Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

İran ve Biden: İran’ın zorlu sonbaharı

Joe Biden'ın ABD Başkanı seçilmesine eşlik eden gürültü ve seçilmesinin İran üzerindeki etkisi, neredeyse İran hakkındaki tüm gerçekleri ve verileri örterek tek bir sonucu pekiştiriyor; İran krizinin Donald Trump’ın görev süresinin sona ermesiyle bittiği ve zamanın geriye dönmeye hazırlandığı.
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, bir sonraki ABD yönetiminin nükleer anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerine geri döneceğine ve ülkesine uygulanan katı yaptırımları kaldıracağına güvendiğini ifade etti. ABD yükümlülüklerine dönerse Tahran’ın da kesinlikle döneceğini ve bunun için yeni müzakerelere gerek olmadığını vurguladı. Dini Lider Ali Hamaney de hükümetini “yaptırımları kaldırma fırsatı varsa” tek bir dakika bile gecikmeden bu fırsatı değerlendirmeye teşvik etti.
Bununla birlikte, İran-ABD ilişkilerinin bugünkü noktasından nükleer anlaşmanın imzalandığı 2015 yılına geri dönmesi, oldukça zor ve komplekslerle dolu.
Son derece basit bir şekilde söyleyecek olursak, bu konu o kadar basit değil ve İran üç nedenden dolayı daha fazla acı çekmeye ve tecrit edilmeye aday.
1- Biden yönetiminin yaptırımları otomatikman kaldırılacağı ve İran'ın anlaşmaya geri döneceği algısı iki hususu hesaba katmıyor.
a-   İran'ın anlaşmaya dönmenin ön adımı olarak kaldırılmasını talep ettiği yaptırımların çoğu İran'ın nükleer dosyasıyla ilgili değil. Aksine, terör ve insan hakları dosyalarıyla ilgili. Bu iki dosyayla ilgili yaptırımlar ise Kongre’de Cumhuriyetçi ve Demokrat temsilciler arasında çok fazla desteğe sahip.
b- İran'ın bazı nükleer yükümlülüklerinden geri çekilmesi, ele alınması zaman gerektiren birçok teknik gerçekle sonuçlandı. Bunlar; halihazırda elinde bulunan ve nükleer anlaşmada izin verilenden 12 kat daha fazla zenginleştirilmiş uranyum. Yeniden aktif hale getirdiği santrifüjlerin sayısı. Nükleer reaktörlerine yeni parçalar eklemeye başlaması, son olarak da İran'ın uranyum zenginleştirme oranını en az yüzde 20 seviyesine çıkarma kararı almasıyla anlaşmadaki yükümlülüklerini yerine getirmediğinin kanıtlanması.
2- İran ve Çin
İran siyasi retoriği, sürekli olarak İran'ın ABD iradesinin esaretinden kurtulmasını sağlayacak çok kutuplu bir dünyanın doğduğu yanılsamasına odaklanıyor. Tahran’daki karar yapıcının ülkesinin tecrit edilmediğinin ve inşa edilen ABD karşıtı stratejik yapı içinde yer aldığının bir göstergesi olarak sunduğu bu yanılsamaların en önemlilerinden biri de her zaman Çin idi. Nitekim geçen yaz, bu bağlamda, 400 milyar dolar değerinde bir Çin-İran "ortaklık anlaşması" imzalandığına dair büyük bir İran sızıntısına tanık olduk. Ama bu, saf bir yanılsamadan başka bir şey değildi.
a- Gerçekte ise Pekin ve Washington arasındaki gündemin ana önceliklerden biri, Başkan Trump'ın fitilini ateşlediği ticaret savaşının sonuçlarını ele almaktır. Başka bir deyişle, Çin’in yapacağı en son şey ABD’ye karşı İran’ın yanında yer almaktır. Kendisi ABD ile ticaret savaşının doruğa ulaştığı dönemde bile bunu yapmadı.
b- Rakamların sesi Tahran'daki siyasi söylemden daha yüksek çıkıyor. Çin, 2019'da 558 milyar dolara ulaşan ticaret hacmi ve ticaret dengesinde, Çin lehine 345 milyar dolarlık bir açık ile ABD'nin üçüncü büyük ticaret ortağı. Diğer yandan, Çin’in ABD ile ticareti, Çin'in toplam dış ticaret hacminin yaklaşık yüzde 13'ünü oluşturuyor. Bu rakamların yanında Çin’in İran ile ilişkileri şaka gibi kalıyor ve Pekin'in hesaplarında Tahran’ı ucuz bir yakıt istasyonundan ibaret hale getiriyor. Zira bilindiği gibi, Pekin’in siyasi pozisyonu ne olursa olsun Tahran petrolünü Çin’e satmaya devam edecek.
3- İran ve Avrupa
Temel bilgiler, İran liderliğinin uluslararası ilişkilerinin çeşitliliği, özellikle Trump gibi sağlam bir liderlik olduğunda Washington liderliğindeki uluslararası sisteme nüfuz etme kabiliyeti konusunda yürüttüğü propagandanın kapsamını açıkça ortaya koyuyor.
a- ABD'nin İran'a yönelik yaptırımlarının zirvesinde, Tahran, Avrupa'ya güvenme sınırlarının ne kadar dar olduğunu keşfetti. İngiltere, Fransa ve Almanya tarafından Avrupalı ​​şirketlere ABD yaptırımlarıyla çakışmadan İran ile iş yapma olanağı sağlayacak bir ödeme aracı olarak tasarlanan INSTEX sisteminin başarısızlığı bunun en iyi kanıtıdır. Nitekim İran'ın BM Daimî Temsilcisi Mecit Takht Ravançi de birkaç gün önce, Avrupa ödeme sisteminin başarısız olduğu sonucunu doğrulayan bir açıklama yaparak, “Avrupalıların INSTEX sisteminin etkinliğini kanıtlamaları gerektiğinin” altını çizdi ve “İran nükleer anlaşmanın ekonomik faydalarından yararlanmalı” dedi. Rakamlar, İran ile Avrupa Birliği ülkeleri arasındaki ticaret hacminin bu yıl yaklaşık üçte bir oranında azaldığını gösteriyor.
b- Her geçen gün Avrupa, İran'ın Avrupa topraklarında oluşturduğu tehlikenin büyüklüğünü keşfediyor ve bazı Avrupa hükümetlerinin boğulmaktan kurtarmaya çalıştığı rejimin gerçek yüzü Avrupa kamuoyunun gözleri önüne seriliyor. Avrupa vatandaşları örneğin, İran rejiminin Telegram üzerinden yayın yapan Amad News kanalının yöneticisi gazeteci Ruhullah Zem'i idam etmesi ilgili haberleri okuduklarında bir kez bunun insan haklarına aykırı olduğunu düşünüyorlardır. Daha sonraki okumalarında İran’ın Avrupa güvenliğindeki ihlallerinin boyutu hakkındaki endişeleri daha ağır basıyordur. Fransa’da mülteci statüsü ile yaşayan Ruhullah Zem Irak’a gelmesi için ikna edildikten sonra orada Devrim Muhafızları istihbaratı tarafından tutuklanıp idam edildiği İran’a götürülmüştü. Türk medyası da İsveç'ten İstanbul'a ve ardından İran'a uzanan, kurbanının Ahvaz'ın Kurtuluşu İçin Arap Mücadelesi Hareketi (ASMLA) liderlerinden İsveç vatandaşı Habib Chaab’ın olduğu benzer bir kaçırılma olayını ortaya çıkarmıştı.
İranlı diplomat Esedullah Esedi ve üç yardımcısının 2018'de Fransa'nın başkenti Paris yakınlarında sürgünde yaşayan muhaliflerin düzenleyeceği bir toplantıya bombalı saldırı planladıkları iddiasıyla yargılandıkları davayı, İsveçliler ve Fransızlar gibi Belçikalılar da yakından takip ediyorlar. Bu dava ilk kez bir Avrupa Birliği ülkesinin İranlı bir yetkiliyi "terörizm" suçlamasıyla yargıladığı davadır. Hal böyleyken hangi Avrupa, her geçen gün bir haydut devleti olduğunu kanıtlayan bu İran’ın lehine propaganda yapmaya istekli olacaktır.
Bütün bunlara bir de yeni barış anlaşmaları ve İsrail ile BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas arasında ilişkilerin normalleşmesinin oluşturduğu stratejik dönüşüm, Irak’ın Arap komşularıyla ilişkilerindeki siyasi dönüşümler, Süleymani’nin öldürülmesinden Fahrizade suikastına kadar Mollalar rejiminin prestij ve konumunun büyük kan kaybı eklendiğinde, İran’ın yeni bir stratejik gerçeklikle başa çıkmak zorunda olduğu aşikâr. Bu stratejik gerçeklik, seçeneklerini zorlaştırırken Barack Obama yönetimine yaptığı gibi dünyayı kolayca kandırıp aptal yerine koyabileceğini düşünmesini de engelliyor.
Biden yönetimi İran’a daha fazla tecrit ve gerileme vaat ediyor. Bu, bir yandan İran ve pervasız seçeneklerinin daha tehlikeli hale geleceği, diğer yandan da kendisine verilecek karşılıkların sertleşeceği anlamına geliyor. Bu, İran’ın zorlu bir sonbaharıdır.