Hazım Sağıye
TT

Kitap iyi, ama yine de yasaklayın!

Kitabın yayınlandığı 2011 yılından bu yana 45'in üzerinde dile çevrildiği ve İngilizce baskısının New York Times’ın en çok satanlar listesinde yer aldığı biliniyor.
Birisi bunu okuduğunda ne yapar? Hemen kitabı satın almak ister, bulamazsa da yurtdışından sipariş verir değil mi, ancak hemen bu sonuca ulaşılmamalı ve acele etmekten kaçınılmalı. Çünkü Lübnanlı “Al-Khabar” gazetesinin (19 Mart tarihli) bir kültür haberinde geçen yukarıdaki cümle, okuyucuları kitabı okumaya teşvik etmiyor. Kastedilen bunun tam aksi; okurlardan kitabı boykot etmeleri, devletten de yasaklaması isteniyor. Dilimizin 45’ten fazla dilin yaptığı gibi kendisini çevirmesi de menfur ve kınanacak bir hareket.
Gazetenin söylemek istediği başka bir deyişle şu; kitap belki de iyi ve faydalı, hatta belki de mükemmel. Ama okumayın. Nedeni de haberin bizzat başlığında yer alıyor; “Lübnan kitap pazarında İsrailli bir kitap mı?”. Buradaki soru işareti, “Aman Allahım!” çığlığına karşılık geliyor. O yüzden sesimizi kısalım ve üçüncü bir kişinin olmadığından emin olduktan sonra birbirimize fısıldayalım; yazar İsrailliymiş!
Haberin ilk paragrafı şöyle başlıyor: “2008 yılında Beyrut'ta kurulan "Arap Araştırma ve Yayıncılık Ağı"nın Facebook sayfasında İsraiili tarihçi Yuval Noah Harari’nin “Sapiens: A Brief History of Humankind” (Hayvanlardan Tanrılara Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi) adlı kitabının Arapça baskısının reklam afişini yayınlaması epey hayret ve soru işareti uyandırdı”. Gazete haberinin ilerleyen kısmında söz konusu yayınevini daha da tanıtmak amacıyla – gizlide- Arap Araştırma ve Politika Çalışmaları Merkezi’ne bağlı olduğunu ekliyor.
Bu kısa paragraf “hayret uyandırmak” (ama kimde hayret uyandırdığı bilinmiyor), “reklam afişi”, “sorular” ve “gizlilik” gibi sözcükler içeriyor. Oysa içerik bu tür bir polisiye havası estirilmesini gerektirmiyor, zira bizzat gazetenin Harari’den naklettiği gibi kitap “Zihinsel devrim, insanın rolü ve bunun sonucu olarak yeteneklerinin gelişimi”ne odaklanıyor.
Haberin yazarının yaptığı, zihinsel devrime ve insan yeteneklerinin gelişimine karşı en güçlü argüman olabilir. Aslında, yeteneklerimizin gelişimine yönelik bu karamsar görüşü pekiştiren başka birçok argümanımız var. Geçtiğimiz on yıllarda bu saçmalığın iki dalgasını gördük. Birinci dalga, İsraillilerin yazdıklarını tercüme ederek, okumamıza izin verdi ama bunu “Düşmanınızı tanıyın” bakış açısıyla yaptı. İkinci dalga zihnimizi muhafaza etmek, kitaplarında bulunan entrika ve tahripten korunmak için bizden İsraillileri okumamızı istedi. Görünüşe bakılırsa şimdiki üçüncü dalga, kendi içine daha açık ve akla karşı çıkmakta daha cesur, çünkü bize şunu söylüyor; kitap çok iyi olabilir ama yine de okumayın.
Kitap şiddet çağrısında bulunsaydı, Filistinlileri ezmeye teşvik etseydi, ırkçılık veya mezhepçilik propagandası yapsaydı, kadınları küçük düşürseydi, pedofilliği yaysaydı, gardiyanlara tutuklulara nasıl işkence edeceklerini öğretseydi, kendisine yönelik bu tutum kabul edilebilirdi. Keza yazarı İsrailli bir güvenlik yetkilisi veya politikacı olsaydı (her ne kadar bu nitelikler, kitabı okumayı daha da gerekli kılsa da) yine tartışılabilirdi.
Gazetenin kendi deyimiyle, Harari’nin kitabı bu niteliklerden hiçbirini taşımıyor.
Daha da kötüsü, İsrail’de yayınlanan kitapları boykot ederek İsrail ekonomisini etkileyebileceğimiz yanılgısına kapılmamızın amaçlanmasıdır.
Bu üçüncü dalga da İsrail ile çatışmaya yönelik anlayışımızdaki düşüşün boyutunu yansıtıyor. Abdunnasır, Baas ve Filistin direnişi döneminde zaten düşük olan seviyeden İran ve Hizbullah döneminde nasıl daha da düşük seviyeye gerilediğini gösteriyor. Burada ve benzeri görülmemiş bir başlangıçla, zihne karşı mücadelemizde tahkimatlarımız iki birleşmeyle takviye ediliyor. Bunların ilki de kültürel üretimi üreticisinin kökeniyle bağdaşlaştıran ırkçı doğadır. Medeniyetin bu ilkel bağlantıyı ortadan kaldırma yolunda büyük adımlar attığını biliyoruz ( madem kökenlerden bahsediyoruz, Yahudi Harari ailesinin Lübnan asıllı olduğunu ve kitabın yasaklanmasını isteyenlerin dillendirdiklerine benzer nedenlerle, Lübnan'ı terk ettiğini ekleyebiliriz). İkincisine gelince, her kültürel veya bilişsel üretimi siyaset ile ilişkilendiren ve siyasallaştıran, olayları düşmanlık ilkesi çerçevesi dışında göremeyen totaliter yapının doğasıdır.
Her halükarda yıllardır, devletin oynamaktan kaçındığı baskıcı rolü üstlenmeye istekli, devleti buna kışkırtan gayri resmi, halktan olmayan veya onun tarafından seçilmemiş bir sansürün uyguladığı ayrım gözetmeyen bir çalkanmayla karşı karşıya bulunuyoruz. Bu sansür, yalnızca çok küçük bir azınlığın katıldığı, büyük bir çoğunluğa ise önemli ölçüde zarar veren bir bakış açısıyla, neyin doğru neyin yanlış olduğuna, neyin olması ve neyin olmaması gerektiğine kendi kendine karar veriyor. Zaman zaman kiliseye ve Hz. İsa’ya saygısızlık ettiği veya ahlakı bozduğu için bir kitabın yasaklanmasını talep eden ABD’deki "Ahlaki Çoğunluk" gibi hareketler de tam olarak bunu yapıyorlar. Ülkemizdeki bu grup da büyük bir tevazu ile kendisini “Ahlaki Çoğunluk” olarak atadığından istediği gibi karar verebilir ve istediğini yasaklayabilir hale geldi.
Zihnin bu şekilde işgali, toprağın işgal edilmesinden daha kötü ve tehlikelidir. Davalarının kitapların yasaklanmasını gerektirdiğine inananlara gelince, betimledikleri şekliyle davalarından geriye mezarla arasındaki o karşılıklı özlem dışında, hiçbir şey kalmayacaktır.