Hazım Sağıye
TT

Mansur Abbas fenomenine dair

İsrail dördüncü ve son seçimlerinden sonra Arap milletvekili Mansur Abbas’ın sembolü olduğu bir emsale tanık oldu. Bu değerlendirme, Binyamin Netanyahu yeni bir hükümet kurmakta başarılı olsa da başarısız olup İsrailler beşinci kez sandıklara yönelseler de doğru olmayı sürdürecek. Zira Abbas, Likud liderinin önderlik ettiği Siyonist sağdan kurulacak bir hükümete destek ve kalkan sağlama konusunda hazır olduğunu dile getirdi. Financial Times, onu İsrail'de "hükümdar-yapıcı" olarak tanımlamakta tereddüt etmedi. Arap dünyasının tepkisi ise şaşırma ve kınama arasında gidip geldi.
Abbas sempatiyi hak etmiyor, ancak onu eski usulde kınamak (hain vb ...) İsrail içindeki Araplar arasında neler olup bittiğini anlamak isteyenleri ikna etmiyor. Abbas’ın parlamento içindeki bloklarına başkanlık ettiği 4 seçilmiş milletvekilinin tutumlarına yönelik değerlendirmeler, hakaret ve hainlik suçlamaları ile sınırlı kalmamalı. Bu, bir kez daha, yeni ve karmaşık bir gerçekliği anlamak konusunda eski kalacak bir araçtır.
Abbas 1974 doğumlu, yani Nasırcı dönemi, ardından Filistin direnişini ve bu ikisinin 1948 Arapları üzerindeki coşkulu yansımasını yaşayan kuşağa mensup değil. Elbette, kültürel veya sendikal kadroların çoğunun Marksizm’in ve komünist örgütlerin yörüngesinde döndükleri erken dönemi de bilmiyor. İlkesel olarak da olsa İsrail’in beşte birini oluşturan Arap nüfusu ve dışındaki Filistinliler ve Araplar arasında barışın mümkün göründüğü 1991 ve 1993’teki Madrid ve Oslo Konferansları ile kamusal meselelere gözünü açtı. İzak Rabin suikastı ve ardından İkinci İntifada ile bu olasılığın çöküşü, 1948 Arapları üzerindeki yansıması mutlu bir olay değildi.
Bu gelişmeler, toptan yerine perakendeyi, sorunları birleştirmek yerine bölmeyi tercih eden, ayrıca, grupların dini ve ulusal kimliklerinin onaylanmasını ve bu şekilde haklarının talep edilmesini teşvik eden küresel yaklaşımla aynı zamana denk geldi.
Bloğun diğer üyelerinin yaş dağılımı ise şöyle; en yaşlı milletvekili olan Mazen Ğanem 1959 doğumlu, Said el Karrumi 1972, Velid Taha 1968 doğumlu. Yani dördünün de ortalama yaşı 53,5. Abbas diş hekimliği, Karrumi fizik, Taha da siyasi bilimler okumuş. Üçü de doğal olarak İsrail üniversitelerinden mezunlar.
İsrail ile çatışmada daha fazla radikalizme yönelen Arap dünyasındaki çoğu siyasal İslam akımın aksine, Mansur Abbas ve destekçileri, siyasal İslam örgütlerinin sağladığı ucuz pragmatizmin kolaylaştırdığı bir entegrasyon eğiliminin hakimiyetindeler. İsrailli Arapların İsrail’e düşman olan Araplardan boykot dışında bir şey görmemeleri de bu eğilimi artırmış olabilir. Abbas, şüphesiz Gazze'deki Hamas Hareketi’nin İslami hareket olarak kurulmadan önce, Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) karşı İsraillilerle iş birliği yaptığını biliyor. Keza Şeyh Ahmed Yasin tarafından kurulan İslam Merkezi’nin bu iş birliğinin meyvelerinden biri olduğunu da. Ramallah'taki Ulusal Otorite ise İsrail güvenlik güçleri ile arasındaki güvenlik koordinasyonunu göz ardı edemez. Peki, bir şekilde İsrail tarafından işgal edilenler için mubah ve mümkün olan, İsrail vatandaşları için neden olmasın?
Mansur Abbas ve arkadaşları, Oslo Anlaşması'na yönelik pozisyonu nedeniyle 1995'te  Müslüman Kardeşlerden ayrıldılar. Daha sonra İsrail'deki İslami hareket, Şeyh Raid Salah'ın önderliğinde anlaşmaya karşı çıkan kuzey kanadı ve Şeyh Abdullah Nimr Derviş liderliğinde anlaşmayı destekleyen güney kanadı olmak üzere ikiye bölündü. Birinci kanat, Knesset’e aday olmak dahil olmak üzere İsrail siyasi kurumlarında çalışmayı reddederken, Abbas’ın dahil olduğu ikincisi, bu kurumlarda çalışma çağrısında bulundu ve 1996'dan itibaren seçimlere katıldı.
Dolayısıyla, içe kapanma ve izolasyon politikalarının daha önce hiçbir sonucu olmadığına ve daha sonra da olmayacağına inanan bu çevrenin entegrasyon çabası yeni değil. Entegrasyon yoluyla amaçlananlara gelince, Arap şehir ve köylerinin daha fazla hizmet alması, Arap toplumunu kırıp geçiren organize suçların yayılmasını engellemede devletten daha büyük, ciddi ve daha az dini bir rol koparmaktır. Abbas'ın son konuşmalarından birinde söylediği gibi, “Bizler kenarda olmak istemiyoruz ve çemberin dışında olmayı kabul etmiyoruz. Ya ulusal, etnik, dini ve sivil olsun tüm haklara sahip tam vatandaşlar oluruz ya da masada diğer seçenekler olur ."
Gerçek şu ki, bu anlamda entegrasyon bir sorun değil, özellikle yarısının bir oldu bittiyle elde edildiği göz önüne alınırsa. Elde edilmesi amaçlanan diğer yarısı ise eşitlik ve Arap vatandaşların mahrum edildikleri haklarını elde etmeleri, bu ise eski söylemleri bir kenara bırakırsak büyük bir kazanç.
Öte yandan sorun, entegrasyon çağrısına İsrail'in artan bir şekilde sağa kayması ve Arap haklarına karşı daha fazla kasılmanın eşlik ediyor olması. 2018 yazında kabul edilen Yahudi Ulus Devlet Yasası bunu söylüyor. Son seçimler ve oy dağılımı da bunu teyit ediyor.
Bu nedenle, haklı olarak Abbas'ın önce İsrail aşırı sağına, özellikle de kadınlar, LGBT ve geleneklere karşı kendisi ile aynı tutumu benimseyen dini fraksiyona entegre olmayı planladığından şüpheleniliyor. Ahlaki olanı siyasiye, siyasi olanı da ahlakiye dönüştürmenin, hem siyaseti hem de ahlakı etkileyen her tıkanma ile son haddine ulaşan köklü bir İslamcı oportünist profesyonellik olduğunu biliyoruz. Bu nedenle, Abbas’ın entegrasyonunun yarattığı endişe, nihilist ayrılıkçılığın yarattığı endişeden daha az olmayabilir. Öyleyse, kim olursa olsun, bu yeniyi, yeni bir gözle gözlemleyelim!