Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Suudi Arabistan ve yeni yönetimiyle ABD

Al Arabiya kanalında yayınlanan röportajında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, yeni ABD Başkanı Joe Biden yönetiminde Suudi Arabistan-ABD ilişkileri başta olmak üzere bir dizi önemli bölgesel konuya değindi. Prens’in cevapları her zaman olduğu gibi net ve isabetliydi.
Prens cevaplarıyla Suudi Arabistan’ın tüm önemli dosyalardaki politikalarının netleştirilmesine ve hakkında bilgi sahibi olunmasına yardımcı oldu. Suudi Arabistan’ın gizleyecek hiçbir şeyi yok. Politikalarının, kararlarının ve tutumlarının tümü bölgede istikrarı, uluslararası barış ve güvenliği desteklemeyi, genişleme, hegemonya ve nüfuzunu dayatma, Arap ülkelerinin içişlerine karışma politikalarına karşı çıkmayı amaçlıyor. Suudi Arabistan ayrıca terörü de kesin bir şekilde reddediyor, terörü destekleyen köktendinci grupları terör örgütü olarak kabul ediyor. Yalnızca sonucu yani terörü değil aynı zamanda köklerini ve kaynaklarını da mahkum edip, kınıyor. Suudi Arabistan, bir yandan İslam ve Arap ülkeleri arasındaki ayrıcalıklı konumunu (lider ve öncü olarak) sürdürürken, diğer yandan dünya ülkeleriyle ilişkilerini de çıkarlara göre yönetiyor. Suudi Arabistan’ın ABD ile ilişkisi, kurucusu Kral Abdülaziz döneminden Kral Selman ve Veliaht Prens  Muhammed’e kadar 70 yıldan fazla bir süredir devam eden uzun bir ittifak ilişkisi. Uzun bir tarih boyunca yaşanan karmaşık ve etkili tarihi anlarda derin çıkarlar, sürekli başarılar ve verimli iş birliği üzerine inşa edilmiş bir ilişki.
Biden yönetiminde de ilişkilerin bu şekilde yakın ve ittifak temelinde devam etmesi daha yakın bir ihtimal. Gerek Demokrat gerekse Cumhuriyetçi yönetimler olsun ilişkiler onlarca yıldır bu yönde ilerledi. Siyaseti sloganlar ve ideolojiler değil, herkesin bildiği gibi çıkarlar yönetir. Suudi Arabistan sadece bölgede değil, dünya genelinde güçlü ve etkili bir ülkeydi ve öyle de kalacak.
Son yıllarda bölge ve dünyadaki güç dengesi değişti. Suudi Arabistan, terörle mücadele, İran’a karşı pozisyon ve enerji piyasasındaki konumuna uygun bir rol oynamak, büyük konumunu çok kaynaklı gücüyle uyumlu hale getirmek için geçmişe göre daha büyük roller oynamaya başladı. Karşı karşıya kaldığı bazı zorluklar, rakiplerinin kötülüklerini azaltmak için bu gücü göstermesini gerektirdi. İran dosyasında yaşanan değişimler buna örnek gösterilebilir. İran rejimi için işler artık eskisi gibi değil, zira rejimin daha önce başardığına inandığı tüm başarılar bugün tehlikede. Politikaları ve stratejileri uluslararası toplumun sıkı markajı altında. Birkaç yıl önce dünyanın bazı büyük ülkelerinin kendisine gösterdiği hoşgörü dönemi sona erdi.
İran'ın müdahale ettiği Arap ülkeleri, yani Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen başarısız ya da yarı başarısız devletler. Suudi Arabistan, kendisinin ve bu ülkelerin halklarının çıkarlarını korumaktan daha fazlasını ummadan, bu ülkeleri kendi toprakları üzerinde istikrar ve egemenliklerini yeniden tesis etmeleri, devletlerin güçlerini ve itibarlarını yeniden kazanıp empoze etmeleri için destekliyor. Bu politikası Irak’ta yumuşak güç, Yemen’de ise sert güçle başarılar kaydediyor. Arap ülkelerinin elde ettikleri her başarı, Suudi Arabistan'ın başarısına katkıda bulunurken, İran rejiminin başarısızlığını pekiştiriyor.
Biden yönetiminin Obama yönetiminin üçüncü döneminden ibaret olacağı ve herhangi bir değişiklik yapmadan İran'la nükleer anlaşmaya döneceği şeklinde yoğun bir propaganda yapan uluslararası bir koalisyon var. Bu ittifak, uluslararası sosyalist solu, aşırılık yanlısı siyasi İslam grupları, Amerikan liberal solunu ve İran rejimi ile ona bağlı olanları içeriyor. Buna karşın, Biden yönetiminin üst düzey yetkililerinin açıklamalarının yanı sıra sahadaki gerçekler ve değişiklikler ise bu iddiayı yalanlıyor. Tarih tekerrür etmez. Gelişmeler dünyadaki tüm karar alıcılara kendini dayatır.
Biden yönetimi bölge ülkelerinin İran'dan taleplerini dikkate almazsa, İran ile yapılacak yeni bir anlaşmanın yazgısı eski anlaşmadan daha iyi olmayacak. İran rejimi de önceki düşmanca politikalarından farklı bir siyasi yaklaşım sergilemeli. Diyalog ve uzlaşma ilgili esnek ifadeler, kararın onun elinde olmadığını herkesten daha iyi kendisi bilen İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif'in açıklamaları gibi, gerçekte hiçbir etkisi olmayan süslü açıklamalarla yetinmemeli. İran'ın vereceği her taahhüt güçlü uluslararası garantiler altında olmalı, çünkü 40 yıl boyunca tecrübe ettiğimiz gibi  İran rejimi taahhütlere ve anlaşmalara bağlı kalmıyor.
Politika körü körüne bir inat ya da diretme değil, aksine müzakere, anlaşma, karşılıklı çıkarlar, ortak amaçlar ve genel hedeflerdir. Sadece ideologlar, politikaların sabit inançlar veya değişmeyen kutsallar olduklarını düşünürler ve bu nedenle de kırılırlar. Dolayısıyla, politikada esas olan uzlaşı değil ihtilaftır. Güçlü olanlar, gayeler ortak oldukça ihtilaf veya uzlaşı olsun, iki durum ile de kolayca başa çıkabilenlerdir. ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişki de böyledir.
Suudi Arabistan kendi içinde ve ittifaklarıyla güçlü. Tüm bölgesel ve uluslararası denklemlerde siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel olarak önemli bir taraf. İstikrar, gelişme, ilerleme ve refahın destekçisi. Ülkeleri ve halkları ilgilendiren tüm büyük dosyalarda güvenilir bir ortak. Güvenini kazanmak, birçok karmaşık ve karışık dosyanın çözümünü kolaylaştırır. Diğer yandan, ABD dünyanın en güçlü ülkesi, hatta tarihin gördüğü en güçlü imparatorluk Bu nedenle hem ülkeler hem de dünya için en iyisi, aralarındaki koordinasyon ve iş birliği seviyesinin, dar bakış açısına sahip olanlardan veya her türlü aşırılık yanlısı akımlardan uzakta, en üst düzeyde olması.
İran ile nükleer anlaşmanın başarısızlığı rasyonel ve nesnel gerçeklerden kaynaklanıyordu, bu sadece sebepsiz bir fanatizm ya da gerekçesiz bir karşı çıkış değildi. Bu nedenle, bölge ülkelerinin görüşlerini dinlemek, onların çıkarlarını dikkate almak, gelecekteki herhangi bir anlaşmanın veya bir önceki anlaşmada yapılacak herhangi bir değişikliğin başarısının tek garantisidir.
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı’nın dediği gibi, sadece İran meselesinde değil bütün bölgesel ve küresel meselelerde “Suudi Arabistan her zaman barış için elini uzatıyor”. Bu, Suudi Arabistan’ın değişmez politikası. Suudi Arabistan’ın Yemen savaşına müdahil olması bir seçim değil, bir reaksiyon ve zorunluluktu. Nitekim Yemen halkının ve devletinin krizine son vermekte her geçen gün yeni başarılar kaydediyor. Bunların sonuncusu ve büyüğü, Riyad Anlaşması’nın hayata geçirilmesinden sonra yaşanan gelişmelerdi. Bu gelişmeler, krizin ömrünü kısaltmanın bir zemini, kaos ve terörü sona erdirip, istikrarlı Yemen devletinin inşasına başlanmasını sağlayacak yaratıcı çözümlere ulaşmanın temeli olabilir. Son olarak, eski ABD başkanı Trump’ın dönemi, Suudi Arabistan-ABD arasındaki iş birliği seviyesinde önemli bir yükselişe tanıklık eden bir dönemdi. Biden döneminde bu iş birliği daha da geliştirilip güçlendirilebilir.