Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Dini diplomasi ve İbrahimi ortaklığı

Üç semavi din arasındaki İbrahimi ortaklığı veya İbrahim anlaşmasının, gerçekte dış politikada devlet diplomasisine ve retoriğine girmesi, Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) son yıllarda oldu. Bu, el-Ezher’in, Müslüman Alimler Konseyi’nin, Barış Güçlendirme Forumu’nun, ‘hoşgörü ve tanıma bayrağını yükseltme eyleminden İbrahimi ortaklığı yoluna, el-Ezher Şeyhi ve Vatikan Papası arasındaki 4 Şubat 2019 tarihli insan kardeşliğine, Barış Güçlendirme Forumu tarafından 2019 yılında Şeyh Abdullah bin Bayyah liderliğinde Yeni Erdem Paktı İttifakı’na geçiş’ çağrılarıyla birlikte ortak etki ve eylemle aynı zamana denk geldi. Her iki ilan da bilindiği üzere Abu Dabi’den yapıldı.
Neden bu meseleye ve bu söze şimdi dikkat çekiliyor? Bunun iki nedeni var; Son otuz yıldır dinler ahlakının ortak noktalarıyla ilgilenen Katolik ilahiyatçı Hans Küng’ün ölümü ve ‘Ed-Diplomasiyye er-Ruhiyye vel Muşterek-ul İbrahimi: El-Muhattat-ul İstiğmari li-l Karn-il Cedid (Ruhani diplomasi ve İbrahimi ortaklık: Yeni yüzyıl için kolonyal plan)!’ başlıklı Arapça kitabın yayınlanması!
Bağlangıçta, İbrahimi söylem veya peygamberlerin babası İbrahim’in kişiliğinin üç dinde (Musevilik, İslam ve Hristiyanlık) merkeziliği, 1950’lerde Cizvit ve Fransız Katolik çevreleri tarafından, önde gelen oryantalist Louis Massignon’un (ö.1961) etkisi altında olduğu düşünülen tamamen teolojik bir konudur. Massignon’un destekçileri arasında Fransız, İtalyan ve İsviçreli (Hans Küng) din adamları vardı. Ayrıca ‘Kuran’da İbrahim’ üzerine bir inceleme yazan Lübnanlı Mişel Hayek, Youakim Moubarac adlı iki papaz da Massignon’un öğrencisiydi. Tüm bunların, İkinci Vatikan Konsili’nde (1962- 1965) ve nihai belgesinde geniş yankıları olmuştu. Konu, ‘hakikatin ve kurtuluşun münhasırlığı’ idi. Belgede, Yahudilerin ve Müslümanların, tek tanrıcılık temelinde ve Eski Ahit ve Kuran’da görüldüğü gibi evrensel İbrahimi çağrısı uyarınca kurtuluşa yöneldikleri belirtiliyor. 1960’lardan bu yana tüm diyalog çağrılarının dayandığı büyük ortak payda budur. Başlangıçta, Protestan evanjelistlerin değil, Yahudi ilahiyatçıların her biri kendi tarihsel ve dogmatik nedenlerinden dolayı bu konu üzerinde hevesliydi.
Aslında dini bir örtüye sahip diplomasi, 1950’lerden beri Hristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki diyalogda siyasi olarak kullanılmaktadır. Ancak kullanıcılar, Amerikan Evangelist kiliselerindendi (Söylem, Pakistan’daki bir konferansta ve Cebel-i Lübnan’da bulunan Bhamdoun’da bir konferansta kullanılmıştı). Siyasi meselelerle oldukça bağlantılı iki başlık vardı; ‘Ateizm ve komünist despotizm karşısında inanç ve özgürlük’. Dolayısıyla diyaloğa davet edilen gayri resmi Müslümanlar için bunun olumlu bir yanıtı olmadı. 1980’lerde Yıldız Savaşları’nın kahramanı Başkan Ronald Reagan günlerinde, inanç ve özgürlük sloganları (İbrahim’den de bahsedilmeden), aynı zamanda Polonya’daki devrimin başlangıcında Papa II. Ioannes Paulus’ın ilgisini çekmek için tekrar kullanıldı. Aynı bağlamda Afgan devrimciler bile komünist tiranlık karşısında özgürlük ve inancın mücahitleri oldular!
İslami anlatı, Yahudi anlatıya paralel olarak, İshak (on iki kabilenin atası) ve İsmail (Hz. Muhammed’in büyük atası) aracılığıyla bir soy yoluyla İbrahim’den ve tektanrıcılık çağrısından kaynaklanıyor. Ancak bununla birlikte soy hususunda İbrahim’e mensup olmakla ilgili ilk tartışma Yahudilikte değil, Cezire ve Şam bölgelerindeki Hristiyanlarla gerçekleşti. Müslümanlar, görkemli İbrahim ağacında kendilerini bir yön veya kol (Haniflik) olarak gördüler. Muhammediyye çağrısı, gerçekte Yahudiler için bir tehditti. Ancak inanca gelince onlar, İbrahim’in din ve toprak olarak münhasır mirasçıları vasfıyla her iki dini de inkâr ettiler. Hristiyanlar için mesele tamamen farklı, zira dindeki ana figür Mesih’tir. Önceki tüm peygamberler gibi Mesih’in müjdeleyicisi olan İbrahim’in varlığı da dahil tüm dünya, onun varlığını ispat etmektedir. Sen bir Müslüman ya da Yahudi olarak, gerçek bir İbrahimi olmak istiyorsan, bu inanca göre, İbrahim’in inandığı gibi, Mesih’in ilahiliğine inanman gerekir! Öyle görünüyor ki bu inancın kökeni, papazlar Mişel Hayek ve Youakim Moubarac arasındaki görüşte bile olsun, Kuran ve İslam’daki İbrahim görüşündeki farklılıktan kaynaklanıyor. Hayek’e göre son peygamber Muhammed, İslam’ın merkezi figürüdür. Moubarac’a göre ise Mekke ve Medine surelerinde Kur’an, Peygamber’in çağrısındaki samimiyetin ‘Yahudiliğin sahip olduğu ve Hristiyanlık tarafından radikal bir yorum yapılan’ dedesi İbrahim’i takip etmedeki sadakatinden kaynaklandığını belirtiyor.
Yahudilik ve İslam, iki tarihi dindir. Hristiyanlık ise tarihüstü bir dindir. Her halükârda, Katolik Hristiyanlığı, İbrahimi barışı, üç din arasında kurtarıcı ve ahlaki bir buluşma yeri olarak kabul ettiğinde tarih yönünde büyük bir atılım yaptı. Bu genel ufkun yanı sıra, Başbakan Sedat da ‘üç dinin Sina’da bir araya gelmesi ve İbrahimi barış’ hakkındaki düşünceleriyle yön belirledi.
İbrahimi değil, ruhani ve dini diplomasinin 2001’den sonra yaygın olarak kullanıldığı doğrudur. Ancak özür dileyici bir durumdur. Buradaki kasıt toplanma, kapsama ve karşılıklı tanıma değil. Bu nedenle Papa Francis’in İbrahimi diplomasisi, hoşgörü, merhamet, şefkat, kardeşlik, misafirperverlik, komşuluk, adalet ve barış dahil olmak üzere İbrahim dönemindeki toplanma değerlerine odaklandı. Bu diplomasi, yalnızca İbrahimi dinler arasında değil Budizm ve Hinduizm’de de Hans Küng tarafından tarihi ve güncel çatışmaların ortasında keşfedildi.
Geçmişte doğru olan ve bugün doğru olmayan şey, İbrahimi ortaklığın sömürgeci bir retorik olarak görülmesidir. Çünkü Amerikalılar ve diğerleri arasında falanca ondan bahsetti ve ona çağırdı. Müslümanlar, dinleri gibi, uzun çağlar boyunca, egemen Hıristiyanlığın kendisi tarafından dışlanmanın acısını çektiler. Radikalizm ve terörizm akımları işleri daha da kötüleştirdi. İnsan olarak, küresel bir dinin mensupları olarak ve dinimiz onurumuzun ve insanlığımızın bir parçası olduğu için, Papa Francis’in çağrı yaptığı ve gerçekleştirdiği bu karşılıklı tanımada büyük bir çıkara sahibiz. Papa’nın yanı sıra, İslami taraftan da büyük dini ve sivil kuruluşlar, önemli siyasi partiler bu eylemin içerisindedir. İçerisindeki hiçbir şey, sömürgeciliğin ‘taklidi’ değildir ve bu yolda bir eylem yoktur. Yeterince evhama sahibiz. Dünyadan korkmak istemiyoruz, onu korkutmak da istemiyoruz. Bunun yerine bugününün ve geleceğinin bir parçası olmak ve öyle kalmak istiyoruz.