Abdurrahman Şalkam
TT

Hangi vadide dolaşırlar?

İslam dünyasının ve genel olarak dünyanın çeşitli yerlerinde, aşırılık, terörizm ve İslami grupların birçok ülkede gerçekleştirdiği bombalama, cinayet ve adam kaçırma olaylarına karşı siyasi, kültürel ve akademik alandaki sesler yükseliyor. Bu grupların neden olduğu terör, kurbanlar ve kanın; Afganistan'dan Suriye, Irak, Libya, Mısır, Yemen ve Afrika kıtasındaki birçok ülkeye kadar öncelikle İslam dünyasına düştüğü açıktır. Müslümanlar bu kanlı olguyu nasıl görüyorlar, politikacılar, aydınlar ve akademisyenler dahil olmak üzere gayrimüslimler buna nasıl bakıyorlar?
Dini ve ideolojik aşırılık mekân ve zamandan yoksun değildir. Dinde, siyasette ve kültürde, her zaman aşırılığa yönelen gruplar vardır. Şahıslar ve gruplar şiddetin bir parçasıdır. Ancak şiddeti güçlendiren, zaman ve mekânda hareket etmesini sağlayan şey belirli birtakım sosyal faktörlerdir. Farklı dönemlerde hüküm süren sömürgecilik, aşırılık ve ırkçılığı da içeren şiddetin en belirgin tezahürlerinden biridir. Dini sloganlar atan grupların sebep olduğu terörizm dünya sahnesine yeni çıkmış olan bir olgu değildir. 70’li yıllarda pek çok ülke, öldüren, kaçıran ve bombalama eylemleri gerçekleştiren aşırılık yanlısı gruplarca terörize edildi. Fransa'da çeşitli terör operasyonları düzenleyen Doğrudan Eylem Grubu (Action Directe) ve İtalya'da önde gelen siyasetçilerden olan Hristiyan Demokrat Partisi Başkanı Aldo Moro’yu kaçıran, ülkenin çeşitli yerlerinde bombalı saldırılar düzenleyen aşırı solcu Kızıl Tugaylar bunun örneğidir. Aynı dönemde Almanya’da Kızıl Ordu Fraksiyonu (Baader-Meinhof Grubu) da benzer eylemler düzenledi.
Bütün bu hareketlerin ortak noktası, ülkelerindeki siyasi ve sosyal gerçekliği reddetmek ve aşırılıkçı sol fikirlerini silah ve kan zoruyla tüm topluma empoze etmekti. Bu gruplar sadece kendilerinin haklı, diğer grupların ve kişilerin ise adaletsizlik, yolsuzluk ve sömürüyü temsil ettiklerini düşünürler. Ayrıca şiddet ve başkalarını inanmış oldukları ideolojiye zorlamaksızın değişimin gerçekleşmeyeceğine inanırlar. Adı geçen ülkelerin yanı sıra Japonya, ölümcül gazlar da dahil olmak üzere korkunç silahlar kullanan “Kızıl Ordu” grubunun elinden şiddet ve terörizme maruz kaldı.
Avrupa ve Japonya'daki söz konusu hareketlerin temelinde dinsel saikler yoktu ve dine dayanan İslami şiddetin aksine, çoğu militan sol ideolojilerdi. Dine dayalı şiddetin görüldüğü İslami gruplar ise Allah’ın kitabını hâkim kılmak ve İslam şeriatını uygulamak için çalıştıklarını iddia ediyorlar.
1400 yıldan daha uzun bir süre önce Hz. Peygamber’in nübüvvetiyle başlayan İslam tarihi içerisinde birçok grup ve fırka ortaya çıktı. Savaş ve öldürme bu gruplardan pek çoğunun eylemlerinde vardı. Prof. Abdülmünim el- Hafnî, “İslami Gruplar, Fırkalar, Mezhepler ve Partiler Ansiklopedisi” isimli eserinde, yaklaşık sekiz yüz kadar grup sayıyor. Bu gruplardan pek çoğu kendi içlerinde bölündüler, savaştılar ve zamanın rüzgarlarıyla dağıldılar.
Kanlı aşırılık, psikolojik veya sosyal rahatsızlıklardan mustarip ve bu rahatsızlıkların kendilerini hayali bir dünya kurmaya sevk ettiği insanların çarpıklığından doğar. El Kaide ve DEAŞ’a katılan, Müslüman ve Arap olmayan birçok kişi defalarca intihara teşebbüs ettiklerini açıkladılar. Bu örgütlere katılan pek çok Müslüman genç, uyuşturucu kaçakçılığı, tecavüz ve hırsızlık gibi suçlardan cezaevine girenlerdir. Bunlar, aşırılık yanlısı kimseler tarafından cihat ettikleri takdirde günahlarından arınıp doğrudan cennete girecekleri gibi vaatlerle kandırıldılar.
Haşhaşîler, İslam tarihi içerisinde unutulmayan gruplardan biridir. 11. yüzyılda dini bir kılıf altında ve din adına korkunç suçlar işlemiştir. Grubun lideri Hasan Sabbah, İsmailiyye mezhebini benimsedi, İran, Şam ve Mısır arasında hareket etti, Alamut kalesine yerleşti ve etrafında kendisine adanmış pek çok kişi topladı. Sabbah, takipçilerinin zihinlerini kontrol etme konusunda eşsiz bir sanata başvurdu. Akıllarını etkisiz hale getirecek uyuşturucular verdi ve onları cennette olduklarını vehmettirerek baştan çıkardı. Tüm bunların ardından etrafında kendisine körü körüne itaat eden robotlardan oluşan bir grup teşekkül etti. Bu kişileri Selçuklu devletinin önde gelen isimlerini öldürtmekte kullandı. Bir grup suikastçı tarafından öldürülen Nizâmülmülk de onun komplolarından kurtulamadı.
Geçen yüzyılda dünya korkunç bir olaya tanık oldu. ABD’de Jim Jones adlı biri, mesih olduğunu iddia ederek adalet, eşitlik ve hoşgörü çağrısında bulunarak yüzlerce cahil ve sıradan insanı etrafında topladı. Jones, hayranlarının zihinlerine dünya hayatında kutsal kurtuluş vaadini enjekte etti ve onların üzerinde mutlak kontrole sahip olmayı başardı. Jones, Halkın Tapınağı'nı (Peoples Temple) kurduğu Guyana’ya takipçilerini taşıdı ve adaletsizlikten ve sömürüden uzak bir toplum kurmak istediğini söyledi. Jones, bir dizi takipçisini silahlandırdı. Talimatlarını ihlal eden herkesi dövmeye ve onlara işkence etmeye başladı.
ABD Kongresi'nin bir üyesi grubun Guyana'daki merkezini ziyaret etti. Jim Jones, gelen kongre üyesinin öldürülmesini emretti. Ardından Amerikan güçlerinin saldırısından korkarak, takipçilerine toplu intihar emri verdi. Jones’in bu emri üzerine takipçileri siyanür içerek intihar ettiler. Kendisi de kafasına sıktığı bir kurşunla öldü. Bu olay kamuoyunu sarstı ve akademisyenlerin dikkatini çekti. Bu olay eğitimli kişiler de dahil olmak üzere geniş bir topluluğun üzerinde benzersiz bir kontrol modelini temsil ediyordu.
Hayal kırıklığı, çaresizlik ve cehalet, bazı insanları aşırılık ve şiddet karşısında kolay bir av haline getirir. Başkalarına yönelik şiddet aynı zamanda kendine de yönelik bir şiddettir. Son istatistikler, dünyada her kırk saniyede bir, bir kişinin intihar ederek hayatına son verdiğini gösteriyor. DEAŞ ve el-Kaide’nin son zamanlarda yaptıklarının ardından aşırılık yanlısı İslami gruplar, kan, cinayet ve adam kaçırma ile dönüp durdukları vadinin sonuna geldiklerini teyit ediyorlar. Bu gruplar da tıpkı tarihteki diğer aşırılık yanlısı gruplar gibi tarih sahnesinden silinip gidecekler.