İstemi Yılmaz
TT

Türkiye-BAE: Normalleşme uzak ihtimal mi?

Türkiye ve dünyada 2021 normalleşme dalgasıyla başladı. Önce 5 Ocak’ta Katar Emiri Şeyh Temim Al Sani’nin Suudi Arabistan’ın El-Ula kentindeki Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) Zirvesi'ne katılımı ile Doha yönetimine yönelik ambargo kalktı. Akabinde Yunanistan ile Türkiye arasında “istikşafi” görüşmelerin yeniden başlayacağı duyuruldu. Son olarak da Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Ankara’ya çağrı yaparak ikili ilişkilerdeki gerginliği sonlandırmak istediğini bildirdi.
Saydığımız gelişmelerden ilki ve sonuncusu, Türkiye’nin Ortadoğu politikasını doğrudan ilgilendiriyor. Özellikle Abu Dabi’den Ankara’ya uzatılan zeytin dalı son derece önemli.
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Enver Karkaş, Dubai merkezli SkyNews televizyonuna verdiği özel röportajda “Türkiye'yle karışlıklı olarak egemenliğe saygı çerçevesinde ilişkilerimizin normalleşmesini istiyoruz” dedi. Normalleşmenin kapsamına da değinen Karkaş, İran ile ilişkileri olağan karşıladıklarını belirterek “Ankara'nın Müslüman Kardeşler'in (İhvan) ana destekçisi olmasından vazgeçmesini istiyoruz. Ankara'nın Arap dünyası ile ilişkiler yörüngesini yeniden düzeltmesinden yanayız” ifadelerini kullandı. Yani Abu Dabi yönetimi Ankara’ya açıkça “Müslüman Kardeşler’e desteğini kes, yatırımlara devam edelim” mesajı verdi.  
Bölgesel anlamda sürpriz olarak değerlendirilebilecek açıklamanın birbiriyle ilişkili iki sebebi bulunuyor. Körfez’in İran karşıtı Ortadoğu projeksiyonunu rafa kaldırması ve ABD’de Demokrat Joe Biden’ın başkanlık koltuğuna oturması…
Yakın geleceğin nelere gebe olduğunu anlamak adına geçmişe dönüp bakmakta fayda var.
Irak İşgalinin mimarı George W. Bush’un ardından göreve gelen ABD’nin Demokrat Başkanı Barack Obama, selefinin neden olduğu “vahşi Batı” imajını silmek adına diyalogu ön plana çıkarmıştı. Emirler yağdıran bir ABD Başkanı olmak yerine her gittiği ülkede muhataplarını dinleyen ve onlarla konuşan bir lider profili çizmişti. Hatta Mısır’daki El Ezher’den İslam alemine “Selamünaleyküm” demişti. Fakat Obama’nın “demokrasiyi topla tüfekle değil diyalogla getirme” hayali kısa sürmüş, Arap Baharı’nın patlak vermesiyle dengeler değişmişti. Tunus’tan başlayarak Bahreyn’e, Libya’ya, Mısır’a ve en son da Suriye’ye sıçrayan isyan dalgası Batı müttefiki baskıcı hükümetleri düşürünce, Arap sokağındaki iktidar boşluğundan hiç beklenmedik bir “odak” yararlanmıştı. Yıllarca yer altında örgütlenen Müslüman Kardeşler ve onunla iltisaklı örgütler bir anda yukarıda saydığımız ülkelerde iktidar veya iktidar adayı haline gelmişti.
Katar ve Türkiye’nin desteklediği bu değişim süreci, ABD’nin sessiz rızasıyla sorunsuz ilerliyordu. Ta ki İhvan’ın ajandası, Körfez’i ve ABD’yi rahatsız edecek raddeye gelene dek. Mısır’daki darbe ve Obama yönetiminin sessizliği sonrası vaziyet 180 derece değişti. Müslüman Kardeşler iktidardan uzaklaştıkça radikalleşti ve Tahran’ın agresif çizgisine yakınlaştı. Bu arada Obama yönetimi, Arap dünyası İhvan ile uğraşırken, İran’la nükleer anlaşma imzalayarak molla rejimini meşrulaştıran hamleyi yaptı. Anlaşma sayesinde ekonomik ambargosu kalkan Tahran yönetimi, artan gelirlerini bölgesel nüfuzu için harcamaya başladı. Obama’nın 8 yıllık iktidarı sona erdiğinde, Körfez ülkelerinin kucağında radikalleşmiş bir örgüt (Müslüman Kardeşler), çevresindeyse İran destekli milislerin idaresindeki ülkeler (Irak, Lübnan, Suriye) vardı.
İşte böyle bir tabloda başlayan Cumhuriyetçi Donald Trump’ın başkanlığı, ABD’nin Ortadoğu politikasını bir kez daha değiştirdi. Körfez’in fikri olan “İran’ın artan nüfuzunu sonlandırma planı” desteklendi. Nükleer anlaşma çöpe atıldı. Tahran’a yönelik ekonomik bir abluka uygulandı. İran’la ilişkilerini ve Müslüman Kardeşler’e desteğini kesmeyen Katar denklemden dışlandı. İran karşıtı küresel bir cephe oluşturulmak için Körfez ülkeleri ile İsrail arasında normalleşmenin temelleri atıldı. Bu cephenin oluşumuna en büyük engel teşkil eden Filistin sorununa ise somut bir çözüm planıyla yaklaşıldı. Trump dönemi kapanırken de BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas, İsrail hükümeti ile normalleşme anlaşmalarına imza attı.
ABD’de iktidarın bir kez daha Cumhuriyetçilerden Demokratların eline geçmesiyle İran karşıtı Ortadoğu projeksiyonu da değişmek, yumuşamak zorunda kaldı. Aslında bugün Katar-Körfez ve BAE-Türkiye cephelerinde atılan normalleşme adımlarının temelinde de bu sebep yatıyor. ABD dış politikası 4 senelik Biden döneminde bir “restorasyon” sürecine girmeye hazırlanıyor. Bu dönemde “riskler ve tehditler” yeniden belirlenecek. Dahası, ABD ile İran arasında yeni bir nükleer anlaşma kapıda. Dolayısıyla böyle bir senaryoda Körfez ülkeleri, Katar ve Türkiye’ye “Tahran’la ilişkileri kes” baskısı yapacak durumda değil. Washington’ın kuracağı İran masasında yer sahibi olmak isteyen Körfez ve BAE, bölgesel bütünlüğü sağlayarak dış politikada oluşacak çatlakları minimuma indirme çabasında. Bu noktada, Türkiye ile ilişkileri geliştirmek akla yatkın bir seçenek.
Sanılanın aksine Ankara da normalleşme hususuna Fransız kalma taraftarı değil. Yönetimde özellikle “İhvan” vurgusunu azaltarak Mısır ve BAE ile ilişkileri düzeltmek isteyen bir kanat mevcut. Hatta bu yönde girişimler olduğu da biliniyor.  Ancak iç politika ile dış politikanın bu kadar girift bir hal aldığı günümüzde Türkiye’nin diplomatik kıvraklıktan uzak katı tutumunda yumuşuma olup olmayacağını zaman gösterecek.