Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Filistin savaşından öncesi ve sonrası

Filistin meselesiyle ilgili önceki yazımda, geçmişte krallara tavsiyeler veren yazarların “bilge bir kralın, krallığının hayatta kalmasını istediğini ve ne kadar güçlü olursa olsun savaştan kaçınması gerektiğini” tavsiye ettiklerini yazmıştım. Filistin halkının efsanevi mücadelesini ve fedakarlığını düşünürsek, geçen yüzyılın seksenli yıllarının sonunda gerçekleşen intifadanın çok etkili olduğunu görürüz. Taş İntifadası da denilen ayaklanmanın bu kadar etkili olduğunu söylemek, silahlı mücadeleyi küçümsemek anlamına gelmiyor, fakat belirleyici olmadığını gösteriyor. Elbette silahlı mücadelecilerin kendileri de ülke içinde kapsamlı bir sivil mücadelenin örgütlenmesinde etkili oldular.
Ancak son yirmi yıldır silahlı mücadele ‘dersini’ aldıkları görülüyor. Bir yandan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) fraksiyonları ile diğer yandan Siyonist oluşum arasında otuz yılı aşkın süredir devam eden mücadelede müzakere ve barış gibi kesişmeler yaşandı. Taş İntifadası’nı Oslo’nun doğrudan nedeni olarak düşünürsek; Oslo konusundaki anlaşmazlığın İsrail siyasi topluluğu ile Filistin ve Arap siyasi topluluğu içinde ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Oslo ve 1993'ü izleyen yıllarda yalnızca İzak Rabin'in suikasta uğraması değil, aynı zamanda İsrail şehirlerindeki intihar operasyonlarıyla Hamas ve daha küçük örgütlerin önderliğinde “cihat” gerçekleşti. Oslo'nun uygulanmasını tamamlamaya yönelik müzakereler 2001’e kadar kesintiye uğradı ve İsrail toplumunda barışı destekleyenler arasında değişimler oldu. Filistin toplumuna gelince; İsraillilerin Gazze'yi terk etmesinin ardından Hamas, Gazze'nin kontrolünü ele geçirene kadar çalıştı. O günden bu yana her iki taraf için de belirleyici olmayan bir dizi savaş gerçekleşti. İsrailliler Gazze'yi bir daha işgal edemediler. Hamas ise kontrol sahasını genişletemedi ve dediği gibi onları özgürleştiremedi.
Filistinlilerin ve Arapların Başkan Donald Trump döneminde karşı karşıya kaldıkları korkunç durum, Filistin Yönetimi'ni bir umutsuzluğa sürükledi. Yönetim, Hamas ile ‘parlamento ve devlet başkanlığı seçimleri yapmak’ üzere bir anlaşmaya başvurarak buna direnmek istedi. Yönetim bu hususta herhangi bir ilgi görmedi. Aksine herkes, ertesi günü düşünmeden Mahmud Abbas'tan ve “El Fetih'ten” kurtulmak istiyor gibiydi. Abbas bu nedenle ve düşüşünü de geciktirmek için seçimlerden geri adım attı ve herkesin öfkelenmesine neden oldu!
Abbas'ın bu hamlesinden memnun olmadım. Fakat ‘Hamas’ ve ‘Cihad’ın kendi kararlarını veremediğine ve İran'ın Gazze ile uğraşmaya ve kullanmaya başladığına ikna olmuştum. Bu nedenle Mescid-i Aksa’da namaz için toplanan kalabalık ve Şeyh Cerrah ile olan dayanışma bana 1980'lerin sonundaki Taş İntifadası’nı hatırlattı. Nitekim Amerikan siyasi camiasında bile Kudüs gençliğinin sivil ayaklanmasına ilişkin küresel bir dayanışma vardı. İsrail polisi Mescid-i Aksa’dan çekildi, zorla el koyma ve sınır dışı etme eylemleri durduruldu. Hatta iki devletli çözüm hakkındaki söylem geri döndü. Bu büyük hareket, Hamas’ın hakimiyetinin ve Mahmud Abbas'ın ufkunun dışında gerçekleşti. Hamas ve Cihatçılar, birkaç ay önce Şam'a gelerek seçimler ertelendikten sonra ortaya çıkan plan ve kargaşayı yenilediler. Füzelerin işgal edilmiş bölgelere düşmesinden bir hafta önce Alman ve ABD’li arkadaşlar bana “Hamas’ın savaşa gideceğini ve Lübnan'dan olmasa da Suriye tarafından İran'dan destek vaatleri olduğunu” söylediler.
Büyük katliam ve yıkımdan sonra ne olacak? Gazze'den sonra ne olacak?
Gazze füzelerinin hiçbir sebebi yoktu. Aksa İntifadası'na ve Şeyh Cerrah sakinlerinin mücadelesine zarar verdiler. Gazze Şeridi'nde yaşananlar ve Filistin topraklarında geçmişte ve şimdi olanlar kalbi dağlıyor. Ancak Arap âlemindeki ve Batı’daki halk dayanışması önceki durumuna ve belki de daha fazlasına geri döndü. Bugün her ağızda ve dilde iki devletli çözüm var. Obama ve Trump dönemleriyle birlikte geçen on yıldan sonra ne Arap âleminden ne de uluslararası arenadan kimse bunu mümkün görmedi. On yıl ya da daha uzun bir süre boyunca bir yandan Hamas ve Cihad diğer taraftan Siyonist ordu arasındaki savaş gittikçe arttı. Bu savaşların kayda değer herhangi bir neticesi olmadı ve dünyayı asıl harekete geçiren şey ABD yönetiminin değişmesi değil, bilakis Kudüs ve Batı Şeria'nın her yerinde Filistin halkının sivil direnişi oldu.
İki şeye dikkat etmek gerekiyor. Öncelikle Mısır ve Ürdün'ün ön plana çıktığı Arap hamleleri, kapsamlı bir Arap çabası haline gelmelidir. Uluslararası toplumun da yöneldiği bu beklenen çaba, İran'ı Filistin, Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'den çıkarmakla ilgilenmelidir. Aksi takdirde kurtuluş yerine her yerdeki yıkım devam edecektir!
Oldukça önemli olan bir diğer konu ise doğru dinin kurtuluş ideolojisi olduğunu düşünen Sahvi ve İhvancı İslam’ın geri dönüşüdür. İslam'ın İbrahimi bir din olduğunu söyleyen ve yeni bir din çağrısı yapan İhvancı vaizleri çok dinledik. Ancak bunların hiçbiri, Erdoğan'ın Kudüs'ü Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında yönetimin paylaştırılması çağrısına herhangi bir yorumda bulunmadı.
Resul-ü Ekrem (sav) bizden münafıklardan Allah'a sığınmamızı istedi. İslam'ın ‘DEAŞ’ ve ‘El Kaide’ tarafından daha fazla sömürülmesi karşısında uyanık olunmalıdır.
“O, dilediğine hikmeti verir ve kime hikmet verilirse o kimse birçok hayra nâil olmuş demektir.”