Hasan Ebu Talib
TT

İsrail, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin hedefinde: Ne yapmalı?

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Fatou Bensouda’nın, İsrailliler ve Filistinliler tarafından işlenen ‘olası’ savaş suçları hakkında soruşturma açma kararı, her iki taraftan yetkililerin yargılanmasına yol açabilecek bir adımdır. Ancak burada bir ön şart mevcuttur. Bu, Gazze Şeridi, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki savaş suçlarına bazı olası yetkililerin karıştığına dair kesin kanıtlar toplanması için beklenen soruşturmanın sona ermesidir. Bu koşul, Filistin Ulusal Yönetimi, İsrail ve özellikle Hamas arasında bir iş birliğinin olması gerektiği anlamına gelmektedir. Beş yıl süren ilk soruşturma, 13 Haziran 2014 tarihli bir rapora dayanıyordu. Bu raporda, sorumluluğun ve dolayısıyla cezanın boyutunun belirlenmesi adına her iki taraftan da ilgili görevlilerin çağrıldığı bir ceza soruşturması için ‘nesnel yasal gerekçeler’ olduğu sonucuna varılmıştı.
Burada söz konusu olan soruşturma ülkeleri değil, bireyleri ilgilendirmektedir. Bu, Bensouda tarafından da teyit edilen önemli bir farktır. Bununla birlikte, İsrailli bir yetkilinin -askeri veya sivil- savaş suçları işlediği gerekçesiyle mahkûm edilmesi bir dereceye kadar devletin de mahkumiyeti anlamına gelecektir. Özellikle Gazze Şeridi ve işgal altındaki Batı Şeria'nın bazı kısımlarında olduğu gibi uzun süredir devam eden işgal, saldırılar ve ölümler böyle bir neticeyi beraberinde getirecektir. Çünkü bütün bu operasyonlar bireysel bir karara dayanmamaktır. Aksine İsrail hükümeti ile sivil ve askeri kurumlar tarafından verilen bu kararlar, sivil, askeri ve istihbarat birimleri tarafından uygulanmıştır.
Burada sorumlu kişinin mahkûm edilmesi durumunda, söz konusu kişinin bir gaflet anında yahut geçici bir hevesle “yalnızca kendisini ilgilendiren bireysel bir karar verdiği” neticesi çıkmaz. Savunma Bakanı Benny Gantz’ın da ima ettiği şey buydu. Ceza mahkemesi yargılamasının devam etmesi durumunda, eski bir genelkurmay başkanı olan kendisinin ve diğer bazı üst düzey yetkililerin kovuşturulması riski vardır. Ancak Gantz, İsrail’in tüm eylemlerinin söz konusu mahkûmiyetten payını alacağını görmezden geldi. İsrailli hukukçulardan biri, İsrail’in mahkûmiyetten kaçınmak için başkalarının haklarını ihlal etmemesi gerektiğini söyledi.
Öte taraftan, Filistin Ulusal Yönetimi tarafından temsil edilen Filistin tarafı için cezai bir soruşturmanın açılması siyasi ve ahlaki açıdan çok önemli bir adımdır. Ancak Gazze’yi yöneten Hamas hareketindeki bazı yetkililer bundan etkilenebilir. Bu kimseler, İsrail işgaline karşı eylemlerinin “uluslararası yasalara uygun meşru bir direniş olduğunu ve hiçbir şekilde savaş suçu teşkil etmediğini” savunuyorlar. Bu, her ne kadar ‘savaş ve bunun sonucunda başkalarının topraklarının zorla işgal edilmesiyle’ ilgili uluslararası anlaşmalara dayanan bir argüman olsa da uluslararası araştırmacıları bu konuda ikna edebilecek sağlam yasal formüllere ihtiyaç vardır. Bu ise ancak uluslararası soruşturma ve şeffaf bir işbirliği ile gerçekleşir, onu görmezden gelmekle değil.
Bununla birlikte soruşturma açma adımı, çeşitli hususlar nedeniyle henüz çözümsüz görünmektedir. Bu hususlardan ilki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde henüz mevcut olmayan mali ve ekonomik durumlar ile ilgilidir. Başsavcı da buna açıkça atıfta bulundu. Zira ABD, Hindistan, Çin, Rusya, Pakistan, Türkiye ve İsrail gibi üye olmayan büyük ülkelerin gerçekte bu mahkemenin varlığına karşı olmaları karşısında, bu tür fonların bulunması zordur. ABD’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne karşıt olmasının yanı sıra İsrail'in Filistinlilere karşı, işgal ve geniş çaplı operasyonlar da dahil olmak üzere bütün askeri ve şiddet eylemlerini destekleyen tutumu bir diğer gerekçedir. ABD, Gazze Şeridi'nde olduğu gibi yapılan her şeyi meşru müdafaa olarak görmektedir.
Dolayısıyla Beyaz Saray, İsrailli askeri veya sivil yetkililere yönelik böyle bir adımı reddedecektir. Zira Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve Başkan Yardımcısı Kamala Harris bunu açık bir şekilde söylediler. Böyle bir ret yalnızca sözde de kalmamaktadır. Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından soruşturmanın açılması ve devam ettirilmesi için atılacak herhangi bir pratik adımı önlemek adına, Avrupa başta olmak üzere uluslararası bir seferberliği de içermektedir. Trump yönetimi, ABD’lilerin ‘Afganistan’daki olası suçlarına’ ilişkin tutumundan dolayı başsavcı ve ceza mahkemesine yaptırımlar uygulamıştı.
İsrail, bir yıl içerisinde dört seçimin gerçekleştiği bir ortamda meseleye siyasi ve hukuki olarak bakıyor. Her ikisi de, İsrail'in” uluslararası hukuk üzerindeki üstünlüğü ve gerçekleştirdiği herhangi bir eylemden sorumlu tutulmaması” ilkesinin bir uzantısıdır. Bu kararın devlet tarafından yahut karar verme yetkisine sahip kişiler tarafından verilmiş olması bir şeyi değiştirmez. Genellikle İsrail ve özelde Başbakan Netanyahu, varlığına yönelik ve onu ortadan kaldırmayı amaçlayan her türlü eleştiriyi antisemitik olarak nitelendirir. Bu, İsrail'i zulme maruz kalan Yahudiler için tek ülke olarak tanıtan Siyonist propagandanın önemli bir unsurudur.
İsrailli gözlemciler burada şu ironiye dikkat çekiyorlar: Netanyahu hükümeti, devlet, devletin itibarı ve davranışıyla ilgili bir konuda uluslararası soruşturma açılması kararına şaşırmış gibi davranıyor. 2016'da Filistin'in Uluslararası Ceza Mahkemesi üyeliğinin kabul edilmesinin mahkemeye, hedef alınan işgal altındaki bölgelerde neler olup bittiğini izleme hakkı verdiğinin farkında değiller. Bu, Ocak ayında başsavcı tarafından açıkça dile getirildi. Zira kararda, mahkemenin işgal altındaki topraklarda meydana gelen ihlalleri inceleme yetkisine sahip olduğu ifade edildi.
İçeriden yapılan eleştiriler, İsrail’in -uluslararası düzeyde sorumlu tutulma karşısında- ABD başta olmak üzere başkalarına sığınma ihtiyacı, devletin itibarına zarar veren konularda hareket etme kabiliyetini bir dereceye kadar kaybettiğini gösteriyor.
Burada ayrıca meseleyle ilgili pratik bir boyut daha var. O da, Başsavcı Fatou Bensouda’nın görevinin yakın zamanda sona ereceği gerçeğidir. Nitekim İngiliz bir avukatın, Haziran ayında onun yerini alması bekleniyor. İsrail bu kişinin atanması durumunda soruşturmanın iptal edileceğini düşünüyor. Durumun böyle bir seyir izlemesi -insan hakları ihlalinde bulunanları sorumlu tutmaya çalışan uluslararası kuruluş olan- mahkeme için bir skandal olur. İngiliz avukatın böyle bir adım atması, “uluslararası hukuk, hesap verebilirlik ve dürüstlük gibi ilkelerin” İsrail-Amerikan baskısı karşısında terk edilmesi anlamına gelir. Mesele onun dürüstlüğünün yanı sıra hukukun ilkelerine ve Uluslararası Adalet Divanı Statüsü’ne olan inancına bağlıdır.