İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Brexit virajı: Kavramlar ve yankılar

İngiltere bugünlerde, kendisini özünde etkileyen siyasi ve ekonomik bir endişe olan Kovid-19 salgınıyla yaşıyor. Ayrıca birbiriyle çatışan raporların ve ‘dostane boşanma’ şansının geri çekilmesinin ortasında, ‘Avrupa Birliği’ ailesinden çıkış için geri sayımı hızlandırıyor. Avrupalılar ile İngilizler arasındaki söz konusu dostane boşanmanın maddeleri, kibir, dogmatizm ve gizli popülist gündemlerden uzak durularak hüküm ve koşulları her iki tarafın da kayıplarını sınırlandıracak şekilde düzenlenmelidir. İngilizlerin bu durumuna ışık tuttuğumuzda etkilediği ve etkilendiği bir dizi husus karşımıza çıkacak. Bunun nedenleri aşağıda zikredeceğim etkenlerdir:
1. İktidardaki Muhafazakâr Parti'nin siyasi düşüncesi ve özellikle de parti içerisinde izole olan popülist sağ akım.
2. Avrupa’nın siyasi ve ekonomik iklimi. Avrupalı sağcı izole popülist akımlar burada da aktiftir. Ayrıca Avrupa’nın entegrasyonundaki ivmedeki düşüş ve koronavirüsü salgınıyla birlikte ekonomik durumun daha da kötüleştirdiği çıkar çatışması bu akımları güçlendirmiş ve cesaretlendirmiştir.
3. ABD’nin Donald Trump dönemindeki durumu: Donald Trump'ın Avrupa işbirliği ruhuyla ve Atlantik ilişkilerinin merkeziliğiyle daha az ilgilendiği bilinmektedir. Moskova'ya karşı tutumunun belirsizliğiyle birlikte Çin'in stratejik ve ekonomik anlamda yükselişinin ışığında Uzak Doğu'daki tehditlere daha fazla odaklandı.
4. Küresel iklim değişikliği: Dünyamız çok kutupluluğa doğru hızlı bir şekilde ilerliyor. Dünyanın tüm bölgelerinde hesaplar, projeler ve ihlallerle karşı karşıyayız. Çin'in 124 milyar dolar tutarındaki ‘Bir Kuşak Bir Yol’ gibi iddialı projeleri ile ‘Nord Stream 1 ve 2’ gibi Avrupa'daki Rus gaz hatları bunun örneklerindendir.
İngiltere'nin kendisini bulduğu yol ayrımına nasıl ulaştığını ve buraya doğru nasıl yol almaya başladığını anlamak için bu arka planı göz önünde bulundurmak zorunludur.
Gerçek şu ki, ‘ada ile kıta’ arasındaki kültürel farka ve çıkar ayrılığına inananların hikayesinin modası geçmiştir.
Diğerleri ise ‘eski sömürge imparatorluklarının’ etkisinin azalması, Sovyetler Birliği ile komünist meydan okumanın ortaya çıkması ve İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı Avrupa ile ABD arasında NATO’nun kurulmasının ardından Batı’da siyasi, askeri ve ekonomik çıkarların birliğine inandılar. Sonra Soğuk Savaş dönemi geldi. Avrupalılar bu dönem boyunca Berlin Duvarı’nın ötesindeki ülkeleri Sovyet egemenliğinden kurtarmak için aralarındaki birliği, ‘siyasi silahlardan’ biri haline getirdiler. Bu şekilde 1950’li yıllarda ‘Sovyet Ayısı’ karşısında Avrupa’nın stratejik ve ekonomik çıkarlarının entegrasyonuna tanık olundu.
Avrupalılar, İngilizlerin ‘Tek Avrupa’ fikrine olan bağlılığından şüphe etmekte haklıydılar. İngiltere’nin ABD ve İngiliz Milletler Topluluğu ile özel ilişkileri vardı. Ayrıca İngiltere, “Fransa ve Almanya” gibi iki tarihi düşman arasındaki bütünleşme fikrine tam olarak uyum sağlayamadı. Bundan sonra ekonomik politikalarla ilgili daha geniş bir tartışma ortaya çıktı. Muhafazakâr ve İşçi partilerinin ılımlıları bir araya geldi. Bunlar, Avrupa ile bir arada yaşamaya ve bütünleşmeye müsaittiler. İngiliz kimliğiyle gurur duyan radikal sert muhafazakârlar, Avrupa ile entegrasyonu ve bir arada yaşamayı reddettiler. Avrupa ailesini işçi sınıfının çıkarlarına düşman bir kapitalist blok olarak gören işçiler de onlara katıldılar. Muhafazakâr sağın en önde gelen lideri Margaret Thatcher, Avrupa konsensüsünü bozmak ve İngiltere için istisnalar elde etmekte ısrar etti. Euro ve Schengen’i reddetmesi bunun en bariz örneklerindendir. Ayrıca Thatcher, Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından Doğu Avrupa ülkelerinin Avrupa’ya katılmasını hızlandırmaya çalıştı. Amacı, birliğin nüvesi olan Almanya ve Fransa’nın etkisini azaltmaktı. Thatcher emekli olduktan sonra bile partisinin tutumunda bir değişiklik olmadı. Avrupa'ya son derece şüpheci şekilde yaklaşmakta ve birlikten çıkmakta ısrar etti. Ancak muhafazakârların birbirini takip eden seçimlerde irtifa kaybetmesi ve ılımlıların İşçi Partisi’ne ve İngiltere'ye önderlik etmek için geri dönüşüyle birlikte bu süreç ertelendi.
Ancak Nigel Farage önderliğindeki aşırı sağ popülist eğilimin yükselmesi ve bu eğilimin kamuoyundaki artan popülaritesi ile birlikte durumlar değişti. Farage -partisinin seçimlerde başarısız olmasına rağmen- birlikten çıkış savunucuları için kaldıraç oldu. Muhafazakâr sağın, ılımlı muhafazakâr Başbakan David Cameron üzerindeki baskısı arttı. Partide bir bölünmeden korkan Cameron, 2016'da birlikten çıkış için bir halk referandumu düzenleme sözü verdi ve sonuç ‘çıkış’ lehinde oldu. İşte 31 Ocak'ta resmi olarak gerçekleşecek olan çıkış bu şekilde başladı ve gelişti.
Şu anda çıkışı durdurmanın bir yolu yok. Ancak İngiltere ile Avrupa Birliği’nin gelecekteki ilişkilerini düzenleyecek bir uzlaşıya varmayı umut eden kimseler var. Raporların çoğu, özellikle de korona salgını baskısı altında zorlu bir gelecek konusunda uyarılarda bulunuyor. Ancak sağcı Başbakan Boris Johnson, bu uyarılara kulak veriyor gibi görünmüyor.
İngiltere ekonomik olarak büyük baskılarla karşı karşıya bulunuyor. Bu baskıların, İngiltere’nin küresel bir ekonomi başkenti olmasının yanı sıra büyük uluslararası sanayi şirketlerinin İngiliz topraklarındaki fabrikalara yatırımlarının faydaları ve endüstriyel bileşenlerinin güvence altına alınması gibi hususlarla ilgili ciddi etkileri var. Baker & McKenzie’nin son istatistiklerine göre, ‘Brexit’ hususunda bir uzlaşının mümkün olmaması durumunda korona salgınının gayri safi millî hasılayı yüzde 50 oranında etkilemesi bekleniyor. Ayrıca yalnızca salgından kaynaklanan kayıplar yılda 50 milyar sterlini bulacak ve bizatihi çıkışın kendisinden kaynaklanan yıllık 84 milyar sterlin de buna eklenecek. Bununla birlikte yalnızca 4 sanayi sektörünün ihracatında uzun vadeli zarar hacminin yıllık 28 milyar sterline ulaşması bekleniyor.
Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın (UNCTAD) Şubat ayında yayınladığı raporda, İngiltere'nin ihracatının 32 milyar dolar tutarında bir düşüş yaşayabileceği ve bir anlaşmaya varamadığı takdirde Avrupa Birliği'ne yönelik ihracatında yüzde 14’lük bir düşüş olasılığıyla karşı karşıya kalacağı kaydedildi.
Bununla birlikte zararlar ekonomiyle sınırlı kalmayacak. İngiliz üst düzey danışmanlardan biri olan Lord Ricketts, İngiltere'nin güvenlik açısından da zarar göreceği konusunda uyarıda bulundu. Guardian’a göre Ricketts, İngiltere’nin terörizm konusunda Avrupa’nın güvenlik verilerine erişim hakkını kaybedeceğini ve Interpol ile ilişkilerinin yanı sıra sınırları kontrol etme konusunda zorluklarla karşılaşacağını söyledi.
Bilinmeyene doğru adım atmak büyük bir risktir. Özellikle de tüm dünyanın hesap edilemeyen pek çok bilinmezle yüzleştiği bir zamanda.