Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Husiler barıştan korkuyor

Husiler yalnızca barıştan korkmuyor, bilakis barış onları kaygılandırıyor ve dehşete düşürüyor. Husiler, barıştan neden bu denli korkuyor ve endişe ediyorlar? Ateşkes neden onları korkutuyor? Oysa ateşkes, gerek Yemen düzeyinde gerekse de komşu ülkelerle barış yapma koşulları ve istikrarın temin edilmesi bakımından, çatışmanın tarafları arasında siyasi bir çözüme ulaşılması adına müzakerelerin önünü açan bir adımdan başka bir şey değildir.
Husilerin sayıca azınlıkta olmaları bu soruların cevaplarından biridir. Nitekim, Yemen’in 26 milyonluk nüfusunun çoğunluğu Şafii’dir. Yemen’in nüfusunun yüzde 20’den azını temsil eden Zeydiler azınlığı temsil etmektedirler. Husiler, bu Zeydi azınlıktan ibarettir. Yemen'de barış sağlanması, Husilerin miras aldığını iddia ettiği imamet rejimini deviren Eylül 1962 devriminin ilkelerine dönüş anlamına gelecektir. Eğer Husiler imamet rejimini tekrar getirirlerse bu, vatandaşlarının çoğunluğu için yarım asırdan uzun bir geçmişe dönüş anlamına gelecektir.
Bazıları, Husilerin 2014 yılındaki Ulusal Diyalog Konferansı'na katılması karşısında iyimserdi. Burada, federal bir sistemle modern bir devlet kurma kararları alındı. Bu ise -İngiliz işgali dönemindeki Güney Yemen deneyimi dışında- Yemen düzeyinde bir ilkti. Bütün bunlara rağmen, partilerin, bileşenlerin ve siyasi güçlerin temsilcileri Birleşmiş Milletler Yemen Özel Temsilcisi Cemal bin Ömer’in gözetiminde 21 Eylül 2014’te Barış ve Ulusal Ortaklık Anlaşması’nı imzalamak üzere bir araya geldiler. Bu anlaşma, başkent Sana’nın Husilerin eline düşmesinden kısa bir süre sonra imzalandı. Barış ve Ulusal Ortaklık Anlaşması’na imza atanların sıralaması ilginçtir. İlk sırada en büyük Yemen partilerinin temsilcisi Genel Halk Kongresi'nden Dr. Abdulkerim el-İryani vardı. İkinci sırada İslami akımdan Islah Partisi temsilcisi Abdulvehhab el-Enesi ve üçüncü sırada ise Husilerin temsilcisi Mehdi el-Meşat vardı. Meşat daha sonra Salih el-Samed’in yerini aldı. Anlaşmayı, Husilerin lideri Abdulmelik el-Husi’nin ‘Başkanlık Konseyi’ olarak adlandırdığı yapının başkanı ve aynı zamanda kendisinin damadı sıfatıyla imzaladı. Sonrasında, diğer partiler ve siyasi güçler de anlaşmayı imzaladılar.
Anlaşmanın içerdiği trajikomik husus, Yemenlilerin aradıkları sivil devleti kurmalarının tek yolu olması hasebiyle diyaloğun sonuçlarına dayanıyor olmasıydı. Amaç, hukukun üstünlüğü, eşit vatandaşlık, insan haklarına saygı ve iyi yönetim ilkelerine dayanan demokratik bir federal devlet kurmaktı.
15 Şubat 2015 tarihli ve 2201 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararı, Husilerin bu anlaşmaya uymadıklarını ortaya koydu. Kararda, Husilerin parlamentoyu feshetmesi, Yemen devlet kurumlarını ele geçirmesi, hükümet yetkililerini tutuklaması ve ev hapsine mahkûm etmesi gibi yaptığı tek taraflı uygulamalardan duyulan rahatsızlık dile getirildi. Burada, ABD Başkanı Biden yönetiminin Yemen'deki savaşı sona erdirme çabaları bağlamında şu soruyu sorabiliriz: Husiler ile ABD’nin Yemen Özel Temsilcisi Tim Lenderking arasında yapılacak anlaşmalara nasıl güvenebiliriz? Husiler, Yemenli siyasi güçlerin geri kalanı pahasına, imzalarını taşıyan ve taleplerini yansıtan barış anlaşmasını çabucak bozarlarsa ne olacak? Nitekim buna daha önce tanık olduk.
Washington’daki Atlantik Enstitüsü’nde çalışan ve Ortadoğu hakkında kıdemli araştırmacı olan Kirsten Fontenrose’nin dediği gibi Yemen'deki durum daha kötüye gidiyor. Çünkü Husiler, Biden yönetiminin son adımlarıyla cesaretlendiler. Marib'deki son eylemlerinde bunu açık bir şekilde gördük. Bu, Husileri siyasi bir anlaşmayı kabul etmemeye sevk eden şey oldu.
Kirsten, 6 Mart'ta Şarku'l Avsat'a verdiği röportajda şu ifadeleri kullandı: ABD hükümeti tarafından şu anda sağlanacak herhangi bir anlaşmada Husilerin temsil yüzdesi çok fazla olabilir. Bu, Yemen halkının diğer kesimleri tarafından birkaç ay içinde anlaşmanın reddedilmesine yol açar. ABD yönetiminin aldığı önlemler ve yaptığı icraatlar, ABD’nin Yemen Özel Temsilcisi Tim Lenderking’in eline ‘havuç ve sopa’ dışında bir şey vermiyor. Tim ise bu elindekilerle, Husileri ‘Marib'teki eylemlerini durdurmaya ve siyasi bir düzenleme üzerinde anlaşmaya’ teşvik etmeye çalışıyor.
Araştırmacı, ABD stratejisini ‘Husilere bir dizi hizmet sağlama ve onlardan herhangi bir şey talep etmeme’ ile itham ediyor. Husiler, -ABD’nin müzakereler başlamadan önce nüfuzunun büyük bir kısmından vazgeçmesinin ardından- Riyad'ı bombaladı, Marib’e girdi ve müfettişlerin Safir gemisine ulaşmasını engellediler.
Husiler ile meşru hükümet arasındaki yıpratma savaşı sürüyor, insani kriz ciddi şekilde şiddetleniyor ve savaşı sona erdirmek adına ateşkesin gerekliliğine yönelik çağrılar devam ediyor. Dünya Gıda Programı (WFP) İcra Direktörü, Washington'da geçtiğimiz Cuma günü düzenlenen basın toplantısında şu ifadeleri sarf etti:
“İhtiyacımız olan parayı ve yakıtı bulamazsak, şimdiye kadar gördüğüm en kötü kıtlığa tanık olabiliriz.”
Bu arada, bir gözlemcinin dikkat çektiği şu hususu da zikretmeden geçmek istemiyorum: Darbecilerin, ateşkesi -siyasi bir çözümün başlangıcından bahsetmiyorum bile- kabul etmemelerinin sebebi, sonunda bir barışın sağlanması ve bu barışın, Husi hareketinin Yemen siyasi sahnesindeki gerçek temsil düzeyini ortaya çıkaracak olmasıdır.