düzenleyen ‘Afrika Birliği Örgütü’ne de iletildi.
Arap ülkelerinin söz konusu dönemde elde ettiği olağanüstü hareketlilik, siyasi ve mali kazanımlar bunlardır. Daha sonra ulusal güvenlik ve Arap ulusal güvenliğinin pusulasını kaybetmeyi başaran bazı Arap ülkelerinin başarı unsurlarını ve takip eden başarısızlıklarını ele alacağız.