Hazım Sağıye
TT

Tek devrimin herkese yeteceğine dair…

Apaçık bir şekilde Hizbullah, dini bir parti olarak sosyal açıdan, aynı şekilde siyasi ve mezhepçi bir parti olarak da siyasi açıdan muhafazakardır denilebilir. Bu muhafazakarlık defalarca ortaya çıktı ve çıkmaya da devam ediyor. 17 Ekim devrimine karşı Lübnan’da mevcut statükoyu savunduğuna, Şiilerin devrime katılmasını engellediğine inanmayanlar, Hizbullah’ın liderinin son konuşmasını dinlerken kulaklarına inansınlar. Bu konuşmada Hasan Nasrallah, Lübnan ve Lübnanlıları içinde bulunulan noktaya ulaştıran politikacıları içeren bir hükümet kurulmasını öğütlüyordu.
Bu tutum muhafazakarlık konusunda anlamlı ve örnek bir derstir; var olandan daha iyisi olamaz.
Bu tür konuların tartışılmasına artık gerek yok ve bu durum, İran’daki orijinal Humeynicilik ile Lübnan’daki kolu arasına bir çizgi çekiyor.
Birincisi, Ayetullah Hamaney’in kadın, tarım reformu ve Batı kaynaklı fikirler konusunda bilindik pozisyonlarının kanıtladığı gibi sosyal açıdan aşırı muhafazakar ama siyasi açıdan devrimci.
1963’te İran Şahına karşı bir halk hareketine liderlik etmesi ve 16 yıl sonra da Şah rejimini devirmesi buna delalet ediyor.
Öte yandan, ikincisi, aynı oranda hem siyasi hem de sosyal açıdan muhafazakar, ama Lübnanlılığının bu muhafazakarlığa özel renkler kazandırdığı da biliniyor. İran’daki aslına göre sosyal açıdan daha az muhafazakar, siyasi açıdan ise, ülkedeki mezhepsel çoğulculuk gerçeğini bir dereceye kadar hesaba katmak zorunda kalıyor.
Sekülerlerin “halkın iradesi” kavramı, Humeyni’nin anlatısında “Allah’ın iradesi” adını alıyor ve buna dayanarak rejimi devirmek istiyor.
Nasrallah’ın anlatısına göre ise “Allah’ın iradesi”, özellikle Lübnan’da mezhepsel bölünme ve parçalanma halka nüfuz etmiş olduğu için rejimin kalmasını istiyor. Burada, Hizbullah’ın durumunda “rejim değişikliği”, yöneticilerin dürüst ve yolsuzluğa tenezzül etmemelerine dair yapıcı taleplerin, kimi zaman da gerektiğinde belirli dini gruplara şantaj yapmak için kullanılan kota sistemini gözden geçirmenin ötesine geçmez.   
Ne olursa olsun, kenarlara sıkışmış, partinin laik ve yarı laik destekçilerinin benimsedikleri teorinin somutlaştırdığı bir sorun var olmayı sürdürüyor. Bu teori, İsrail'e karşı direniş pratiği ve  onun uzantısı olan İran’la organik bağ ile tanımı gereği muhafazakar olmayan bir siyasi pozisyonu birleştirmeyi zorunlu kılıyor. Bu teorinin "radikal toplumsal değişim" ile "emperyalizme ve Siyonizme karşı mücadele"yi her zaman birbirine bağlayan sol ve milliyetçi faaliyetler içinde de bir geçmişi vardır.
Böylece kendimizi biri kötü niyetli, diğeri saf iki oyuncu arasındaki bir oyun karşısında buluyoruz. Birincisi yani Hizbullah, mevcut statükoyu pekiştirmekten başka bir şey istemiyor. İkincisi yani seküler müttefikleri ise Hizbullah’ın İsrail’e karşı direnişine mevcut statükoda devrim yaratma gücü atfediyorlar. Bu müttefiklerinden bazıları buna gerçekten de inanıyorlar.
Gerçek şu ki, Hizbullah'ın siyasi muhafazakarlığı tam da onun rolünü oynamasına hizmet ediyor, çünkü Lübnan’da modern ve kayırmacılığın olmadığı bir devletin kuruluşu, devletin egemenliğine müdahale olasılığını ve savaş ile barış kararının elinden alınması durumunu ortadan kaldıracaktır. Kendi ülkelerinde iki Humeynicilik arasında fark olsa da, bölge düzeyindeki siyasi muhafazakarlıklarında aynıdırlar.
Suriye’de nasıl ki İran Beşşar Esed’in yanında savaştıysa, Hizbullah da canı ve kanıyla onun rejimini savundu.
Irak’ta her iki taraf da Iraklıların devrimlerinden ve protestolarından, özellikle de Iraklıların “İran dışarı” sloganlarından memnuniyetsizliklerini gizlemediler ve açıkça kendisine gölge düşürmeye çalıştılar.
Zira can alıcı nokta şu; Suriye’de demokrasinin kurulması ve Irak’ta demokrasinin düzeltilmesi, iki ülkenin bölgesel meseleler ve ihtilaflara katkılarını ve konumlarını ideolojik saçmalıklar, mezhepsel önyargılar ve eğilimlerin değil, halkın iradesinin belirlemesini sağlayacak.
Başka bir deyişle, Humeynistler ve takipçileri arasında 1979 İran devrimi, siyasi muhafazakarlık olan genel kuralın tek istisnasıdır. Tabii ki bu, bahsi geçen devrimin yalnızca aşırı sosyal muhafazakarlık olarak tanımlanabilecek hedeflere hizmet etmek için gerçekleştirildiğini eklemezsek geçerlidir.
Yukarıda bahsettiğimiz saf tarafın saflığını bir kenara koyduğumuzda, geriye şu önemli şey kalıyor; tek bir devrim, yani İran devrimi, Maşrık (Levant) bölgesinin tamamına yeter.
Lübnanlılar, Suriyeliler, Iraklılar ve diğerlerinin, kendisini değişim arzusunun yegane karşılayıcısı olarak ele almaktan başka bir şey yapmalarına gerek yok.
Onların devrimlerine gelince, bilhassa tek devrim ve ondan doğan rejimin çıkarlarıyla çeliştikleri için sona ermeliler. Bu sayfalar kapanmalı. Komünist deneyimde de buna benzer bir durum yaşanmıştı.
Ekim 1917 Rus devriminden sonra, diğer ülkelerde komünistlerin başlattığı devrimlerin yazgısı, Moskova'nın çıkarları içindeki konumuna bağlı hale geldi. Komintern bir yerde komünistlere devrim yapın derken, diğer yerde çıkarları gereği mevcut statükoya uyum sağlamalarını istiyordu.
Yerel ve bölgesel öncelik İran’ın küresel sistemdeki konumu yörüngesinde dönerken, şimdi İranlı Humeyniciler ve onların arkasından Lübnanlı Humeyniciler, ikinci bir gelişmeye kadar tek bir devrimin herkese yeteceğini düşünüyorlar.