İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Başkan Biden’ın ilk ayının sonucu

ABD Başkanı Joe Biden'in görev süresinin ilk ayının, gerek iç politika gerekse uluslararası ilişkiler açısından çoğu gözlemcinin tahmin ettiği gibi geçtiği söylenebilir.
Donald Trump döneminin "abecesi", nasıl ki selefi Barack Obama'nın yaptığı her şeyi tersine çevirmek ise, yeni Demokrat yönetim de sadece Trump'ın politikalarını tersine çevirmek değil, aynı zamanda Obama'nın 8 yılda başaramadığı şeyi de tamamlamak için gelmiş görünüyor. Biden'ın hükümet ekibi için erkenden açıklamış olduğu atamalar bu yaklaşımı teyit ederken, Başkan Yardımcısı Kamala Harris'in eşitlik olması durumunda oy kullanma hakkı ile de olsa Demokratların Senato'da çoğunluğu ele geçirmeleri, atamaların herhangi bir engel olmaksızın onaylanmasını kolaylaştıracak. Aynı doğrultuda, yeni yönetimin ilk kararları ve girişimleri, önceki Cumhuriyetçi yönetimin 4 yıllık süre içinde benimsediklerini tamamen tersine çevirme yönünde kararlı olduğunu gösterdi. Bugün, Cumhuriyetçi Parti içindeki derin çatışma da Demokrat yönetimin gücünü pekiştiriyor. Bahsi geçen çatışmanın tarafları, "kurumun" ağırbaşlılığı ve çıkarlarından geriye kalanları koruma yanlısı akım ile Trump'ın 2016'da başlattığı ve onu, daha önce geleneksel partilerin hiçbirinin benimsemeye cesaret edemediği "darbeci” pozisyonlar benimsemeye iten popülist akımdır.
Bununla birlikte, bazı ideolojik inançlar aynı kalsa bile, zaman bir dizi denklemi değiştirebilir. Dolayısıyla Biden yönetimi, uluslararası siyaset sahnesinde 1 ay önce başlattığı  tanıdık ideolojik başlangıç ​​noktalarını devam ettirecekse, yeni ABD Başkanı dün Avrupalı ​​müttefiklerinden duyduğu tepkilere benzer tepkilere hazırlıklı olmalı.
Avrupa liderleri arasındaki politik bilge adamların, Donald Trump'ın sağının solunun belli olmamasından, dik başlılığından, “Önce ABD" sloganı altındaki popülizminden çok çektikleri doğru. Yine Avrupalı ​​aşırı sağcı liderlere verdiği destekten, Avrupa Birliği ruhuna açık düşmanlığından rahatsız oldukları - ve çoğunun, Avrupa'yı müttefikten ziyade rakip olarak gören Cumhuriyetçi bir liderlikle birlikte zorlu bir yaşam yerine ılımlı bir Demokrat yönetimle çalışmayı tercih ettikleri- de doğru. Gelgelim Avrupalı ​​güçlerin, Biden’ın yaklaşımlarıyla tamamen örtüşmeyen çıkarları olduğu da doğru.
Aynı şekilde, Trump'ın 4 yıllık iktidarı boyunca, çoğu Avrupalı ​​lider, Washington'u hesaplarından çıkarmaya, tek yüce Batılı referans, Avrupalılar için "her koşulda" bir garantör olarak görmemeye alıştı.
Trump yılları, Avrupalıları ve Avrupa dışındaki bazı pragmatik politikacıları, "ABD çadırı" dışında da bir yaşamın var olduğuna, en yakın ve en iyi müttefiklerin bile çıkarlarının tamamen özdeşleşmeyeceği dönemlerin olabileceği konusunda uyardı. Nitekim, örneğin İran nükleer dosyası ve onun yanı sıra, Rusya ile bir dizi Avrupa ülkesi arasındaki çıkarların ve ilişkilerin gelişmesi, Çin ile ilişkilerin geleceği ve diğer ek dosyalarda tam olarak bu durum yaşanıyor. Devam edecek olursak, Uzak Doğu, Doğu ve Güney Asya ülkeleri nasıl ki Washington’un özel stratejik hesaplarında Atlantik ile ilgili hesaplarından daha önemli hale geldiyse, büyük Avrupalı ​​güçler de artık sınırlarındaki Rusya büyüklüğünde bir devle yalnızca ABD çıkarları "kapısının deliğinden” bakarak başa çıkamayacaklarının farkına vardılar. Dahası Rusya da, "Kuzey Akım 1" ve "Kuzey Akım 2" (Washington'un karşı çıktığı) enerji hatları üzerinden Avrupa'da menfaatler açısından etkili bir güç olarak kendisini dayattı. Suriye ve Libya'daki varlığı sayesinde de Akdeniz'de güçlü bir şekilde var olan bir güç haline geldi.
Çin'e gelince, üst düzey Amerikalı yetkililerin açıkça kabul ettiği gibi, ABD'nin pozisyonuna yönelik ana ve doğrudan tehdit oluşturmasının yanı sıra, dünyanın pek çok bölgesinde de ana ekonomik güç haline geldi. Çin'in 2013 yılında başlattığı "Kuşak ve Yol" (Yeni İpek Yolu) girişimi gibi iddialı projeleri, 70 ülkede yatırımlarını artırabilir ve onun, küresel pazarları istila etmesinin önünü açacağını umduğu birçok deniz yolu ve limana erişimini sağlayabilir.
Avrupalıların, 4 yıllık "Önce ABD" döneminin ardından, bugün Washington'un iyi niyetini memnuniyetle karşıladıklarına şüphe yok. İkinci Dünya Savaşı sırasında ve akabinde ki "Soğuk Savaş" döneminde eski Sovyetler Birliği karşısında yanlarında duran güçlü müttefikle olumlu ilişkilerin geri dönüşünü takdir ediyorlar. Ancak Demokrat ve Cumhuriyetçi partiler arasındaki derin ideolojik farklılık ışığında, uluslararası politikanın öncelikleri konusunda bir fikir birliğine sahip olduğu konusunda artık Washington'a güvenemiyorlar.
Bu noktada Ortadoğu'ya ulaşıyoruz. Avrupa ile ABD arasındaki ilişki ile diğer ülke ve blokların süper güç ABD ile ilişkileri arasındaki yapısal farklılıklara rağmen, ortak endişeler ve kesişmeler de yok değil. Bölgedeki Arap ve Arap olmayan tüm sorumlu liderler, ABD ile güçlü ilişkilerin vazgeçilmez olduğunun farkında. Mevcut Arap ülkelerinin büyük bir kısmının Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olduğu 19’uncu yüzyılın ikinci yarısından bu yana güçlü bir temel üzerine inşa edilmiş ilişkilere dayanarak kuşkusuz hepsi, Washington'un güvenilir ve tescilli bir müttefiki olmayı tercih ediyorlar. Ancak, Avrupalı müttefikleriyle olduğu gibi, bir süredir onlarla ABD arasında da uyuşmazlıklar görülmeye başladı ve bunlar son 4 yılda büyük ölçüde arttı. Buna paralel olarak ilişkileri canlandırma girişimlerinin ritmiyle kendilerini dayatan yeni çıkarlar da doğmaya başladı. Özellikle Maşrık (Levant) bölgesiyle ilgili olarak, Washington ile ilişkilerde çifte sorunlar yaşandı. Bunun ilk olumsuz yönü Obama döneminde, ikinci olumsuz yönü ise Trump döneminde gün yüzüne çıktı.
Obama döneminde İran ile uzlaşı, Washington'un öncelikli bölgesel hedefi oldu. Bu da aslında İran Devrim Muhafızları’nın ve onun Arap dünyasındaki kolu olan mezhepçi milislerin önünü açtı. Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’in bağımsızlığından, egemenliğinden ve devlet kurumlarından geride kalanları da ortadan kaldırmaları için istediklerini yapmalarına izin verdi. Böylece Tahran kazanırken Araplar kaybetti. Biden yönetimi bu gayeden vazgeçmedikçe, Arap sokağının Washington’un niyetlerine yönelik güveni daha da sarsılacak, Arap siyasal vicdanının ABD kültürü ve siyasi ilkelerinin erdemlerine olan inancı azalacak.
Trump döneminde, ABD bu kez başka bir ülkeyi kayırmayı seçti. Trump, yöneticilerinin radikalliğine bakmaksızın İsrail ile “merkezi” ittifaka geri döndü. Böylece İsrail Golan Tepeleri'ni ilhak etti, Washington büyükelçiliğini Kudüs'e taşıdı ve Filistinli kurumlar ile çeşitli yollarla savaştı. Yine, İsrail kazandı ve kendilerini ABD’nin rızasıyla iki bölgesel siyasi rakiplerinin "tiranlığına" teslim olmaya zorlandıkları bir durumda bulan Araplar kaybetti.
Bu kötü durumun hızla değişmesi gerekiyor, çünkü beraberinde geleceğe dair korkunç tehlikeler de taşıyor. Özellikle de devletler çökmeye ve mezhepçi milis güçlerin “haydutlukları” büyüklerin izin verdiği, uluslararası toplumun da onayladığı kabul edilebilir bir uygulama olarak dayatılmaya devam ederse.