Sam Mensa
TT

Amerikan demokrasisinin dayanıklılığı ile Trumpizm arasında

ABD’nin 46’ıncı Başkanı Joe Biden’ın yemin töreninden sonra, 6 Ocak’ta kalabalıkların Capitol Binasına baskın düzenleyip seçimin sonuçlarını oylama oturumunu engelleme girişimlerini takip eden yorum, analiz ve beklentilerin abartılı olduğu ortaya çıktı. Özellikle de bu baskını ABD’yi muz cumhuriyetlerine dönüştürecek darbe olarak tanımlayan, demokrasinin ölümünü deklare eden ve ABD yapısının çöküşünü müjdeleyenleri hayal kırıklığına uğrattı. Abartı, Washington’un tanık olduğu olağanüstü güvenlik tedbirlerinin gösterdiği gibi sürecin boyutlarını ve sonuçlarını da etkiledi. Tedbirler, tören sırasında bir eylemde bulunmaya hazırlananları caydırmış olabilir, fakat diğer eyaletler ve büyük şehirleri de başkanın göreve başlamasını protesto eden, buna karşı çıkan hiçbir gösteri veya muhalefet belirtilerine tanık olmadılar.
Amacımız, başkanlık seçim kampanyalarının başlamasından (hatta öncesinden), eski başkan Donald Trump’ın seçim sürecinin ve özgür medyanın güvenirliğini sorgulamanın önünü açıp sadece kendi lehine olursa sonuçları kabul edeceğini açıkça deklare etmesinden bu yana, ABD’nin yaşadığı krizin şiddetini küçümsemek değil. Nitekim Trump dediği gibi yaptı, oyların sayılması ve Biden’ın zaferinin açıklandığı andan itibaren sonuçları reddetti ve şimdiye kadar da Biden’ı doğrudan tebrik etmedi. Cömert olarak nitelenen kişisel bir mesajla birlikte yeni yönetime başarı dilemekle yetindi. Popülist bir lider olarak bu yönetici sınıfın dışında olduğunu göstererek yemin törenini boykot etti.
Seçim kampanyaları ile başlayıp yemin törenine kadar devam eden bu uzun süreç bir şeye delalet ediyorsa o da, Amerikan demokrasisinin eşsizliği, siyasi, adli veya güvenlik olsun farklı kurumların tutarlılıkları ve istikrarları ile rollerinin önemidir. Bu başarı, olanları Amerikan demokrasisinin üçlü zaferi olarak tanımlamaya olanak tanıyor.
Birinci başarı, Capitol Binası’na düzenlenen baskının birkaç saat içinde sona ermesi, güvenlik güçlerinin durumu kontrol altına alması, ardından hemen saldırganların peşine düşmesi, olayın tehlikesine ve daha sonra soruşturmaların ortaya çıkardığı ciddi hususlara rağmen aşırıya kaçmadan, suistimallerde bulunmadan veya vatandaşların haklarını ihlal etmeden yürürlükteki yasaların kapsamına giren suçlamalarla onları sorgulamasıdır.
İkincisi, Kongre üyelerinin demokratik süreci doğrudan ve aynı gün sürdürmekte ısrar etmeleri ve tüm erteleme girişimlerine karşı çıkmalarıdır. Kongre üyeleri oturumlarına, tartışmalarına ve bazı eyaletlerdeki seçim sonuçlarını şüpheli bulup iptal edilmesini talep eden görüşler dahil farklı görüşleri dinlemeye devam ettiler. Bu süreçte, oturuma başkanlık eden ve seçim sonuçlarına bağlı kalarak başkanının oturumu askıya alma taleplerine boyun eğmeyen eski başkan yardımcısı Mike Pence oynadığı bu rol ile öne çıktı. Senato’daki Cumhuriyetçi bloğun başkanı Mitch McConnell de Pence gibi davrandı, dahası Trump’a verdiği destekle tanınmasına rağmen onu göstericileri Kongre binasına saldırmaya kışkırtıp oturumu engellemekten sorumlu tuttu. McConnell’ın tutumu, Cumhuriyetçiler arasındaki bölünme belirtilerini gün yüzüne çıkarsa da, kurumların önemini, rollerini, kısa vadeli hizipçi çıkarlar ve kişisel düşünce yapıları karşısındaki üstünlüklerini açıkça ortaya çıkardı.
Üçüncü başarı, iki partinin önde gelen şahsiyetleri ve Yüksek Mahkeme’nin tüm üyelerinin katılımıyla Kongre Binası’nın terasında gerçekleşen mükemmel tören ile iktidar devir tesliminin pürüzsüz bir şekilde gerçekleşmesidir. Üçüncü başkan Thomas Jefferson’un göreve başladığı 1801’den bugüne devam eden 200 yıldan daha eski kutlama ritüellerine bağlılıklarını açıkça gösterecek şekilde katılımcıların başkan ve yardımcısının etrafında toplanmasıdır. ABD’de kurumlarının gücü ve kararlılığı ile demokrasinin kaydettiği bu başarılar, ABD’nin içinden geçtiği krizi olumlu veya olumsuz bir biçimde ele alan çeşitli yayınlarda kendisinden çokça bahsedilen Trumpizm olgusunu küçültebilir. Trump veya yönetim tarzına dayanarak Trumpizm adı verilen olgunun, siyasi bir akıma dönüşmesi için pek çok unsura ihtiyacı var ve bunların çoğu hala belirsiz. Gerekli unsurların ilki, eski başkanın Beyaz Saray’dan ayrılmasından sonra da siyasi faaliyetlerini devam ettirme kapasitesine sahip olup olmadığı. Trump, Cumhuriyetçi Parti’nin temel kitlesini, dolayısıyla partinin tamamını ele geçirmeyi başaracak mı yoksa kendi liderliğinde yeni bir milliyetçi parti kurarak Cumhuriyetçilerin seçmen kitlelerinin bir bölümünü kaybetmelerine mi yol açacak? Yahut bir avuç figüranı yöneten ve ışıkları kendisine çekmeye çalışan başarısız bir aktöre mi dönüşecek?
Şimdi bu soruları kesin bir şekilde cevaplamak zor olduğu için, bazılarının Trumpizm dediği olgunun, Cumhuriyetçi Parti tarafından 2016'da yapılan bir yanlış hesaplamayla Beyaz Saray'a ulaşan şüpheli bir figürün yönetim tarzı, davranışları ve performansının bir tanımlamasından ibaret olduğuna dikkat çekilmeli. Cumhuriyetçi Parti, 2016’da seçimleri kaybetmekten ve Hillary Clinton’ın kazanmasından korktuğu, Trump’ın partinin seçmenlerinin bir bölümünü kendi yanına çekme gücünden, dolayısıyla tek başına aday olması halinde kendisinin seçimleri kaybetmesinden sebepsizce çekindiği için bir hata yaparak, Trump’ın adaylığını kabul etmişti. Sebepler ve arka planları ne olursa olsun, liderlerinin partinin bütünlüğünü muhafaza edip dağılmasını önlemek için kontrol altına almaya çalıştıkları Trump’ın başkanlık dönemi deneyiminden sonra, Cumhuriyetçi Parti’nin o gün ödemekten kaçındığı bedeli bugün ödediği kabul edilmeli.
Trump'ın planları ve gelecekteki projeleri ne olursa olsun, top Cumhuriyetçi Parti'de kalmaya devam edecek. Çünkü olumsuz tutumlara, kaosa, karışıklığa, devlet işlerini yönetmede acelecilik ve tedbirsizliğe dayanarak etkili bir siyasi akım oluşturmak zordur. Hele de vatandaş veya başkan olsun her zaman sınırsız bir güce sahip ve hukukun üstünde olduğuna inanan, politikacıdan ziyade kaybetmekten nefret eden hatta buna tahammül edemeyen bir spekülatör, iktidar aşığı olarak tanımlanabilecek bir kişiyle bu daha da zordur. Nitekim Trump, Beyaz Saray’dan ayrıldığı günü, “Başkanlık tarihindeki en büyük iktidarın sonu ve ABD'yi yeniden büyük yapmak için yeni bir savaşın başlangıcı” olarak niteledi. Son 4 yıla hızlı bir bakış, sınıra inşa edilen duvar, göçün önüne konulan engeller, çocukları mülteci ailelerinden ayırmak, müttefiklerle anlaşmazlıklar, onlara karşı büyüklenmek, imajlarına zarar vermek, korona salgınına karşı bile kibirli ve keyfi politikalar benimsemek gibi kendisinin olumsuzluklarla dolu olduğunu görmek için yeterli. Bunlara ayrıca vergi kaçakçılığına dair çok sayıdaki haber, bakanlardan, direktörler, sivil ve askeri danışmanlara kadar kilit pozisyonları etkileyen benzeri görülmemiş görevden alma ve istifalar kaosu da eklenmekte.     
Trump'ın davranışları ve fikirleriyle temsil ettiği etkin bir radikal kesim olduğu doğru, fakat bu kesimin sadece olumsuzluk, reddetme ve direnmeye dayanarak, ABD büyüklüğünde ve gücünde bir ülke için net bir projesi olmadan tutarlı bir siyasi güce dönüşmesi çok zor. Bu kesimin yeni değil, aksine ABD’deki varlığının uzun bir tarihe dayandığını, beyaz ırkın üstünlüğüne inananlar, Evanjelist Hristiyanlar, konfederasyon yandaşları ve diğerlerini içeren birçok gruptan oluştuğunu hatırlatmalıyız. Yeni olan, devletin başına geçen Trump’ın şahsında ve performansında vücut bulmaları ve bunun onları harekete geçmeye cesaretlendirmiş olması. Trump’ın seçimlerde milyonlarca oy aldığı da doğru, ancak bunların hepsinin mutlaka kendisine verilmiş oylar olması gerekmiyor. Çoğu, Cumhuriyetçi Parti’yi destekleyenlerin partinin herhangi bir adayına verecekleri oylardı. Yeni Başkan, yemin töreninde yaptığı konuşmada, mücadelenin geçmişin değil geleceğin zorluklarına karşı olacağını söyleyerek yönetiminin iç sorunlara karşı izleyeceği politikanın özelliklerini belirledi. Daha ilk günden imzaladığı kararlar ile de dış sorunlara karşı benimseyeceği yaklaşıma dair ipuçları verdi. Eski yönetimin politikalarından farklı ve Amerikan demokrasi literatürü ile uzlaşmış bir politika tablosu çizdi.
Önümüzdeki dönemde yeni Başkan’ın önemli rolü kadar, Kongre’nin iki kanadında da çoğunluğu kaybeden Cumhuriyetçi Parti’nin durumu da dikkatleri çekecek. Trump’ın politikalarının faturalarını ödemek zorunda kaldıktan sonra nasıl yeniden ayağa kalkacağını görmek için gözler ona çevrilmiş olacak. ABD gerçekliğini, Dwight Eisenhower'dan Ronald Reagan ve Baba George Bush’a kadar önceki başkanların yanı sıra John McCain, Henry Kissinger, Caspar Weinberger, James Baker ve George Shultz vb. politik figürler gibi partinin tarihsel çekirdeğini temsil eden etkin ve aktif muhalefet rolünü nasıl oynayacağı merak konusu olacak. Aynı şekilde, Trump’ın Beyaz Saray’da geçirdiği 4 yıl boyunca maruz kaldığı adaletsizlikten, özellikle de partinin 2004 yılından beri girdiği hiçbir başkanlık seçiminde oyların çoğunu alamadığı gerçeğinden kurtulmak için nasıl bir yol izleyeceği de.