Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Savaş ve barış hakkında düşünceler

İnsanlık tarihinde, insan, onun yaşamı ve hayatta kalmasıyla doğrudan ilişkisi olan birkaç önemli mesele vardır, bunlardan en önemlisi savaş ve barış meselesidir. Genel kehanet, genel olarak insani ilerleme ile savaş ve barış araçları arasındaki dengenin, savaş olgusu karşısında duran bir durum yarattığı ve İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana başka hiçbir dünya savaşının meydana gelmediği yönündedir.
Nükleer silah savaşın önünde bir engel olarak durdu ve büyük güçler Soğuk Savaşla yetindiler. Bu bile 1989'da Berlin Duvarı çöktüğünde çıkmaz yola girdi ve bundan sonra, küreselleşme dünyanın kalıcı barışa giden yolu gibi göründü. Çin ile Hindistan ve Hindistan ile Pakistan arasında yaşanan bölgesel savaşlar, bazen tansiyonlar yükselse de bir daha yaşanmadı. Dört kez tekrarlanan Arap-İsrail savaşları Lübnan ve Gazze'de küçük çaplı savaşlara indirgendi. 1969'da El Salvador ile Honduras arasında meydana gelen futbol savaşının bile bir benzeri yaşanmadı. Bu, şiddet ve uluslararası ilişkilerde silah kullanımının son bulduğu anlamına gelmiyordu. Birden fazla Arap ülkesinde terörizme karşı savaşlar oldu, askeri müdahaleler gerçekleşti, Afganistan ve Irak'ta on yıllarca süren işgal olayları yaşandı ve iç savaşlar devletler arası savaşlara baskın geldi. Çok fazla şiddet vardı, ama aynı zamanda şiddetten kaçınma, hatta Araplar ve İsrail arasında olduğu gibi barış yapma girişimleri de vardı. Ne şiddetten kaçınma ne de barış girişimleri yoksa, o zaman silaha başvurmayı engelleyen bir denge durumu vardı, çünkü yeterince korku, caydırıcılık ve belki de müreffeh bir yaşam arzusu bulunuyordu. NATO'nun sınırları Rusya sınırına kadar uzandığında kritik anlar yaşandı. Keza Rusya, Gürcistan'a müdahale edip Kırım'ı ilhak ettiğinde ve orduları Ukrayna sınırına doğru ilerlediğinde daha da kritik anlar yaşandı. Bu kritik anlara rağmen, dünya onlarla nasıl yaşayacağını bildi ve başa çıkmayı, risklerini sınırlamayı yerel güç dengesine bıraktı.
27 Nisan'da Thomas Friedman, The New York Times'da Çin ile ABD arasında bir savaş çıkıp çıkmayacağını sorguladığı bir makale yazdı. Makale, emekli bir Amerikalı amiralin, 2034 adını verdiği romanına dayanıyordu. Amerikalı amiral, George Orwell'ın modern bir diktatörlükte insanın kaderiyle ilgili şaheseri "1984"ü yazarken ortaya koyduğu distopyayı yeniden canlandırarak savaş için 2034 yılını seçiyor. Kitaba göre bu sefer Çin Denizi'nde çıkacak savaş felaketi ekonomi, teknoloji ve küresel rekabette liderlikle ilgili olacak. İşte burada ABD, elbette müttefikleri de onunla birlikte olmalı, bu kez Biden'ın liderliğinde yeniden küresel liderlik koltuğuna dönmesini engellemeye kararlı olan Çin, Rusya ve İran'dan oluşan yeni bir ittifaka karşı mücadele ediyorlar. Bu savaşın mekanizmaları hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenler romana veya makaleye bakabilir, ancak her ikisi de gerçeklere dayansa da, Rusya ve Çin'in yakın gözetiminde ABD ile İran arasında halihazırda devam eden müzakereler, bu savaş meselesini kaçınılmaz olmaktan çıkarıyor. Belki daha fazlası da var, ABD ile Çin arasındaki karşılıklı bağımlılık, ABD Başkanı Biden'ın 3 ülkeye karşı kullandığı "insan hakları" silahı dahil olmak üzere aralarındaki mevcut çelişkilerden çok daha büyük.
Biden'ın davet edildiği sanal iklim zirvesi, dünyayla ilgili her iki tarafın da görmezden gelemeyeceği ortak bir kaderi yansıttı. Geriye ABD'nin öğrenmesi gereken tek önemli nokta kaldı, o da Alaska'nın Anchorage kentinde düzenlenen müzakerelerde açıklığa kavuşan ve kesinleşen Çin ile ABD’nin artık denk oldukları ve aralarındaki rekabetin üstesinden gelinemeyeceği gerçeğidir. Geriye ABD ve Biden’ın bunu bilmesi kaldı, ki Biden’ın Çin değiştiği için değil, ABD eskisi gibi olmadığı için, şimdi veya yakın gelecekte insan hakları silahının artık geçmişteki gibi etkili olmadığını bilecek kadar mütevazi olduğunu düşünüyorum.
Çin ile ABD arasında doğrudan bir savaş, ancak heyecan verici ve sürükleyici bir romanda mümkün olsa da, savaşlar bazen önemsiz kıvılcımlardan doğabilir. Birinci Dünya Savaşı'nın kıvılcımı, Sırbistan'da Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand'a düzenlenen suikasttı.  İkinci Dünya Savaşı, Almanya'nın Alman azınlığı koruma bahanesiyle Polonya'yı işgaliyle patlak verdi. Bu kez kıvılcımlar ve ateşler Ortadoğu'da görülüyor. İran ve İsrail bir süredir, gemileri batırmak veya ateşe vermek, askeri üsleri imha etmek, nükleer tesisler içinde sabotaj eylemleri düzenlemek veya yakınlarına füzeler fırlatmak (İran’ın Natanz, İsrail’in Dimona tesisi), Irak ve Suriye'deki güvenlik açısından zayıf bölgeleri çatışma için açık bir arena olarak benimsemek etrafında dönen gizli bir savaşa girmiş bulunuyorlar. Son aylarda İsrail, İran'ın gizli saydığı askeri ilerlemesini püskürtmek için, Suriye'deki İran füze ve silah üretim merkezlerine yönelik hava saldırılarını önemli ölçüde genişletti. Öte yandan İran, Suriye ile uzun süredir devam eden ittifakından yararlanarak, Suriye’de yerleşim merkezleri içinde gelişmiş bir cephanelik geliştirmek için füze ve gelişmiş silah endüstrisinin bir kısmını önceden inşa etmiş olduğu yer altı komplekslerine aktardı. İsrail, bundan çok da uzak olmayan bir süre önce, Lübnan, Irak ve Afganistan'dan binlerce İranlı savaşçının, ailesinin despot yönetimini devirmeye çalışan devrimcilere karşı Cumhurbaşkanı Beşşar Esed'in yanında savaşmak için Suriye'ye girmesine müsamaha göstermişti.
Suriye ihtilafında daha önce İsrail'in tek müdahalesi, İran destekli Lübnanlı Hizbullah'a silah sevkiyatlarını imha etmek ve milislerin Suriye'nin İsrail topraklarına yakın güneybatısında üsler kurmasını önlemek için ara sıra yaptığı hava saldırılarıydı. Ancak Esed'in İran ve Rus güçlerinin kararlı yardımıyla 10 yıllık devrimi bitirmesiyle İsrail, İran'ın Suriye'nin askeri altyapısında gerçekleştirdiği sızmayı hedef almaya yöneldi. Geçen Aralık ayında İsrail Genelkurmay Başkanı Aviv Kochavi şunları söylemişti: “2020'de düzenlenen 500'den fazla İsrail füze saldırısı tek başına İran'ın Suriye'ye iyice yerleşmesini yavaşlattı, ancak bu alandaki hedeflerimize ulaşmak için daha almamız gereken uzun bir yol var.” Onlarca Batılı askeri ve istihbarat yetkilisi, İsrail saldırılarının hedef listesinin başında, İran'ın İsrail'in bölgesel askeri üstünlüğünü zayıflatabilecek daha hassas güdümlü füze üretimini artırma çabasını destekleyecek her türlü altyapının yer aldığını ekledi.
Bu, Ortadoğu'da başlayıp oradan dünyaya yayılacak bir savaşı ateşleyecek kıvılcım olur mu? Yoksa ABD ile İran'ın bir anlaşmaya varmaya yaklaştıkları hakkında söylenenler, Yemen'de ve Arap ülkeleri ile İran arasında gerçekleşecek bir uzlaşı, hatta İran ile İsrail ve Arap ülkeleri arasında örtülü bir anlaşma için başlangıç olabilir mi? Bölge tarihinde şiddetle başlayıp Kovid-19 salgınının üzerine çöktüğü, barışı tesis edecek kadar yorduğu tüm tarafların kaybetmesiyle sonuçlanan bir döneme son vermenin zamanı geldi.