Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Dini yeniden anlamak ve anlamlandırmak ne demektir?

İnsan, çok boyutlu ve dinamik bir varlıktır. Bilim, sanat, din, edebiyat, iktisat, siyaset, ahlak, eğitim, ve teknoloji, temel insani tecrübe alanlarıdırlar. Bütün insani tecrübe alanları da sürekli olarak değişmekte ve yenilenmektedirler. İnsanın tecrübeleri, düşünceleri, ilişkileri ve anlamaları doğal olarak onun dindarlık tecrübesini de sürekli olarak şekillendirmekte ve dindarlığın  muhtevasının yenilenmesini sağlamaktadır.
Dini anlamak ve anlamlandırmak, aslında insanı anlamak ve anlamlandırmaktır. İnsan,  zaman ve mekan içinde  toplum, bilim, doğa, tarih, kültür, siyaset, ekonomi ve teknoloji tecrübeleri çerçevesinde dindarlığını anlamlandırarak kendini anlamaya ve anlatmaya çalışmaktadır. Dini yeniden anlamanın ve anlamlandırmanın insanı, doğayı, tarihi ve hayatı anlamlandırma ve anlama çabası olduğu  gerçeği, bir insani ihtiyaç ve gerekliliktir.
Hayata ve insana dair her şey, değişme, yenilenme ve tazelenme ihtiyacı içindedir. İnsani tecrübe alanları olan din ve dindarlığın sürekli olarak yenilenmesi, tazelenmesi ve anlamlandırılması, insan olmanın ve insani bir tecrübe olarak dinin doğal bir gereğidir. Dindarlığın yenilenemeyeceğini iddia etmek, aslında hem insanın hem dindarlığın inkarı anlamına gelmektedir.
Din, uzun bir tarihsel süreç sonucunda oluşan  bir insani birikimdir. Din alanında oluşan felsefenin, teolojinin,  normların,  mitolojilerin, ahlak öğretilerinin, mezheplerin, dilin, mitolojinin, tarikatların, cemaatlerin ve sosyal ağların, insani faaliyetler sonucu zaman ve mekan bağlamında üretilmişlerdir. Dini birikimdeki metinler, normlar, kurumlar, kişiler ve görüşler, üretildikleri çağların ve insanların anlayışlarını ve hayata bakışlarını yansıtmaktadırlar. Dini yeniden anlamak ve anlamlandırmak,  dini birikime ait materyaller üzerinde sonu gelmez açıklama oyunlarıyla oyalanmak demek değildir. Dini yeniden anlamak ve anlamlandırmak, herkesin kendi özgünlüğü içinde dindarlığını  hayatla, doğayla, hayatla ve tarihle ilişkilendirerek gerçekçi, akli, ahlaki ve  adil bir şekilde anlaması ve anlamlandırmasıdır. Dini anlamak ve anlamlandırmak,  atalar dinini kutsallaştırmak ve insanı dondurmak demek değildir. Dini anlamak ve anlamlandırmak, her insanın kendi dindarlığını,  sahici anlamda insan olmak için  ahlak, adalet ve akıl ölçüleri ışığında yaşaması demektir.
İnsan, mutlak yanılmaz bir varlık değildir. İnsanlığın dini tecrübesi,  göz kamaştırıcı bir zenginliğe ve çeşitliliğe sahiptir. İnsanlığın sahip olduğu tek bir dindarlık formunu, kutsal adına mutlaklaştırmak mümkün değildir. Din alanında en önemli olan husus, insanın Kutsal adına konuşmamayı öğrenmesidir. Tarih boyunca insanlık, Kutsal adına konuştuğunu iddia eden ve mutlak hakikate sahip olduğu yanılsaması içinde olan kişilerle ve inançlarla doludur. İnsan, Kutsal adına kendi tecrübesini mutlaklaştıramaz. İnsan, kendi özgünlüğü içinde  duygu ve düşünce dünyasında  Kutsal’ı tecrübe edebilir. İnsan, Kutsal tecrübesini  kendi insani duyguları, düşünceleri ve ilişkileri içinde    sürekli olarak ifade etmiştir. Kutsal adına en mükemmel  ve son sözün   belirli bazı insanlar, ruhbanlar, hahamlar,  veliler, amirler veya alimler tarafından söylendiğini  iddia etmek, din alanını sözsüz, cansız ve insansız bırakmak anlamına gelmektedir. Dini anlamak ve anlamlandırmak, dini alanda  insanı canlı, söz sahibi ve üretken kılmak demektir.  Dinler tarihinde Kutsal’a dair  söylenen her şey,  insan tarafından söylenmiştir.
Varoluşsal olarak sahip olduğumuz Kutsal boyutumuz, varlığımızın derinliklerinden harekete geçmekte, bütün akıl, biliş, duyuş ve duygu kanallarını  önümüze açarak farklı anlam dünyalarını keşfetmemize imkan sağlamaktadır. Varoluşsal Kutsal’ın önümüze açtığı dünyaları,  kendi özgünlüğümüz, dilimiz, duygumuz, düşüncemiz, ilişkilerimiz ve  yeteneklerimiz çerçevesinde  anlamlandırıyoruz ve  dillendiriyoruz. Dini anlamak ve anlamlandırmak için Hak, kimseyi Müceddit, Mehdi veya Mürşit olarak görevlendirmemiştir. Bütün insanlar, Kutsal tecrübelerini anlama ve anlamlandırma suretiyle kendi varlıklarını ve varoluşlarını tazeleyebilirler ve yenileyebilirler.
İnsani olan hiçbir değer, inanç ve tecrübe, doğru olarak konumlandırılıp onun dışında kalan her şey yanlış ve kötü olarak ötekileştirilemez. Kendi anlamalarımızın ve anlayışlarımızın, sözlerimizin ve davranışlarımızın  değişebileceğini ve farklı olarak yorumlanabileceği unutmamak lazımdır. Hak adına konuşmak iddiasıyla kendi sözümüzü  Kutsal statüsüne yükseltemeyiz. Din adına söylenen bir  sözü kabul veya reddetme şeklinde bir tutuma ihtiyaç yoktur. Dindarlık tecrübemizin bizi yeni arayışlara, fikirlere ve anlayışlara yönelten  açık yenilenme durumuna ihtiyaç vardır. Tarih boyunca kişiler, gruplar ve kurumlar, kendi dinlerinin doğru, diğer dinlerin yanlış olduğunu göstermek için birbirlerine karşı sayısız reddiyeler yazmışlardır. Günümüzde bir dinin, bir diğer dine karşı reddiye yazmasına gerek yoktur. Din adına insanın insanı reddetmesi, ahlaka, akla ve adalete aykırıdır. Dini yeniden anlamak ve anlamlandırmak, Kutsal adına insanın insanı reddetmesi değil, insanın insanı anlamaya çalışması ve tanışmasıdır.
Kutsal adına konuştuğunu söyleyen ve  kendi tecrübesini doğmalaştıran kişiler, gruplar ve kurumlar, aslında kendilerinin  yanılmaz ve ilahi olduklarını iddia etmektedirler. İlahi olan adına konuşmak, aklın işlevsizleştirilmesi ve  donuk doğmaların  insana ve Kutsal’a hakim kılınması anlamına gelmektedir. İnsanlığın dini tecrübesine ait bütün birikimin  antropolojik olduğu gerçeğinden hareketle aklı sürekli faal halde tutmalıyız. Hiçbir doğma, kutsal değildir. Aslında doğmalar, kutsal ve  ilahi olmadığı gibi, insani de değildir. Doğmalar, kişiyi hem insani olana, hem Kutsal olana yabancılaştıran   hapishanelerdir. Dini yeniden anlamak ve anlamlandırmak,  doğmaların boğucu ve dondurucu hapishanesinden özgürleşerek akıl etmeye, yaşamaya ve insan olmaya  doğru yol almaktır.
Dindarlık, doğmalardan, metinlerden, kurallardan, otoritelerden, menkıbelerden ve mitolojiden ibaret değildir. İnsanlığın dindarlık mirası içinde yüzlerce yıllık  süreçler içinde sayısız insanın tecrübelerinden süzülen sınırsız bir bilgelik mevcuttur. Dini bilgelik mirası, Kutsal’ı  derinlikli ve nitelikli şekilde tecrübe etmemize imkan sağlayabilir. İnsanlığın hikmet tecrübesine dayanan bir dindarlık tecrübesi, bize huzur, anlam, güç ve sükunet sağlayabilir. Dindarlık, hiçbir şekilde  aklın ve bilgeliğin yerine   Kutsal adına sahte güçlerin geçirilmesi değil, akıl ve hikmet yoluyla Hak olana ulaşma çabasıdır.
Cehaletin dindarlık olarak yaşanması, insanlığın karşılaştığı en büyük sorundur. Dindar olduğunu söyleyen insanların büyük bölümü,  kutsal olduğuna inandığı metinlerin içeriğinde ne olduğundan habersizdir. İnsanlar, dinlerinin teolojileri, hukukları, mistisizmleri ve felsefeleri hakkında derin bir cehalet içindedirler. İnsanlar, dindarlıklarını, ailelerinden öğrendikleri kadar yaşamakta ve inanmaktadırlar .Dinin metinlere ve kişilere hapsedilmesi, insanlığın gelişimini , aklın dinamizmini ve  üretimini  engellemektedir. Herkesin dini, aklıyla anladığı ve yorumladığı ve kendi pratiğiyle  bir canlı hikmete ve ahlaka dönüştürmesi halinde, din cehalet olmaktan çıkacak ve hikmete dönüşecektir. Dini yeniden anlamak ve anlamlandırmak, cehaletin din olmaktan çıkarılarak hikmetin dindarlık olarak yaşanması demektir.
Din, kuru teolojik doğmalara veya  hadlere indirgenemez. Donuk teolojik doğmalara ve cezalara indirgenen din, hayatla ve insanla bağlantısını koparmış demektir. İnsan,  dindarlığının ilişkisini yaşadığı zamanla, mekanla ve hayatla kurmayı başardığı sürece din canlı, verimli ve yapıcı olmayı sürdürmektedir. Zamanın gençleşmesi karşısında yaşlanan din,  taze anlamlara kaynaklık etme  kapasitesini yitirmektedir. İnsan dindarlığını sürekli olarak yenilemek ve anlamlandırmak suretiyle, dini sert hayat yolunda bir yoldaş haline getirebilir.
Din, ahlaktır. Din, ahlaklı ve adil olmanın yolunu insanlara gösteren bir hikmet ve eğitim yoludur. Din, yardımlaşmaya, sevgiye, umuda ve çalışmaya bizi motive eden manevi bir çerçevedir. Dindarlık, insanı psikolojik, sosyal ve manevi açılardan güçlendiren  ve sükunete erdiren bir maneviyat tecrübesidir. Din, insana dairdir .Dinin amacı her şeye şeksiz şüphesiz inandığını söyleyen ahlaksız, maneviyatsız, kalpsiz ve akılsız robotlar üretmek değildir. Dindarlığını yenileyen insan, bütün insani tecrübe faaliyetlerini yenileyen insan demektir. Fanatizm ve  taklit adına değişime karşı çıkmak, dinin yerine cehaleti geçirmek demektir. Bizi  donuk ve ölmüş dünyalara mahkum kılan  cehaletten aklını kullanan, geçmiş yerine geleceğe bakan ve ortak insanlık temelinde  kendisini büyük insanlık dünyasına ait hisseden  sahici  bir insanlaşma tecrübesi özgürleştirebilir.