İslami metinler olarak sunduğu “nass”lar hem tarihen hem içtutarlılık olarak yüzde 100 kesinlikte, çelişkisizlikte ve sağlamlıkta olmalı.
İslam çelişkisiz, tutarlı bir bütünselliğe sahip olduğundan diğerlerinden farklı bir konuma sahip. Eğer İslam adına ortaya konan söylemler İslam’ın kendi öz tutarlılığının aksine bu bütünsellikten kopuk bir dizi doğruları savunuyorlarsa çelişik ve parçalanmış bir düşünceyi İslam adına ifade ediyorlar demektir ki bu durum İslam’ın kendisini değil bu söylemlerin İslamliğini sorgulamamıza sebep olur.
Tevhid ve Adalet tasavvurları problemli olanların “delil” tasavvurlarının da sağlıklı olması beklenemez. O halde Tevhid ve Adalet’te mutlak tenzihi savunmayan, Allah ile yarattıkları arasındaki mutlak zıtlığı/ontolojik ayrışmayı çiğneyen her türlü iddia Allah’tan bize sunulan “hucciyet” (delillendirme) konusunda da çelişkiye düşer.
Hatırlanacak olursa Hristiyanlar ve Yahudiler de sadece Allah’a iman etme iddiasındaydılar bu anlamda müslümandılar ilah anlayışları deforme olduğundan kulların yorumları ve anlayışlarıyla Allah’ın sözleri arasında “mutlak bir tenzih” gerçekleştiremediler. Birbirini besleyen bir döngü olarak bu karışımla oluşturdukları “kitap/kaynak”lar da onların sorunlu tasavvurlarını yaşatır oldu. Böylece yola müslüman olarak başlayanlar bu kimliklerine o kadar yabancılaştılar ki Musacı ya da İsacı oldular ama bu durumlarıyla Musa ve İsa’nın yolundan ayrılmış, kraldan çok kralcı olmuş oldular. Bugün onları başkalaşımlarının sonucu olarak Yahudi ve Mesihi/Hristiyan olarak adlandırıyoruz.
Aynı süreci onlardan sonra gelen müslümanlar da yaşadılar, çünkü sünnetullah kimseye has muamele yapmaz, kim onu olumlu yönde işletirse aynı sonucu alır, durum olumsuz sonuçlar için de geçerli...
“Yahudileşme ve Hristiyanlaşma temayülleri” olarak tanımladığımız zaaf noktası İslam’ın kriteri, ölçüsü olarak insanlara Allah’ın kitabıyla birlikte kulların yorumlarının sunulmasına yol açtı. Allah’ın dini ile kulların bu dinden anladıklarını eşit seviyede değerlendirme yanılgısı bununla durmadı iş netlikten bulanıklığa sürüklenen bir kaynak kargaşasına, ölçülerin çatışmasından ölçüsüzlüğe yol açtı.
Ölçü dediğimiz şey ekseni oluşturur, siz bu eksen sayesinde kıblenizi bulur, doğruyla yanlışı ayırt edebilirsiniz. Eğer ölçünüzü karıştırırsanız hakka batıl, batıla hakk deme karmaşasına düşersiniz. Bu anlamda ölçünün kesinlik taşıması gerekir. Bir bilginin ölçüt, belirleyen olması için onun sağlıklı kanallardan yüzde 100 kesinlikte bize ulaşması gerekir. Buna ulema “Subut-i Kat’i”lik demektedir. İkinci husus ise “Delalet-i Kat’i”lik olarak tanımlanan anlamın iç tutarlılığıdır. Bu şartlar objektif tarihçilerin şahitliğiyle ve mütevatir biçimde aktarımıyla Subut-i Kat’ilik şartlarını taşıyan tek ölçüt “Kur’an”dır. Bununla birlikte içtutarlılık yani Delalet-i Kat’ilik şartlarını da yine Kur’an taşımaktadır. Bu sebeple İslam düşüncesindeki tek ölçüt/furkan Kur’an’dır. Bu tespitimiz Kur’an dışındaki diğer kaynakları toptan reddetmemizi gerektirmez. Aksine diğer tüm kaynakları bu tek ölçüt dairesinde değerlendirmemizi, ölçüye uyanlardan faydalanmamızı uymayanlardan uzaklaşmamızı gerektirir.
1-Kaynağı İlahi olan Din’in ölçütü de ilahi olmalıdır.
2-İlahi olan bu bilgi tarihsel olarak kesin bir biçimde bize ulaşmalıdır ki biz onun gerçekten ilahi olduğunu bilebilelim.
3-İçtutarlılığa sahip olmalı, çelişkiden beri olmalıdır ki ilahi bir metin böyle olmak zorundadır.
Bu ilkeleri dünyadaki tüm kutsal metinlere uygulayabiliriz. Hangisi bu sınavdan gerçek anlamda geçebiliyorsa o metin iman edilecek, furkan yapılacak metindir. Bugün itibariyle bu sınavdan sadece Kur’an geçebilmektedir. Kur’an’ın Eski Ahid ( Hz. Musa’ya verilen 5 Kitap ve İsrailoğulları nebilerine verilen vahiyler) ve Yeni Ahid (İnciller ve Havarilere atfedilen metinler)’i nesh etmesindeki mantık ta burada yatmaktadır. Çünkü içlerinde Tanrısal mesajdan izler taşısalar da güvenilirlikleri hem tarihsel hem de içmetin tutarlılığı açısından sağlıksızlaştığından furkan/kriter olma özelliğini kaybetmişlerdir. Bu sebeple de bu kitaplar %100 kesinlikte bir İlahi mesajla nesh edilmişlerdir.
Musa’nın Müslüman takipçileri nasıl yozlaştı?
“Yazıklar olsun o kimselere (çarpıtan din adamlarına) ki, (Kutsal) Kitaplarını elleriyle yazarlar, sonra az bir çıkar elde etmek için, yazdıklarının (tümünün) Allah katından olduğunu söylerler. (Yazılı (dini) kültüre vakıf olmayanları böyle kandırırlar) Yazıklar olsun elleriyle yazdıklarına, bundan dolayı kazandıklarına da yazıklar olsun!” (Bakara 2/79)
Kur’an’ın Yahudi din adamlarına getirdiği bir diğer eleştiri de Kitab-ı Mukaddes yazımı dahil olmak üzere dini kaynak yazımında ilahi olanla yorum, şahsi açıklama ve içtihatları birbirlerine karıştırmalarıdır. Öyle ki bu durum Mişna, Talmud ve Gemara geleneğini kutsallaşmıştır.
“İki Torah” şeklindeki bu kullanılır. Ana akım Yahudilik Tevrat’ta Tanrı’nın Sînâ dağında Mûsâ’ya metluv vahiy olarak Tevrat’ı gayrimetluv vahiy olarak da sözlü kültürü (oral Torah) verdiğine inanmışlardır. Talmud Berakoth, 5a bölümünde şöyle yazar:
“Ve Kabalist Levi bar Ḥama, Kabalist Şimon ben Lakish'in şöyle dediğini rivayet etti: Tanrı Musa'ya şöyle dedi: "Tanrı, Moşe’ye “Huzurum’a – dağa – çık ve orada kal” dedi. “Sana, yazdığım taş levhaları; [halka] öğretilmesi için Tora’yı ve Emir’i (mitzva) vereceğim” (Çıkış 24:12), yani Tanrı, Musa'ya yalnızca Yazılı Tora'yı değil, tüm Tevrat'ı nesiller boyunca aktarılacağı şekilde vahyetti.
"Tabletler", Ahit'in tabletlerinde yazılı on emirdir,
"Tevrat" Musa'nın beş kitabıdır.
"Mitzva", mitzvot için açıklamaları ve bunların nasıl gerçekleştirileceğini içeren Mişna'dır.
"Yazdığım", ilahi ilhamla yazılmış Peygamberler ve Yazılardır.
"Onlara öğretebilmeniz için", Mişna'yı açıklayan Talmud'a atıfta bulunur.
Bu açıklamalar, pratik halaka hükümlerinin temelidir. Bu ayet, Tevrat'ın tüm boyutlarının Musa'ya Sina'dan verildiğini öğretir.” Türkçe Tevrat tefsiri’nde ise şöyle devam eder: Bunların hepsinin Sinay’da verilmediği açıktır. Talmud’daki bu ifadenin anlamı, bunların hepsinin Sinay’da verilmiş olan Tora ile aynı değer ve önemde olduğudur [Sözlü Tora, Mişna olarak derlenerek kısa biçimde yazıya geçirilmiş, daha ileri dönemlerde Mişna’nın daha geniş bir şekilde açıklanmasıyla Gemara oluşturulmuştur. Mişna ve Gemara’nın toplamı Talmud’u, yani Sözlü Tora’nın temelini oluşturur]. (Çıkış 24/12 açıklaması, Tora ve Aftara 2.Kitap-Şemot, Çev: Moşe Farsi, Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın, İst. 2012)
Öte yandan Yahudi Tasavvufunun temeli olan Kabbala da Allah’ın sözü olarak görülür. Kabala’nın yaygın tanımlarından biri, Moşe Rabenu’ya (Hz. Musa) Sina Dağında verilen Sözlü Din’in bir aydın çevresi tarafından algılanan kısmı şeklindedir. Kabbala’ya göre mistik Rabbiler/Hahamlar çeşitli tekniklerle Tanrı katına ulaşırlar ve bilgiler alırlar. İnanışa göre Rabi Akiva bunların başında gelir.
Vahiy konusundaki epistemolojik parçalanma sadece Yahudiliğe özgü değildir. Benzeri sapmalar Hristiyan, Müslüman, Zerdüşti, Hindu ve Budist geleneklerinde de tekrarlanmıştır.
Nesh’in varoluş amacı, çelişkili iki metinden daha sağlamının zayıf olanı ortadan kaldırmasıdır. “Dinde netliğin ve kesinliğin olması için net ve kesin olanın bulanık olanın belirleyiciliğini iptal etmesi” anlamına gelen “Nesh” bu sebeple Kur’an’ın içinde değil dışında anlamlıdır. Aslında Kur’an’ın nesh edici bu özelliği “koruma” devam etmektedir (ki bizler onun Kıyamete kadar süreceğine aklen ve naklen inanıyoruz.) Çünkü korunmamış bir metin furkan olamaz ve bu yeni bir mesajı gerekli kılar.
EHL-İ KİTAPLAŞMA’YA KARŞI NESH DEVAM EDİYOR
Aslında Kur’an’ın nesh edici bu özelliği “koruma” devam ettiği sürece (ki bizler onun Kıyamete kadar süreceğine inanıyoruz.) kendisinden sonra ilahi/kutsal olduğu iddia edilen metinleri de tıpkı geçmiştekiler gibi nesh etmeye devam etmektedir. Bu anlamda nesh “tarihsel bir durum” değil aktif, işlevsel bir Kur’an özelliğidir. Bu özelliği biraz açalım;
Örneğin Bahaullah isimli şahıs “Kitabu’l Akdes” isminde bir eseri insanlığa Kitabullah olarak takdim etti. Ancak onun bu takdimi yukarıdaki iki akli ilkeyle çeliştiğinden aklı başında olan, taassub sahibi olmayan bir muhatap bu kitabın otomatik olarak Kur’an’ın nitelikleriyle (tarihsel kesinlik ve içtutarlılık çelişmezliği ile) çeliştiğini görür. İşte bu çelişme Kur’an’ın o metni nesh (iptal) etmesidir. Kuşkusuz Bahaullah’ın sözlerinde, eserlerinde İslam’a, akla uygun şeyler de vardır ama bu onu kutsal kıl(a)maz.
Kur’an’ın güncel nesh işlevini benzeri diğerleri için de uygulayabiliriz: Gulam Ahmed Kadıyani’nin “vahiyleri” için de geçerli. Onlarınkiler çok açıktan ifade edildikleri için Müslümanlar’ın geneli tarafından kolaylıkla reddedilmişlerdir. Müslümanlar hem kriter hem de bilgi kaynağı olarak bahsini ettiğimiz iki şahsın mesajlarını reddetmişlerdir. Ama asıl sorun alttan alta Müslümanların bilinçlerine yerleştirilen sağlıksız ilahilik iddiasındaki metinlerdir.
Kur’an’ın neshi başka hangi bilgi kaynakları için geçerlidir? Örneğin bugün itibariyle “gayri metluv vahiy” olarak adlandırlan bir bilgi türü hem Sünni hem de Şii ekollerde “Kur’an gibi” ilahi bir kriter/kaynak olarak kabul edilmekte/iman edilmektedir. Bu bilgi türünün varlığı başka bir tartışma alanı olmakla birlikte Allah’tan Kur’an dışında başka vahiylerin(?) bize Kur’an gibi hem isnad hem de anlam açısından yüzde 100 kesinlikte ulaşmamış olması bu bilgi türünün bağlayıclığını ve ilahiliğini de tartışmalı kılar. Sünni külliyatında önce “kudsi hadis” olarak tanımlanan bu ilahi(?) metinlerin yanı sıra daha sonra tüm hadis rivayetlerinin Kur’an’ın yanında bir misli olarak Resulullah’a “verildiği” iddia edilir olmuştur. Bu bir iddiadır çünkü yazının başında belirttiğimiz ilkelerin sınavından geçememektedir. Kur’an gibi hem ulaşma yolları açısından hem de çelişkisizlik açısından yüzde 100 değildir. Ki bu gerçeği hadis ulemasının da ekseriyeti ifade etmektedir. Başkalaşmış müslümanlar olan Yahudiler ve Mesihilerin kendi ilahi metinlerine yaptıkları gibi Muhammed (sav) ümmetinin geneli de kendi metinlerini ilahi metinleriyle eşit seviyeye çıkartmış İlahi olanla beşeri olan birbirine karıştırılmıştır. Eğer bu kapıyı açarsak ne olur? Şii müslümanlar da çıkarlar kendi gayri metluv vahiyleriyle başka kutsal metinlere “iman” ederler. Sonuçta korunmamış, yüzde 100 kesinlikte olmayan bir rivayeti vahiy kabul ettiğinizde bir başkasının da aynı şeyi yapmasına itiraz edemezsiniz. Bu da İslam düşüncesinin tutarlılığına yapılan en önemli sabotajdır.
Bu bağlamda hadis’in vahiy olduğu iddiası başka kapıların aralanmasına zemin hazırlamıştır. Merhum Buhari’nin kendisi iddia etmese de kitabı hakkında bakın neler iddia edilir olmuştur: “Buhârî'nin Sahîh'i; darlık, korku, düşman istilâsı, hastalık, aşın kıtlık vb. vakıalarda okunmasının faydalı ve bunun tecrübe ile sabit olduğu rivayet edilir.[1] Pek çok sâlih kişi rüyasında görmüş, Rasûlullah (as.) onu "Kendi kitabı" olarak tanıtmıştı, Sâlih bir zat, h. 1037 receb ayının 27 sinde rüyada Rasûlullah'ı (as.) görmüş, Hacûn'da deve üzerinde Kâbeye doğru gidiyordu. Kendisine "İnsanlar zât-ı şerifinizi ziyarete geliyorlar, siz niye burdasınız?" diye sorunca, "Sahîhu'l-Buhârî'nin hatmi için" cevabını verir. Ertesi gün sâlih insanların meclisinde bu olay gerçekleşir ve yerle gök arasında yüksekte görülen yeşil bir çadırın Hz. Peygamber olduğu ve Buhârî'nin hatmi için teşrif ettiği söylenir. İbnu Dakik de Moğol istilâsı karşısında camilerde indirilen Buhârî hatminin tamamlanması ile Moğol ordusunda bozgunun başladığını rivayet eder. (Tecrid-i Sarih Buhari Mukaddimesi C.1 sf.96 )
Örneğin Celaleddin Rumi Mesnevi’sinin girişinde şöyle diyor: “Bu kitap, Mesnevi kitabıdır. Mesnevi, hakikata ulaşma ve yakın sırlarını açma hususunda din asıllarının asıllarıdır. Allah'ın en büyük fıkhı, Allah'ın en aydın yolu, Allah'ın en açık burhanıdır. Mesnevi, içinde kandil bulunan kandilliğe benzer, sabahlardan daha aydın bir surette parlar., kalblere cennettir; pınarları var, dalları var, budakları var. O pınarlardan bir tanesine bu yol oğulları Selsebil derler. Makam ve keramet sahiplerince en hayırlı duraktır, en güzel dinlenme yeri. Hayırlı ve iyi kişiler orada yerler, İçerler... Hür kişiler ferahlanır, çalıp çağırırlar. Mesnevi, Mısır'daki Nil'e benzer: Sabırlılara İçilecek sudur, Firavun'un soyuna sopuna ve kafirlere hasret. Nitekim Tanrı da 'Hak onunla çoğunun yolunu azıtır, çoğunun da yolunu doğrultur" demiştir. Şüphe yok ki Mesnevi gönüllere şifadır, hüzünleri giderir, Kur'an'ı apaçık bir hale koyar, rızıkların bolluğuna sebeb olur, huyları güzelleştirir. Şanları yüce, özleri hayırlı katiplerin elleriyle yazılmıştır, teiniz kişilerden başkalarının dokunmasına müsaade etmezler. Mesnevi Alemlerin Rabbinden inmedir: Batıl ne önünden gelebilir, ne ardından. Allah onu korur, gözetir; Allah en iyi koruyandır, merhametlilerin en merhametlisidir. Mesnevi'nin bunlardan başka lakapları da var, o lakapları veren de Allah’dır. Fakat biz bu az lakapları anarak sözü kısa kestik. Az çoğa, bir yudum su göle, bir avuç tane büyük bir harmana delalet eder.” (Mesnevi: Mevlana Celâleddin Rumi Dünya Edebiyatından Tercümeler Şark İslam Klasikleri: 1, Maarif Vekaleti Yayınları, İstanbul, (956, Maarif Basımevi İkinci Basım, I. Cilt (İlk Sayfalardaki Dibace)
Mevlahum’un ya da bugün itibariyle Mevleviler’in böyle bir iddiası var. Ancak yukarıdaki ilkelerimizle Mesnevi metnine yaklaştığımızda Kur’an’ın Mesnevi’yi nesh ettiğini görüyoruz. Ne gariptir ki Kur’an’da Allah’ın kitabı olduğu söylenen İncil sırf içine kul yorumu karıştı diye tahrif edildi artık okunmaz diyerek onu okumayan pek çok Müslüman, bugün Mesnevi’yi harıl harıl okumaktadırlar. Aynı Mesnevi’nin 4.Cildin’de Celaleddin Rumi şöyle demektedir:
لوح محفوظ است او را پیشوا
از چه محفوظست محفوظ از خطا
Levh-i mehfuz est ûra pîşva,
û çî mehfuz est? Mehfuz ez xeta.
1851 - Çünkü onun önünde giden Levhimahfuz'dur.. Neden mahfuzdur o levh? Hatadan!
نه نجومست و نه رملست و نه خواب
وحی حق والله اعلم بالصواب
Ne nucum est u ne reml est u ne xab,
Vehy-i Heq, «vellah u eʿlem bi-s-sevab».
1852 - Bu, ne yıldız bilgisidir, ne remil, ne de rüya... Allah, doğrusunu daha iyi bilir ya, Hakk vahyidir!
از پی روپوش عامه در بیان
وحی دل گویند آن را صوفیان
Ez pey-i rûpûş-i ame der beyan
Vehy-i dil gûyend anra sûfiyan.
1853 - Sofiler bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir.
وحی دل گیرش که منظرگاه اوست
چون خطا باشد چو دل آگاه اوست
Vehy-i dil gireş, ki menzergah-i ûst,
Çun xeta başed, çu dil agah-i ûst?
1854 - Sen İstersen onu gönül vahyi farzet...
Gönül, zaten onun nazargâhıdır.. Gönül, ona agah olunca, nasıl hata eder? (Mesnevi 4.Cild 1851-1854.Beyitler)
Bu kapı açıldı mı Matta, Markos, Luka Yuhanna’nın yazdığı Siyer-i İsa İncil’e ya da Pavlus’un şahsi mektupları İncil’den bir parçaya dönüşür. Aynı şekilde raviler’in sadece mana ile rivayet ettikleri içinde zayıfı haseni merfusu olan Hadis-i şerifleri Ayet gibi ilahi bir bilgi olarak görüldüğünde açılan bu epistemolojik delikten Mesneviler girmeye başlar. İbn-i Arabi’de Fusus’ul Hikem’inde şöyle diyor:
“Ümmetler arasındaki ayrılıklar dolayısiyle din ve mezheplerin çeşitli olmasına rağmen, tek ve değişmez olan doğru yoldan ve zât âleminin kudsî kaynağından gelen hikmetleri kelimelerin kalblerine indiren Allah'a hamd olsun. Allah'ın salât ve selâmı da cömertlik ve kerem hazinelerinden gelen himmetlerini, en sağlam vaitlerle ümmetlerine yetiştiren Hazret-i Muhammed'e ve onun yakınlarına erişsin. 627 hicret yılı Muharrem ayının son günlerinde, Şam'da (bulunduğum sıralarda) Allah’ın Resulü Hazret-i Muhammed'i gerçek bir rüya âleminde gördüm. Elinde bir kitap tutuyordu. Bana buyurdular ki, bu Fususu'I Hikem (Hikmetlerin özü) kitabıdır. Bunu al ve halka açıkça anlat da bu hikmetlerden herkes faydalansın. Ben, bana Allah ve Resulüne boyun eğmek ve aramızdan emir vermek mevkiinde olanların emirlerini dinlemek yaraşır dedim. Yüce Peygamber'in bana tarif ettiği veçhile hiçbir eksiklik ve fazlalığa meydan vermeden, bu kitabın halka açıklanması hususundaki ümidimi gerçekleştirdim. Halis niyetle hareket ettim. Temiz bir maksat ve himmet güttüm.”
Evet. Şimdi Siz Kur’an gibi yüzde 100 olmayan bir kitabı hatta kaynağı gerçekten Allah’tan olup olmadığını bile kanıtlayamayacağınız rüyadan hareketle(!) Allah’ın vahyi olarak takdim ettiğiniz bir kitabı okuyucuya takdim ettiğinizde onun bu eseri eleştirme imkanı kalır mı? Esere iman edip içindekilere teslim olma dışında başka bir seçeneği kalır mı? Epistemolojik delik heva ve zannın Allah adına(!) Dinleştirilmesini ve ölçüsüzlüğün din edinilmesini doğurmaktadır. Bakın adına cemaatler kurulan, sempozyumlar düzenlenen bir kitapyazarı tarafından nasıl tanıtılıyor: "Risale-i Nur, kalbi, ruhu, duygulan aydınlatan ve insanların her derdine ilâç olan bir kitaptır. ( Lem'alar, Sinan Mat. İst. s. 6.)
"Risale-i Nur, Said-i Nursi'ye Allah tarafından verilmiştir. (Emirdağ Lahikası, s. 79) Allah’tan
geldiğine inanılan, mucize olduğu ifade edilen bir kitap zaten işe diğer kitaplara karşı hükmen galip olarak başlamıştır. O kitap doğal olarak eleştirilmez ve kutsanır. Oysa bu Muhammed Ümmeti’nin İsa Ümmeti’nin adımlarını takip etmesinden başka bir şey değildir. Kur’an’ın ölçütün’de Buhari’yi, El-Kafi’yi, Mesnevi’yi, Fusus’ul Hikem’i, Risale-i Nur’u değerlendirmesi gerekenler bu eserlerin doğrularından faydalanıp yazarlarının beşer olmalarından kaynaklanan hatalara ortak olmaması gerekenler maalesef bu ve benzeri bir çok eseri “Kur’an gibi” değerlendirmeye ve Kur’an’ı bu kitapların bakış açısıyla değerlendirmeye, yorumlamaya başlamışlardır ki ölçülerin, kriterlerin karmaşıklaştığı nokta da burasıdır.
Bu sebeple Kur’an kendi yüzde 100’lük niteliğiyle hem isnad, hem de anlam açısından barındırdığı kesinliğiyle örnek verdiğimiz ve veremediğimiz tüm ilahi vahiy/rehber kitap iddilarını nesh etmektedir, etmeye devam edecektir. Eğer bu nesh gerçekliği olmasaydı Hakikatin ölçüsü olmayacaktı. Bunun için de Allah adına konuşan, kendisine çağıran, kendi kitabının kutsal ve rehber olduğunu söyleyen hiçbir grubun hakk ya da batıl olduğu bilinemeyecekti. Bugün dünya üzerinde binlerce mezhebiyle Hristiyanlardan, Yahudilere, Budistler’den, Hindular’a, Spritüalistler’den Bahailer’e kadar herkes kutsal metin iddiasında. Buna bir de kendilerini İslam’a nispet eden İsmaililer’i, Ahmedi/Kadıyaniler’i, Nusayriler’i ekleyebilirsiniz. Biraz daha yakına gelip Allah’ın ahirzamandaki son mucizesi olduğuna iman ettikleri, yazdırılmış Risale-i Nur’un ehli olanları, kendi imamlarına özel vahiyler geldiğini ifade eden İmami Şiileri, Rüyasında Resul’den tefsir aldığını söyleyen sünni şeyhleri de ekleyebilirsiniz. Kur’an hepsinin iddiasını nesh etmeye devam edecek. Çünkü Rehber olarak söz onun:
إِنَّ هَـذَا الْقُرْآنَ يِهْدِي لِلَّتِي هِيَ أَقْوَمُ وَيُبَشِّرُ الْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْرًا كَبِيرًا
Kesinlikle bu Kur’an, en doğru yolu gösterir.
Salih ameli yaşamına hakim kılan müminlere, büyük bir karşılık olduğunu müjdeler. (İsra 17/9)
وَإِنَّهُ لَذِكْرٌ لَّكَ وَلِقَوْمِكَ وَسَوْفَ تُسْأَلُونَ فَاسْتَمْسِكْ بِالَّذِي أُوحِيَ إِلَيْكَ إِنَّكَ عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيم ٍ
Öyle ise sana vahyedilen Kur’an’a sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzeresin. Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. (Zuhruf 43/43-44)