Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

İstibdat ve zorbalığa duyulan bu özlem de neyin nesi?

Medyada, haberleşme ve uydu kanallarında, hayat koşuşturmacasında birtakım konuşmalar, tartışmalar ve diyaloglar vuku buluyor. Bunlar bir şeylere işaret eder etmez hemen bütünüyle ortadan kayboluyor. Önce Arap Baharı olarak bilinen hadiselerin etkileri ve yeni ABD yönetiminin takip edebileceği siyaset ile meşgul olduk. Yaklaşımlar çoğunlukla hızlı ve spekülatif olsa da bunda bir beis olmadığını söyledik. 2011'de Maşrık ve Mağrip'teki halk hareketleriyle gündeme gelen değişim meselesi ise geleceğe dönük bir tefekkürü beraberinde getirdiğinden gözden geçirmeyi ve yeniden değerlendirilmeyi hak ediyor. Öte taraftan Biden yönetiminin ne yaptığını veya yapabileceğini tahmin etme konusuna gelince, Türkiye ve İran müdahalesinin Arap ülkelerinin başına açtığı felaketlerin yanı sıra Obama ve Trump dönemlerinde Filistin meselesine ve diğer Arap meselelerine ne olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu meselenin gerçekten ilgiyi hak ettiğini düşünüyorum.
Ancak işler kısa sürede kötüleşti ve bir anda Husilerin Marib'e saldırısı, Suriye'deki çatışma, Cezayir'de gösterilerin yeniden patlak vermesi, Lübnan'da ve Tunus’ta hükümetin kurulamaması gibi meseleler ile meşgul olmaya başladık. Ayrıca Al-Arabiya kanalının Saddam Hüseyin'in kızı Ragad Hüseyin’le yaptığı röportaja ilişkin tartışmalar gündeme oturdu.
Bu fenomenlerin -en küçüğünden en büyüğüne kadar- özünde temelde geçmişle şimdiki zaman arasında bir karşılaştırma ve geçmişin tercih edilmesi yer almaktadır. Yemen'de, Husilerin her şeyi sabote etme ve insanları öldürmedeki ısrarı karşısında medyada ve siyasetçiler arasında Ali Abdullah Salih dönemini üstün gören ve halihazırdaki duruma tercih eden konuşmalar hâkim oldu. Suriye'de Beşşar Esed, babası ile birlikte devletin başına gelen en iyi şey olduklarını söylüyor ve kendisini tek geçiyor. Vaziyet buysa başkalarını düşünmek tam bir trajedi olurdu! Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali döneminin, devrim sonrası döneme, Raşid Gannuşi’nin ortaya çıkışına ve Kaddafi döneminde yaşananlara kıyasla ülke için en iyisi olduğu söyleniyor. Lübnan'a gelince, Maruni Patriği er-Rai’nin ‘devletin yeninden inşası ve istikrar için uluslararası bir konferans çağrısında bulunmasına’ varıncaya dek durum ümitsiz bir hal aldı. Lübnan’da mesele sadece bir hükümet kurmakla ilgili değil; bilakis korona aşılarının şeffaf ve adil yollarla dağıtımı bile yapılamıyor!
Ragad Hüseyin’in babasının döneminin 2003'ten bugüne Irak'taki durumdan çok daha iyi olduğu iddiası karşısında bu karşılaştırmalar ve yaklaşımlar çaresiz kalıyor. Umarım Cezayirliler, Buteflika döneminin mevcut durumdan daha iyi olduğu gibi bir noktaya gitmek zorunda kalmazlar!
Bütün bu fenomenler ne anlama geliyor? Bunların anlamı, geçmiş zamanların üstünlüklerini hayal etme noktasına varan tam bir yetersizlik ve kayıptır. Arapların durumu neden bu noktaya vardı? Myanmar'da (eski adıyla Burma) generallerin gerçekleştirdikleri darbe olmasaydı, Arap durumunun çağdaş dünyada nevi şahsına münhasır olduğunu söyleyebilirdik.
2011'deki değişim hareketlerinden önce uluslararası gözlemciler, zaman zaman İslami bir istisnadan ve bazen de Arap istisnasından bahsediyorlardı. Bununla, İslam'ın demokrasiye karşı olduğunu ya da Arap ‘genlerinin’ liderden başka şey bilmediğini kastediyorlardı. Değişimin erken dönemiyle birlikte olumlu izlenimler ortaya çıktı. Bunlar, yalnızca dışarıdaki gözlemcilerin değil, aynı zamanda tabiri caizse “Arap sokağının” izlenimleriydi. Ancak bu iki veya üç yıldan fazla sürmedi. Bunun temelde üç sebebi vardır: “İslam olgusunun” kötüleşmesi ve şiddet ile terörün merkezini istila etmesi, ya eski rejimleri savunma ya da güvenlik korkusuyla yapılan bölgesel ve uluslararası müdahaleler, devam eden huzursuzluklar ve kargaşa karşısında insanların duyduğu meşru endişe. Tunus, devleti yeniden inşa edebilecek ve başarılı olabilecek tek ülke olarak görülüyor. Çünkü diğer ülkeler en kötü çözümlerin kucağına düştüler. Ruslar ve İranlılar Beşşar Esed’i iktidarda tuttular. Lübnanlılar, General Avn’ı cumhurbaşkanı seçtiler ve yirmi yıldır onun radikalizminden saklandılar. Iraklılar Amerikalıların da yardımıyla terörizmle savaşmak için Maliki yerine el-İbadi'yi tercih ettiler. Cezayirliler, 2013'te gitmesi gereken Buteflika karşısında sabırlı davrandılar. Salih'den kurtulduklarını sanan Yemenliler ise ülkeyi ele geçirmeyi neredeyse başaran Husi milislerinin pençesine düştüler. Körfez komşuları, onları korumaya yönelik müdahalelerde bulunmamış olsaydı şimdi İran’a ve onun mezhebine bağlı olacaklardı.
“Bahar Depremi”nin üzerinden on yıl geçti. Mısır haricinde her yerde işler daha da kötü ve korkunç hale geldi. Olumsuz bir istisnayı temsil ettiği söylenen eski otoriter rejimlerin sadece tek bir fazileti vardı ve bu fazilet de istikrardı. Evet, dayatılan bir istikrardı fakat yine de istikrardı. Bu, artık hiçbir yerde var olmayan bir fazilettir.
İnsanlar neden umutlarını yitirdiler? Neden Ragad gibilerin bile sanrılarına kulak verir oldular? Çünkü geçen on yılla birlikte dışarıya bağlı milisler her yere dağıldılar. Milyonlarca insan öldü, milyonlarcası yerinden oldu, kentler ve insanlar harap oldu. Tüm bunlara ekonomik ve güvenlik alanında tam bir çöküş eşlik etti. Birisi şöyle diyebilir: Fakat Tunus ve Cezayir'de milis yok! Bu doğru ancak etkili siyasetçiler ve askerler milisler gibi hareket ediyorlar. Bunların en belirgin özellikleri, seçim adı altında ya da hiçbir gerekçe göstermeksizin iktidarda kalmaktaki ısrarıdır! Irak ve Cezayir gibi iki zengin ülkenin ekonomik koşullarına bakalım. Bu iki ülkedeki irrasyonel yönetim, ‘ekonomik ve ahlaki iflası’ haklı çıkarmak için milislere ihtiyaç duymuyor. Lübnan gibi zengin bir ülkede ise bu iki unsur bir araya geliyor: Milisler ve kamu malının yağmalanması. Bugün kargaşa, cinayet ve yerinden edilmenin hüküm sürdüğü ülkelerdeki çoğunluk, her şeyini kaybetmiş kimselerden, tutuklulardan, yerinden edilmiş kimselerden ve ölülerden oluşan bir çoğunluktur. Onlar ve onlar gibi olan on milyonlarcasının yakın ve uzak geçmişi hatırlamaları doğaldır. Fakat başlarına gelen bu korkunç musibet dolayısıyla geleceğe ilişkin doğru düşünme gücüne sahip değiller. Çözüm ne Saddam ve kızı, ne Kaddafi ve oğlu, ne Esed ve kardeşi, ne de Avn ve damadı değildir! Biz, Avn, Bassil ve Nasrallah arasındaki bir boğazda değiliz. Tiranların, katillerin veya siyasi mafyanın bulunmadığı üçüncü bir seçeneği düşünmek gerekiyor. Cezayirli göstericilerin askeri ve siyasi yolsuzluğun olmadığı rasyonel bir sivil yönetim çağrısında bulunduğunu işittim. Bu, hepimizin ihtiyacı olan şeydir! Demokrasi ve özgürlük gibi sloganlardan bahsetmiyorum! Beklentilerin ne kadar düştüğünü görüyor musunuz?