Hazım Sağıye
TT

Kendilerini her dış müdahaleye mutlak düşman görenler

Arada sırada başkalarını “ülkenizdeki yabancı müdahale için çağrı yaptınız” diyerek suçlayanlar çıkıyor.
Bu suçlamanın geçerliliği bir yana, “müdahale karşıtlığı” bazı savunucularının nezdinde bir doktrin hatta inanç seviyesine yükseliyor.
Örnek olarak çoğunlukla tam bir ABD müdahalesinin gerçekleştiği Irak ile kısmi bir NATO müdahalesinin gerçekleştiği Libya verilir.
Baas Irakı ve Kaddafi Libyası’nın müdahaleyi gerektiren hiçbir kusurları yok muydu?
Bazı müdahale karşıtları, iki rejime hayranlıklarını reddediyorlar, onları değiştirme ihtiyacını inkar etmiyorlar ancak açıkça veya örtük olarak, değişimi halkların üstlenmesi gerektiğini ekliyorlar.
Gelgelelim, mezkur Irak rejimi 1968’den 2003’e 35 yıl sürdü. Bu 35 yıla dağılan bir dizi savaş, hesaplanamayan kayıp ve maliyetlere ek olarak halkın katlandığı muazzam ıstırap da vardı. Bütün bunlara rağmen Iraklılar söz konusu rejimi deviremediler.
Libya’da ise rejim 1969’dan 2011’e tam 42 yıl sürdü. Kaddafi’nin ünlü keyfi rejimi altında geçen 42 yıl boyunca, Libyalılar kendisini alaşağı etmeyi başaramadılar.
Tabii ki, halkın bu tür rejimleri dışarıdan müdahale olmaksızın alaşağı edebilmeleri tercih edilir, ama bu gerçekleşmedi. Gerçekleşmemesi, halkın kendi içinde bir kriz ve sorun, bu tür rejimlerin genişletmek ve derinleştirmekten başka bir şey yapmadıkları dahili kırılmalar yaşadığına işaret ediyor.
Böylece, bu rejimler devrilir devrilmez bahsettiğimiz kırılmalar benzeri görülmemiş bir akıcılık ve dışa vurum ile gün yüzüne çıktılar.
İşgaller ve müdahaleler bu konuda suçsuz olmayabilir, ancak bu rejimlerin doruğa ulaştırdığı uzun yerel tarihin rolüne kıyasla onların rolleri zayıf ve marjinal kalır.
Bu rejimler neredeyse her şeyde tam anlamıyla başarısız olmaları ile halklarını parçalama ve miras kalan bağlantılarını pekiştirmekte elde ettikleri neredeyse tam başarıyı birleştirdiler. Milli dokuyu yok etmekte ısrar ederek, geçmiş ve bugün gibi geleceği mahvettiler.
Müdahale karşıtlığını savunanlar, halkların bu rejimler altında sağlam, bölünmeyi kabul etmeyen bir birlik içinde kalacaklarının yanı sıra, değişimin kabul edilebilir olması için, cehennemden cennete geçiş gibi bir anda gerçekleşmesi gerektiğini varsayıyorlar.
Ufukta cennet görünmediği sürece de onlar için en iyisi cehenneme sıkı sıkı tutunmaktır.
Ancak mesele yalnızca teorik bir yorum değil ve bu da, müdahale karşıtlarının ruhlarının derinliklerinde o cehennemde kalmayı sevdiklerini varsaymamıza yol açıyor.
Bu kişiler "emperyalist Batı"da ikamet ediyorlarsa, gerçek arzuları başkalarını bu ulusal cehennemde yaşamaya zorlamak oluyor. Onlar bu durumda söz konusu cehennemin müttefiki oluyorlar.
2013’te Beşşar Esed’e bir darbe indirmesi beklenen, ama gerçekleşmeyen Amerikan müdahalesi ile meşgul olduklarından Suriye’de Esed’i desteklemek için yapılan mevcut İran ve Rusya müdahalelerine dikkat etmiyorlar. Mensubu oldukları siyasi çevreye gelince, Sovyetler Birliği’nin Macaristan ve Çekoslovakya, Küba’nın Angola türündeki müdahalelerini veya Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgalini kınayan tutumlarıyla bilinmiyor.
Dolayısıyla, çoğu durumda, ortada büyük ölçüde mevcut otoriter koşulları sürdürmeye mahkum, kabul edilebilir bir müdahale ile bu durumları değiştirmeye mahkum ve tamamı olmasa da büyük bir bölümü kabul edilemez bir müdahale vardır. Dış müdahaleyi kesinlikle reddettiklerini ve ulus devletin egemenliği ilkesine kesinlikle bağlı olduklarını söyleyenlerin ilkeselliği hakkında şüphe uyandıran da budur.
Dahası, bu kişiler çelişkilerden etkilenmeyen halkların var olabileceğini sandıkları gibi, bedenleri ve ruhları olmayan ideolojik insanların olabileceğini de sanıyorlar.
Bu nedenle 1963’ten beri işkence ve acıya maruz kalan Suriyelilerin veya kimyasal saldırıya maruz kalan Kürtlerin, söz konusu kişilerin saygısını kazanmak için yabancı müdahaleyi tam bir onur ve kibir ile reddetmeleri gerekiyor.
Neyse ki böyle insanlar gerçekte yoklar.
Bunu Batı’yı ya da müdahalelerini sevdiğimiz için söylemiyoruz. Batı’nın her zaman demokrasi için müdahale etmediği doğru, ama çoğu zaman bunun için müdahale ediyor.
Müdahalelerinin kendi çıkarlarına da hizmet etmesi gerektiği doğru, ancak bu çıkarlar, halklarının alaşağı edemedikleri otoriter veya totaliter rejimlerin neden olduğu maliyetten çok daha az.
Bu kişilerin her zaman gözden kaçırdıkları şey; günümüzün yakıcı sorusunun artık müdahale etme ve etmeme hakkındaki uydurmalarından ziyade, vatanseverlik ve bağımsızlık projelerinin birer birer çöküşüyle ilgili olduğudur. Maalesef gerçekleşmeyen müdahalelere yönelik genel bir halk arzusunun doğuşudur.
Bu çöküşün son trajik belirtisine gelince, tüm politikaların geride kalan ulusal bileşenlerini vuran milyonluk göçlerdir. Ancak en eğlendirici ve dikkat dağıtıcı belirtisi, müdahaleyle ilgili bu aptalca fikirleridir.