Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Dini aşırılık ve yeni görünümleri

Vatikan Dinler Arası Diyalog Komisyonu’nun üç gün önce düzenlediği “Dini Aşırılık: Anlayış ve İşbirliği Bağlamında Hristiyanlar ve Müslümanlar” başlıklı bilimsel sempozyuma katıldım. Sempozyumda Asya, Afrika ve Avrupa'dan Müslümanların ve Hıristiyanlar da dâhil olmak üzere yaklaşık yirmi konuşmacı vardı. ABD’den de iki ya da üç konuşmacı katılmıştı. Profesörler, din adamları ve siyasetçilerin de dâhil olduğu araştırmacılardan bazıları tarihe ve sınıflandırmaya odaklanırken bazıları ise tespitlerin ardından birtakım politikalar önerdiler.
Irak, Fransa, Sahel ülkeleri ve Nijerya'da yaşanan olayların gösterdiği gibi şiddet olgusu ve aşırılıktan kaynaklanan eylemler devam ediyor. Bir taraftan ordu ve polisle bu olguya karşı yürütülen mücadeleler devam sürerken diğer taraftan jeopolitik ve stratejik nedenlerle şiddet kullanımında yeni bir aşama ile karşı karşıya bulunuyoruz. Vatikan ve Ezher gibi dini kurumları esas olarak ilgilendiren konu ise dini inziva ve tecridin yanı sıra dinin toplumların yaşam ve değerlerine katılım göstermedeki eksikliğidir. Meselenin bu yönü yeni olmasa da son zamanlarda daha çok ön plana çıkmaya başladı. Dini otoriteler bu konuda daha önce de uyarılarda bulunuyorlardı. Ancak Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un açıklamaları ve yasa önerileri, bu olgunun düşünülmesine ve onunla mücadeleye yeni bir ivme kazandırdı.
Son yirmi yılda ortaya çıkan iki tür milis vardır: Devlet kurmak isteyen (bağımsız) milisler ve devletlerin kendi çıkarlarına hizmet etmek için oluşturdukları milisler. Bir dizi ülkede sabotaj eylemlerinde bulunan ikinci tür milislerin eylemlerini meşrulaştırması zorlaştı. Ayrıca bu milislerin hareketleri yakın gözetim altında tutuluyor veya terör örgütü olarak ilan ediliyorlar. Bilindiği üzere milislerin kullanımı hususunda en ön plana çıkan ülke İran’dır. İran bu milisleriyle başarılar elde etti (ki kendisi böyle görüyor) ve bazı yetkililerinin dediğine göre dört Arap başkentinin kontrolünü ele geçirdi. Türkiye şu ana kadar Suriye'de milisler oluşturmakta başarılı oldu ve bu milisleri Libya ve Azerbaycan'da kullandı. Ancak Türkiye’nin milisleri (Rusya ve hatta ABD tarafından kullanılanların bazıları gibi) paralı askerlerden daha azdır. İran’ın milislerinin ise dini, mezhepsel ve stratejik iddiaları vardır. Büyük zorluklarla karşı karşıya olduğunu söylediğim husus budur. Bunun sebebi sadece devletlerin istikrar ve bağımsızlık gibi arzular değil, bilakis içsel ve müdahaleci çatışmaları yavaş yavaş söndürme eğiliminde olan uluslararası düzenlemelerdir.
Devlet kurmak isteyen birinci tür milisler bu girişimlerinde başarısız olmalarının yanı sıra yüz binlerce kişinin ölümüne sebep oldular ve etkileri halen devam eden eylemlerde bulundular. Fakat bu milislerin çoğu mevkilerini kaybetmeleri dolayısıyla geride kalanların aşırı zayıflığı, onları çevre ülkeler için bir araç haline getirdi. DEAŞ, El Kaide hatta Boko Haram gibi mağlup milislerin uluslararası ve bölgesel taraflarca kullanılmaları mümkündür. Nitekim İran’ın son yirmi yıl içerisindeki hareket tarzıyla ilgili olarak iyi bilinen hususlardan biri de DEAŞ, El Kaide ve Taliban’ı kullanmasıdır. Şiilere ve İran'a düşman olduğu bilinen bu örgütler bugün onunla -her ne kadar doğal olarak inkâr etse de- dostlar. Bu konuda daha deneyimsiz olan Türkler ise, Libya ve Azerbaycan'daki başarıdan hala gurur duyuyor ve Suriye'deki başarısızlıklarını unutuyorlar. Arap ve İslam ülkeleri için belirli bir ideolojiyi benimseyen milislerin yükselişi bir sorun olduğu gibi, zayıflık ve parçalanma durumları da bir sorundur. Uluslararası sistem, ideolojik ve paralı milisleri geri çekmek için müdahale etmeye başladı. Şiddet içeren aşırılığın kalıntıları dosyasına artık bir son verilmeli ve devletler bunları kullanmaktan alıkonulmalıdır.
Aşırılığın (şiddet içermeyen) bir diğer görünümü, toplumdan kopuş ve soyutlanmadır. Fransa Cumhurbaşkanı, Müslüman toplumları laik cumhuriyetin değerlerini ve gerçekte inkâr etmedikleri kadın-erkek eşitliğini ‘tanımaya’ zorladı! Vatikan sempozyumuna İslam ülkelerinden katılan Müslüman araştırmacıların da gösterdiği üzere ‘nefret, takıntı ve tecrit’ fenomeni Fransa ve Avrupa Kıtası’ndaki Müslümanlar ile sınırlı değildir. Aksine, bir dizi Arap ve İslam ülkesinde mevcuttur. Bazı araştırmacılar bunun baş edilemeyen küreselleşme değişkenlerine bir tepki olduğunu söylediler, bazıları bunun selefilik ve modernite çalışmalarının konusu olduğunu belirttiler.
Peki, araştırmacılar bu tür bir geri çekilmenin şiddete doğru yeni bir ivme yaratacağından korkuyorlar mı?
İki veya üç kişi (aralarında bir de Fransız vardı) bunun korkutucu olmadığını söyledi. Ancak Nahdlatul Ulema Derneği'nin Endonezyalı başkanının belirttiği gibi, bu "çok sayıda eş ve çocuklarını etkileyecek. Müslüman bir toplum olsa bile onları çevrelerindeki toplumdan soyutlayacak veya sorgulatacak. Dini oluşumların Müslümanlar arasında artık popüler olmadığı iddiası doğru değil. Özellikle Suudi Arabistan, Mısır ve Endonezya'da büyük etkileri var. Bu nedenle dini oluşumların son otuz yıllık süreçte elde ettiği ehliyet, -Seyyid Kutub’a göre- ‘duygusal izolasyon’ zorluğunun üstesinden gelinmesine oldukça yardımcı oluyor ve aynı şekilde şiddet yanlısı aşırılığa da kafa tutuyor! Diğer yandan dini kurumların eğitim alanında devletlerle iş birliği yapması ve tüm çocukların izolasyonu, yalnızlığı ve kopuşu önleyecek ortak eğitim ve öğretim programlarıyla yetiştirilmeleri gerekiyor.
Papalık Enstitüsü Başkanı iki tür aşırılıktan söz etti: Kamuya güçlü bir şekilde müdahale eden radikalizm ve kutsal kitaplara harfi harfine dönüşe odaklanan fundamentalizm (köktendincilik). Radikaller şiddete başvururken, köktendinciler metnin görünüşünü esas alıp duygusal ve bilinçsiz bir izolasyona sürüklendi. Dünya, her ne kadar kamusal alandaki doğrudan etkileri dolayısıyla radikallerle ilgilense de radikallerin düşüşünden sonra etkisi artan köktendinciliğe daha fazla dikkat edilmesi gerekiyor. Bu bağlamda diğer dinlerin yanı sıra İbrahimi dinlerin dini kurumları arasında iş birliği yapılması gerekiyor. Houston Katolik Piskoposu'nun Mindanao Adası’ndan bir Cizvit keşişin ve Muhammediyye Âlimler Birliği Genel Sekreteri Dr. Ahmed Abbadi’nin sunumlarında da gösterilen örnek buydu.