Vahdettin İnce
Yazar
TT

Çocuk yaşken eğilir

İngiliz tarihçi Toynbee “Osmanlı durdurulmuş bir medeniyettir” der. Genellikle Osmanlının birinci dünya savaşında aldığı yenilgi ve bu yenilgiden sonra parçalanması şeklinde anlaşılıyor bu tespit. Oysa medeniyetlerin yükseliş ve yıkılış süreçlerine bakıldığı zaman, şayet sosyoloji kuralları gereği miadını doldurmamışsa bir medeniyet, aldığı yenilgi ne kadar ağır olursa olsun yine de kısa sürede toparlanıp yoluna devam ettiği görülür. Zaten Toynbee de bu farkı vurgulamak için “durdurulmuş” ifadesini kullanıyor, ölmüş, durmuş demiyor. Şu halde Osmanlının yenilmesi, dağılması sonrasında yaşananlara dikkat etmek gerekir bu “durdurulma”nın mahiyetini anlamak için.
Bunu çok düşündüm. Bizi durduran şey nedir? Yenilginin ağırlığı mı? Küçük devletlere bölünmüşlük mü? Bugün sahip olunan toprakların on yirmi mislinin kaybedilmiş olması mı? Tarihte ve günümüzde topraklarının önemli bir kısmını kaybettiği halde heybetinden hiçbir şey kaybetmemiş birçok medeniyetten söz edebiliriz mesela. Moğollar İslam coğrafyasını baştan sonra işgal edip talan ettiler. Ama sonra yoluna devam eden Moğollar değil İslam medeniyeti oldu. Dolayısıyla buna ilişkin olarak ileri sürülen güya bilimsel hiçbir değerlendirme benim açımdan ikna edici değildir. Bazen bir şeyi ararsın da en ummadık yerde bulursun ya, işte onun gibi bir şey yaşadım geçenlerde. Karşı mahallede oturan ama kökleri bizim mahallede olan bir dostumun yazısında Oğuz Atay’ın insanımızı tanımlarken “çocuk kalmış bir memleketin fertleri” dediğini okudum.
Bir insanı, bir toplumu, bir medeniyeti durdurmanın yolu çocuk kalmasını sağlamaktır. Çocukça dertlerle, endişelerle, sorunlarla uğraştırmaktır. Çocuksu amaçlar peşinde koşturmaktır. Çünkü çocukluk zaman kavramının büyümediği, akmadığı bir süreçtir. Etrafındaki dünya akarken sen bir dalgalık ömrü olan kumdan kalelerin zaptını güneşe sefer mesabesinde kutsarsın sahillerde saf saf. Türkiye cumhuriyeti tam da buna uygun bir tavır sergilemiştir kurulduğu günden beri. Bu yüzden “Abidin Osmanlının durdurulmuşluğunun resmini çizebilir misin?” desek karşımıza Türkiye çıkacak herhalde.
Ancak bunun böyle olmasının sebebi Türkiye’de yaşayan insanların genetik olarak büyümeye elverişli olmamaları değildir elbette. Çocuk kalmak memleketin insanlarının genlerinden kaynaklanmıyor. Memleketin insanlarının diğer insanlardan bu anlamda hiçbir farkı yoktur çünkü. Dolayısıyla Oğuz Atay’ın sözünü “çocuk kalmaya mecbur bırakılmış” şeklinde anlamak gerekir. O takdirde Toynbee’nin “durdurulmuş medeniyet” tespiti anlamını bulduğu gibi zaman zaman yaşadığımız altmış yaşında beyaz yakalıklı siyah önlükler giymek, abide ve türbelere şikayet dilekçeleri yazmak, elinden oyuncağı alınmış gibi andım andım diye viyaklamak gibi çocukluk manzaraları da izaha kavuşmuş olur.
Bir medeniyeti durdurmak, bir memleketi bu kadar zaman çocuk bırakmak için Türkiye’deki gibi sağlam bir eğitim sistemine ihtiyaç vardır. Aslında sadece eğitim değil, siyasetten tutun toplumsal sistemin bütün katmanlarında ülkenin bir çocuk parkı düzeyinde olması için ne gerekiyorsa bulabilirsiniz. Ama bunun tabii ki lojistik desteği eğitimden gelir ve “çocuk yaşken eğilir ve hep çocuk kalması sağlanır” düsturu geçerlidir eğitimde. Malum eğitim kelimesi, bazılarının sandığı gibi Türklerin orta Asya’dan gelirken orada unuttukları, ancak bin sene sonra hatırladıkları egut’ten falan gelmiyor. Böyle çocuksu bir çıkarsamada bulunmak için de ancak eğitimin çarkından geçmiş olmak gerekir. Düpedüz eğilmekten gelir.
Osmanlı medeniyeti (aslında İslam medeniyeti) henüz durdurulmamış iken terbiye ediliyordu. Yani geliştiriliyordu, besleniyordu, büyütülüyordu. Malum terbiye r,b.w kökünden gelir ve bu kök gelişmek, beslenmek, büyümek anlamına gelir. Ağacın büyümesi gibi. Bir memleketin çocuk kalmasını, büyümemesini istiyorsan ağaç gibi yaş iken eğeceksin.
Yaşını başını almış, koca koca adamlara, kadınlara beyaz yakalı siyah önlükler giydirip şehrin orta yerinde andım da andım diye bağırtmak başka nasıl mümkün olabilirdi?
Sistem ancak çocukları kandırabileceğini iyi biliyor.