Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Araplar ne zaman kendi yeteneklerini keşfetmeye başlayacaklar?

Araplar arasında, karşılaştıkları bölgesel zorlukların çoğunun esas olarak komşu ülkelerin hırslarından kaynaklandığı konusunda neredeyse bir fikir birliği var.
Onlara göre bu komşu ülkeler, Arap dünyasında genişlemeye ve geçmişteki ihtişamlarını geri kazanmaya çalışıyorlar.
Bu soruları şu anda gündeme getirmenin nedenlerinden biri de Arap dünyasında, Avrupa’da ve aslında küresel çapta, Joe Biden’in 20 Ocak 2021'de göreve gelmesiyle birlikte ABD politikasının gelecekteki yönelimlerini araştırmaktan kaynaklanıyor.
Araplar ve özellikle de Filistin açısından, Biden'in politikasının İsrail ve Filistin ile ilişkiler konusunda temelde bir farklılık göstermesi beklenmiyor.
Burada şu sorunun sorulması gerekiyor: İsrail ile ilişkileri normalleştiren Arap ülkeleri çemberi genişlemeye devam edecek mi?
Yoksa özelde Filistin-İsrail, genel olarak ise Ortadoğu krizine kapsamlı bir çözümün bulunması bu hedefin gerçekleştirilmesinin önüne mi koyulacak?
Şüphesiz Arap ülkelerini ilgilendiren önemli konulardan biri de güvenlik ve askeri işbirliği meselesidir.
Yine burada sorulması gereken soru şudur: Aynı politikalara devam mı edilecek yoksa yeni bir strateji mi aranacak?
ABD Başkanı Donald Trump'ın NATO bütçesine zayıf katkılarından ötürü eleştirilerinden rahatsız olan Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin bazı liderlerinin, ABD'nin güdümünde olan NATO’ya alternatif olarak “Avrupa NATO'su” oluşturmayı düşündüklerine işaret ediliyor.
Ayrıca AB ülkeleri, Biden yönetiminin uluslararası politikasını Çin tehdidiyle yüzleşmeye odaklayacağını görüyorlar. Soğuk Savaş döneminde hüküm süren iki kutuplu ABD-Sovyetler Birliği çatışması, Çin'in Sovyetler Birliği'nin yerini alması ve ABD ile karşı karşıya gelmesiyle son buldu. Bu, ABD’nin AB ve Ortadoğu ile ilişkilerine olan ilgisinin azalması anlamına geliyor. Bazı analistlere göre Avrupa, Ortadoğu, Akdeniz ülkeleri ve Kafkasya'daki huzursuzluk ve krizlerin yükünü tek başına taşıması gerektiğini hissediyor.
Tüm bunların ışığında söz konusu zorluklarla yüzleşmek için Arap dünyasında ne yapılabilir?
Bugünün dünyası, Bandung Konferansı ve Bağlantısızlar Hareketi'nden sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında diyalog çağrısına kadar Arap dünyasının uluslararası arenaya farklı derecelerde katıldığı altmışlı, yetmişli ve hatta seksenli yıllardan farklıdır.
Bu çağın yerini güç dengesine dayalı devletlerarası ilişkiler aldı. Arap ülkelerinin dış politika ve savunmaya ihtimam göstermesi gerekiyor. Çünkü bunlar, ulus-devletin egemenliğinin ve Arap ulusal güvenliğinin temel direkleridir. Aralarında bazı farklılıklar olsa da ikisi de birbirini tamamlayıcı niteliktedir.
Burada hatırlanması gereken tarihsel bir emsal var: Ekim 1973 savaşında yaşananlar ve Arap ülkelerinin uyguladığı petrol ambargosu. Bu satırların yazarının, Sorbonne Üniversitesi'nde Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Örgütü (OAPEC) üzerine yaptığı doktora tezinin konusu buydu. Arap petrol devletleri o dönem, devletlerin savaşa ve İsrail'e verdiği desteğe göre petrol ambargosu uygulamak gibi benzersiz bir strateji benimsediler. Küresel petrol piyasalarında ve petrol ithal eden devletler düzeyinde siyasi ve ekonomik depreme neden olan bu kararlar, Arap ülkelerinin savaştaki konumunun güçlenmesine katkıda bulundu. Arap ülkeleri, millileştirme veya ortaklık yoluyla petrol zenginliklerine el koymak için bu tarihsel andan yararlandılar. Bu, petrol fiyatlarında ve petrol üreten ülkelerin kaynaklarında artışa neden oldu. Böylece Arap ulusal çıkarları gerçekleştirildi.
Arapların bu kolektif eyleminin olumlu neticelerinden biri de o dönem farklı düzeylerde Arap petrolüne bağımlı olan Avrupa ülkelerinin, Filistin meselesinde daha ileri bir pozisyon benimsemeleri ve Arap-Avrupa diyalogu için siyasi inisiyatif almalarıdır. Bu iş birliğinin bir diğer yönü, petrol tedarikine karşı teknolojinin alınması ve diğer alanlardaki işbirliği projeleridir.
Arap-Avrupa diyaloğu, günler önce vefat eden Fransız Cumhurbaşkanı Valerie Giscard d'Estaing’in Körfez-Avrupa diyaloğu projesine alternatif bir projenin kapısını açtı.
O sıra bazı batılı çevreler, başarılı petrol ambargosu deneyiminin sonrasında, Arap petrolünün önemli olduğu döneminin sonunun geldiğini söylemeye başladılar. Fakat Körfez Savaşı petrol ve gaz üreten ülkelerin ortaya çıkmasına rağmen Arap petrolünün hala önemli olduğunu gösterdi.
Kaya petrolü teknolojilerinin gelişmesi, küresel petrol talebinin elektrikli otomobil sanayisinde yaşanan gelişmelerden etkilenmesi ve tüketim için akılcı yakıt teknolojilerinin kullanılması, petrolün uluslararası ilişkiler dengesi üzerindeki etkisini daha önceki yıllara nazaran azalttı. Bu durum, Arap ulusal güvenliği için uzun vadede bir tehdit teşkil ediyor. Bunun için milli gelir kaynaklarının çeşitlendirilmesi gerekiyor. Suudi Arabistan'ın 2030 Vizyonu bunun bir örneğidir.
Araplar arasında ortak bir askeri güç oluşturma fikrine şu anda ulaşmak her ne kadar zor görünüyor olsa bile en azından ortak bir dış politika için birlikte koordineli bir şekilde çalışılabilir.
Ayrıca halihazırdaki ve gelecekteki tehditler için ortak pozisyonlar üzerinde uzlaşılabilir.
Bugünün dünyası, güç dengesine dayanmaktadır. Araplar, stratejik su yollarına, dünyanın kalbindeki geniş coğrafi alanlara ve onlara diğer gelişmiş uluslar arasında yer alma hakkı veren servete, tarihe ve medeniyete sahiptirler.