Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

İki saray arasında kafası karışmış Tunus

Yılın bu ilk ayı, tartışmasız Tunus ayı olmayı sürdürüyor. 10 yıl önce, sözde Arap Baharı bu ay Tunus’ta başlamıştı.
10 yıl boyunca Tunus, her adımını dikkatle atıp zorlukla ilerliyor ve istikrara kavuşacağı bir limana ulaşmak istiyor gibi göründü.
Bugünlerde Tunus'un halini inceleyenler, yüzüne dağılmış yorgunluk ifadesini fark edeceklerdir. Bedeninin tamamını kaplayan bitkinlik belirtilerini hiçbir çaba harcamadan açıkça göreceklerdir.
Yılın ilk haftasında 3 vilayet bir dizi protesto gösterilerine tanıklık ettiğinde, yaralananlar olduğunda ve polis kuvvetleri bazı protestocuları gözaltına alıp parmaklıkların arkasına koyduğunda, bütün bunlar Tunus için yeni değildi. Çünkü yılın tamamı, daha dinmeden yeniden alevlenen kitlesel gösterilere tanık olmuştu.
Gösteriler, talepleri ve faktörleri göz önüne alındığında çoğunlukla ekonomik nitelikteydi. Katılanlar, siyasi özgürlüklerden ziyade iyi bir yaşam talep ediyorlardı. Protestocuların hal ve davranışları, 10’uncu yaşına giren devrimin hiçbir şeyi değiştirmediğini, 10 yıllık sürecin bir şey değiştirdiyse bile bu değişimin, insanların beklentilerini karşılama çıtasına ulaşamadığını söylüyordu.
Cumhurbaşkanı Kays Said’in de bunu bildiği ve gördüğü aşikar. Birkaç hafta önce ordu komutanları ile yaptığı görüşmeden sonra yaptığı açıklamada, başarısız hükümetler, karanlık odalarda ülkeyi bilinmezliğe sürüklemeye çalışan taraflar ile kendisini kaosa itmeye çalışan diğer taraflardan bahsetmesi, ülkenin en yüksek otoritesinin, Habib Burgiba’nın ülkesinde vatandaşların büyük bir kesiminin yaşadığı acı gerçeğe dair bir itirafıdır.
Ancak, Cumhurbaşkanı’nın sorunu, halkının kendisinden bu tür açıklamalar yapmasını ve benzeri itiraflarda bulunmasını beklemesinin yanında, bahsettiği sorunları çözmek ve ülkenin durumunu daha iyiye doğru düzeltmek için inisiyatif almasını da bekliyor olması.
Cumhurbaşkanı’nın göreve başlamasından bu yana olup bitenleri takip ettiğimizde, beklemediği ve bu kadar rahatsız edici olduğunu hayal etmediği bir siyasi gerçekle karşılaşıp  şaşkınlığa uğradığını anlayabiliriz.
Siyasi gerçeklik, Yasemin Devrimi sonrası anayasanın, ülkenin cumhurbaşkanına halkın yararına gördüğü şekilde hareket etme ve karar alma yetkisi vermekten ziyade onu daha çok kısıtladığını gösteriyor. Kendisi, cumhurbaşkanına siyasi hayatın tamamında etkin bir konumdan ziyade sembolik bir pozisyon öngören bir anayasa.
Devrimden sonra anayasayı hazırlayanların amacı, Zeynel Abidin bin Ali’nin uzun yıllar ülkeyi yönettiği şekilde mutlak bir iktidar ve gücün yeniden oluşmasını engellemek olabilir. Fakat  kimi zaman yarı parlamenter kimi zaman da yarı başkanlık olarak tarif edilen mevcut hükümet sisteminin, engelleri ortadan kaldırmak yerine hükümet ile cumhurbaşkanın birlikte çalışma kapasitesini kesintiye uğrattığı tecrübeyle sabit oldu. Bu durum, mevcut kabinenin Hişam el-Meşişi tarafından kurulduğu ve göreve başladığı, Meşişi’nin el Kasaba Sarayı’na yerleştiği ilk andan itibaren daha aşikar bir hale geldi. Cumhurbaşkanı Kays Said, daha önce Habib Burgiba, ardından Zeynel Abidin’in yaşadığı sarayda, ülkenin cumhurbaşkanı olarak her zaman yetkilerini kullanmaya istekli görünüyor ama her defasında anayasanın kendisine bu konuda yardımcı olmaktan ziyade engel olduğunu keşfediyor. Aynı şekilde anayasa ve maddelerinin üzerinden atlayamayacağını ve onları aşamayacağını da fark ediyor.
Buna örnek verecek olursak, bir keresinde Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanlığı’nı ziyaret etti. Sorumlu bakan kendisini Meşişi’nin yokluğunda karşıladı ve ağırladı. Başbakan Meşişi, bu hadiseyi anlamlı bir adım atmadan öylesine geçiştirmek istemedi ve birkaç gün sonra söz konusu bakanı görevden aldı. Böylelikle Cumhurbaşkanı’na özetle, anayasal kuralları unutan içişleri bakanını görevden almak dahil olmak üzere başbakan olarak yetkilerin onun elinde olduğu anlamına gelen bir mesaj göndermiş oldu.
Kays Said’in elinden bir şey gelmezdi, çünkü aynı anayasa gereğince seçilmişti. Maddeleri ve kuralları bu çarpık siyasi durumu ortadan kaldıracak biçimde değiştirilene kadar bu anayasaya saygı duymaktan başka alternatifi bulunmuyordu.
Meşişi’nin başbakan olarak gücünü ve yetkilerini savunmak, kendisiyle rekabet eden ve önüne geçmek isteyen cumhurbaşkanı dahi olsa, hükümet üzerindeki hakimiyetinin kendisini tüm makamlardan daha güçlü ve yetkili kıldığını herkese fark ettirmek yönünde attığı tek adım, bu değildi.
Son kabinenin kuruluş aşamasında Kartaca Sarayı’na yakın bakanlar dışarıda bırakılarak sadece Kasaba Sarayı’na yakın isimler bırakıldı ve bu, gizlice değil alenen yapıldı. Ancak Tunus’ta böyle bir şey ilk kez olmuyordu, daha önceki başbakanlar da bunu birçok kez yapmışlardı.
Böylece Tunus, bir yanda Cumhurbaşkanlığı makamının Habib Burgiba ile Zeynel Abidin dönemlerinde olduğu gibi güçlü olmasını isteyen bir Cumhurbaşkanının bulunduğu saray ile Başbakan’ın yaşadığı ve anayasanın öngördüğü gibi yetkin ve etkin olmasını istediği saray arasında şaşkın, kalakaldı. Anayasanın açık ve net maddelerine göre davrandığı ve yetkilerini kullandığı için doğal olarak Başbakan da suçlanamaz.
İki saray arasında kurulması ve gelişmesi gereken siyasi iş birliği fırsatlarına olanak tanımayan böyle bir siyasi ortamda, protestoları destekleyen koşulların ve gösterileri doğuran sosyal ortamın oluşması için alanın oldukça müsait olacağına şüphe yok. Protestolar, Tunus Devrimi’nin 10’uncu yıldönümünde ve bu kez geçmişteki benzerlerine göre daha şiddetli bir biçimde yenilendiyse bunun sebebi, büyük hatta güçlü bir olasılıkla bu iş birliği düşüncesinin yokluğudur. İki saray arasındaki çekişme, Cumhurbaşkanı Said’in Kartaca Sarayı’ndaki ofisinde göreve başladığı ilk andan itibaren gün yüzüne çıktı. Başbakanlık Sarayı daha Said döneminde kurulan ilk hükümetle birlikte Kartaca Sarayı ile bir çekişmeye girişmişti. İki sarayın hangi bakanların kendi taraflarında olduğunu araştırmakla meşgul olmaları onları, protestocuların birçok eyalette, ardından da başkentteki Habib Caddesi’nde toplanmalarına neden olan birçok önemli sorunu ele alıp çözmeye çalışmaktan alıkoymuş olmalı.
Tunus’un bu iki saray arasında kalmışlık durumundan kurtulup istikrara kavuşmasının tek yolu, Kartaca ile Kasaba saraylarının efendilerinin, her birinin diğerinin performansını ve yetkilerini zayıflatmadığına, aksine tamamladığına inanmalarıdır. Birisi her şey üzerinde aktif bir yetkiye sahip iken diğerinin neredeyse önünde cereyan edenleri izlemekle yetinen bir seyirciden ibaret kalmaması için iki sarayın yetkilerini dengeleyen bir anayasa değişikliği dışında bir çözüm yok.  
İki sarayın da her ikisinin siyasi rakibi olan bir tarafın uzak bir köşede olanları izlediğinin, aralarında artan anlaşmazlığı takip ettiğinin, sonuç olarak kendi yararına olduğunu düşündüğünün, Yasemin Devrimi’nden sonra bir dönem ülkeyi yönettiği gibi yeniden yönetmek için fırsat kolladığının ayrımına varmalılar. Söz konusu rakibin adı Raşid Gannuşi’nin lideri olduğu Nahda Hareketi’dir.
10 yıl boyunca Tunus, geçiş dönemini mümkün olan en az kayıpla geçirdiği için Arap Baharı ülkeleri arasında en başarılı örnek olarak gösterildi. Ancak geçtiğimiz aylar boyunca ülkeden gelen haberler, bu örneğin gözden geçirilmesi gerektiğini gösteriyor.
Tunus, daha fazla tökezlememesi gereken başarılı bir tecrübe. Şimdiye kadar biraz da olsa  tökezlemiş olabilir, ama daha fazla tökezlememeli. Halkı Burgiba döneminden itibaren ileri düzey bir eğitim almış olduğu için, bu zorlu dönemi aşmakta ülkesine yardımcı olabilir. Ancak bunun için sakin ve huzurlu bir ortama ihtiyacı var. Bu da, ancak mevcut anayasada bazı düzenlemelere gidilene kadar iki saray arasında olması gereken yeri doldurulamaz uyum ile sağlanabilir.